Bağdadi operasyonu: Yeşil kuşağın çöküşü

Umut Berhan Şen / Yazar
2.11.2019

Dünya kamuoyu son bir haftadır, ABD tarafından özel operasyonla öldürüldüğü açıklanan DEAŞ terör örgütü lideri Ebubekir El Bağdadi’yi konuşuyor.


Bağdadi operasyonu: Yeşil kuşağın çöküşü

Bağdadi’nin daha evvel tam sekiz defa öldürüldüğü iddia edilmişti. Bu tür istihbarat operasyonlarında veya özel birlik operasyonlarda teröristlerin sağ ele geçirilip geçirilmediğini basına gelen açık istihbarat verilerinden veya canlı olarak yapılan yayınlardan ya da operasyona ait bant görüntülerden algılamaya çalışıyoruz. Bilgileri paylaşan kurum veya servisin, operasyona ilişkin bilgileri dürüst biçimde verip vermediği konusunda da bilgi sahibi değiliz. Bu durum, terör örgütü El-Kaide lideri Usame bin Ladin'in öldürüldüğü açıklanan operasyon için de Bağdadi operasyonu için de geçerlidir. Zira, özellikle CIA gibi analitik zekaya ve kontrespiyonaja dayalı çalışan istihbarat örgütleri, normal şartlarda, bu kadar önemli bilgilere sahip teröristleri canlı ele geçirmek için olağanüstü çaba harcarlar. En küçük detayı bile atlamazlar. Lakin, olağanüstü şartlarda hedefi canlı ele geçirmenin, başka türlü zorlukları vardır.  Ele geçirilen hedefin sahip olduğu sırlar, o ülkeye ilişkin siyasi ve istihbari dezavantajlar doğurabilir. Ayrıