Babadan oğula geçen ölüm!

Prof. Dr. Naci Bostancı/Amasya Milletvekili
18.05.2014

Hepimize düşen görev, bir daha Soma türü acılar yaşanmaması için işbirliği yapmak, bu güzel ülkeye ve insanlarına karşı pozitif bir istikamette sorumluluk üstlenmektir.


Babadan oğula geçen ölüm!

Öncelikle Soma’daki faciada hayatlarını kaybeden işçilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Biliyorum ki bu dilek tüm millete ait. Hastanelerde olanların bir an önce sağlıklarına kavuşmaları da öyle. Sayının 300’e çıkabileceği belirtiliyor. Dram sayılarla katlanıyor, fakat her biri ayrı bir insan ayrı bir dünya. O işçilerin geride kalanları, denildiğinde eşler, anneler, babalar, çocuklar, arkadaşlar... onların da her biri acısını ortak acının içinde eritmeye çalışacak, yine de bilcek ki her acı yalnız başına çekilir. Hatıralar, sohbetler, madendeki hayatın ortak bir kaderle kucakladığı bu insanların birbirinden ayrılamaz soluklarının birbirine karışmış nice ayrıntısı... yazılamayan, söylenemeyeni en iyi orada, madende yaşayanlar bilir. Hayatın sesiz tanıklıklarındaki paylaşım ki, böyle acılı zamanlarda insanın içini en çok acıtanlardan birisi de bunlar değil midir?

Madencinin dünyası

Madencilerin dünyası çok farklı. Amasya Suluova Çeltek bölgesinde çeşitli firmaların işlettiği kömür ocakları vardır. Yaklaşık iki yıl önce bu ocaklardan birinde karbonmonoksitten bir işçimiz hayatını kaybetmişti. Başsağlığı için gece evlerine gittiğimde hala olayın etkisi altındaki işçilerle görüştüm. “Birazdan, öleni kurtarmak isterken son anda kurtarılan işçi gelecek” dediler. Gencecik bir delikanlı. Yüzünde hala ölümün gölgesi silinmemiş. “Onu gördüm, galerinin dibinde düşmüştü, yanına koştum, elinden tutup çekmeye çalışırken birden ben de düştüm. Sonrasını hatırlamıyorum.” Diğer işçiler başlarıyla onayladılar. “Karbonmonoksit zehirlenmesi aniden öldürür. İnsan ne olduğunu anlayamaz. Tırnaklarımın arasından çok kömür çıkarttılar,” dedi. “Bilinçsizce tırmanmaya çalışmışım. Ama benim de hayatımı o kurtarmış. Biraz daha yukarı çıkınca başkaları gelene kadar..” sustu. Hayatını borçlu olduğu mucize, kıl payı bu tarafa geçme hali onu hala hayatla ölüm arasındaki o sallantılı yerde tutuyor gibiydi. İşçiler madende çalışmanın zorluklarından bahsettiler. Dert çoktu. Ama babaları dedeleri de madenci olmuş, hayatlarını kömürle kazanmışlardı. Öldüren kömür aynı zamanda hayat veriyordu. İnsanın yaptığı iş yüzünden sürekli ölümle yüzyüze olması ürpertici bir duygu. Elbette standartlar yükseliyor, daha güvenli çalışma şartları oluşuyor, yine de Soma örneğinde olduğu gibi trajik olaylar yaşanabiliyor.

Maden ocağına hiç inmemiş olanlar, oradaki çalışma şartları hakkında sadece hayali bilgilere sahiptirler. Bir Ramazan’da maden işçileriyle iftar için enerji bakanı ile birlikte madene inmiştik. Asansöre binip kapılar kapandığında insan hayatla yegane irtibatının “incecik bir ip olduğu” duygusuna kapılıyor. İşçiler alışmışlar. Apartman asansöründe gibi rahat inip çıkıyorlar. Galeriler hayli soğuktu. İşçilerin dizlerindeki fosfor işaretleri galerinin loş karanlığı içinde, kimsenin sana ulaşamayacağı bu yer altındaki can soluğu ortaklığının, dayanışmanın, hayatlarını birbirine emanet etmenin duyarlılığı olarak parlıyordu. Her hareket, her kıpırtı “ben buradayım, merak etme” diye seslenen bir dokunuştu. Ne zaman maden kazaları gündeme gelse, galerilerde işçiler mahpus kalsa aklıma, kendilerini kurtarmaya gelecek insanların sesine, gölgelerine, ışığına o işçilerin nasıl bir duyarlılıkla cevap verdikleri geliyor. Soma’daki faciada da öyle oldu. Başlangıçta üç olan kaybedilen hayat sayısı katlanmaya başladığında, o kurtarıcı seslerin, işaretlerin onlara hiç ulaşamadığını düşündüm.

Maden kazalarında iyi durumda değiliz. Gelişmiş ülkelerde hayat kayıpları çok az. Gelişmişlik elbette sadece madende olmuyor, tüm hayattaki gelişmişlik aynı zamanda madenlere yansıyor. Tersinden bakmamak lazım. Türkiye de gelişiyor. İşyerlerinde standartlar yükseliyor. Buna ilişkin çeşitli rakamlar da verilebilir. Bunlar yazılacaktır mutlaka. Bunca kaybın ardından şahsen rakamlara yaslanarak kimi gelişmeleri anlatmak, kendi bağlamında doğru olsa bile, yeri burası değil.

Soma’da niçin bu kaza yaşandı? Güvenlikle ilgili problemler neler? Sorumluluk süreçleri nasıl çalışıyor? Maden ocakları keyfe keder çalışmazlar. Standartları, kontrolleri, teftişleri, çalışmanın bir usülü, düzeni vardır. Sorun nerede, araştırılacak, kamuoyunu tatmin edecek açıklamalar yapılacak. Bunlar elde bir diyeceğimiz başlıklar. Ben burada, kazayla birlikte çok dile getirilen muhalefetin Somadaki maden ocaklarıyla ilgili önergesi ve sosyal medyanın tutumu üzerine bir kaç söz söylemek isterim. 

Bizim siyasal kültürümüzün Meclis çalışma biçimine ilişkin temel bir niteliği var: Muhalefet (sadece bugünkü değil) her zaman meclisin çalışmasını engellemek, böylelikle iktidarı başarısız kılmak için çalışır. Amaç, iktidar meclisi kendi gündemi istikametinde çalıştırmasın, yasa çıkartamasın, gündemi mümkün olduğu ölçüde engelleyerek varlık gösterelim. İktidar ise (sadece bugünkü değil) her  zaman meclisi çıkartmak istediği yasalar için çalıştırmak ister, muhalefetin engelleme girişimlerini boşa çıkartmaya uğraşır. Zaman zaman iktidar ve muhalefet arasında işbirliği de olur, ancak bu nadirdir. Ayrıca işbirliği şartlarında dahi iktidar ve muhalefetin beklentileri farklıdır. Bazen muhalefetin verdiği bir soruşturma önergesinin benzerini iktidar verir, bu defa muhalefet kendi önergesini çeker, iktidara yine muhalefet eder. Ne yazık ki böyle güçlü bir gelenek var.

Soma önergesi ne içindi?

Muhalefet önergeleri meclis çalışmaya açıldıktan sonra yaklaşık beş saat içinde konuşulur, tartışılır ve reddedilir. Önergeleri konuşmak iç tüzük gereği mecburidir. Reddedilince o konu kapanır. Fakat ertesi oturumda muhalefet yeni önergelerle gelir, aynı hal tekrar eder. Geriye kalan iki üç saat içinde, ya da Meclis çalışmasını uzatarak iktidar yasa çıkartmaya çalışır. Somaya ilişkin muhalefet önergesi, muhalefetin bugüne kadar verdiği sayısız önergelerden sadece bir tanesidir. Bu kategorik karşıtlıkta, iktidarın ya tüm muhalefet önergelerini kabul edip, sadece onların tayin ettiği gündemle Meclisi çalıştırmak gibi bir tutumun içine girmesi gerekir. Ki böyle yaptığında Meclis muhalefet tarafından yönlendirilmiş, azınlığın aracına dönüşmüş olur. Ya da kategorik olarak reddeder, kendi gündemini yürütür. “Niçin muhalefetin önergesi kabul edilmedi?” diyerek bunu sorgulayanlar, faciadan sonra dönüp o önergeye bakarak böyle konuşuyorlar. Hayat böyle akmıyor. Bu bir yanılgıdır. İkincisi muhalefet hemen hemen iktidarın tüm yapıp ettiklerine itiraz etmekte hepsini yanlış bulmaktadır. Takdir edilmelidir ki, bu mantıkla bakarsanız, bir facia yaşandığında “bak ben haklı çıktım” demek beyaz kağıdın üzerine beyaz kalemle yazmaktan farksızdır. Ayrıca iki hafta önce kabul edilmiş olsa dahi bu önergenin faciayı önleme etkisi olmaz. Peki, önerge niçin bu kadar tekrar ediliyor: İktidara karşı farklı çevreleri bir “haklılık iddiası üzerinden” seferber etmek için.

İşin sosyal medya boyutuna gelince. Baştan söyleyeyim, sosyal medya modern hayatın bir gerçekliği. Olacak. Hakkında eleştiriler de. Kategorik bir itiraz olarak değil, bir eleştiri olarak bu mecrada, iktidar ilişkilerinde gitgide daha karanlık, daha saldırgan, daha argoya yönelen bir dil gelişiyor. İnsanlar birbirlerinin yüzüne bakarak nezaketle davranabilirler, bu tarz ilişki biçimi toplam siyasete de katkı yapar, fakat sosyal medya bu tür bir yüz yüzelikten uzak olduğu, kimliklerin saklanarak “her tür hakaret, iftira, aşağılama ve küfür” yapılabildiği için sonuçta mevcut siyasal ilişkilere de olumsuzluk olarak yansıyor. Özellikle acılar, ölümler, trajediler, “arkasına ölülerin acılarını aldığını ve böylelikle karşı konulamaz bir haklılıkla davrandığını” sanan kimi gafiller için saldırganlığın daha da arttığı olaylara dönüşüyor. Bu tür saldırgan dil sahiplerinin derdinin ve odaklandıkları konunun acı olmadığını, aksine siyasal pozisyonlarının bir uzantısı olarak o olayı kullandıklarını söylemek yanlış değildir. Çünkü ortak acılar “toplumsal dayanışmanın” unsurlarıdır aynı zamanda ve aklı selim sahibi insanların üzerinde doğurduğu etki böyledir. Fakat her halükarda “aklımda” denilen bir husumet, öfke, saldırganlık hali söz konusuysa, bu tür acılar hemen onun bir aracına, mukabil öç almanın vesilesine dönüştürülür. Ki sosyal medyadaki maskelilerin yaptığı budur. Kimlikleri görünmediği için “sosyal vicdanlarını” da askıya almış olan bu insanlar, en temel dürtüleriyle siyasal konumlarını tahkim etmeye yönelebiliyorlar. Şahsen sosyal medyanın bu tür kullanımının özgürlükten beklenen “toplumsal amaca” doğrudan ya da dolaylı bir katkı yapması düşünülemez.

Bir daha olmasın diye...

Son olarak bu tür olayları vesile kabul ederek, yine maskeli (buraya dikkat çekmek isterim) bir şekilde sokaklara dökülen, sağa sola molotof atan, sözde acıları paylaşan gruplara gelince. Bunlar, incecik siyasal makyajlarının altında bütün çıplaklığıyla holigan kültürünün olduğu çevrelerdir. Angaje oldukları siyaset adına madendeki ölülerin hayaletlerini arkalarına alarak “toplumal öfkeyi” kullanmak isteyenlerdir. “Kendi holiganları” olarak onların sırtlarını sıvazlayanlar, onları haber yapanlar, onlara onurlandırıcı sözler edenler, unutmasınlar ki, bu kültür mukabilini doğurmaya teşnedir ve çılgınlık, karşılıklı diyalektik bir ilişkiyle gelişir. O yüzden holiganlığı “demokratik siyasetin töleransla karşılanması gereken bir türü” zannetme “çılgınlığından” vazgeçmek, sokaklardaki teröre karşı çıkmak, siyasi konumu ne olursa olsun demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesin görevidir. Çünkü demokrasi aynı zamanda kurallı siyasal mücadelenin adıdır, meşruiyetinin en temel unsurlarından birisi budur. Sokak ise kuralsızlığın mekanıdır.

Hepimize düşen görev, bir daha Soma türü acılar yaşanmaması için işbirliği yapmak, bu güzel ülkeye ve insanlarına karşı pozitif bir istikamette sorumluluk üstlenmektir. Soma faciası karşısında iktidarı ve muhalefetiyle demokratik siyasetin iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum. “Bu ülke benim değilse kimsenin olmasın,” türü dürtüsellikle yürütülecek bir kampanya en başta sahipleri için zararlıdır. Çünkü bu ülke, negatif referanslara dayalı siyasal aklın yukarılara çıkamayacağı kadar bir gelişmişliğin ve siyasal aklın sahibidir.

[email protected]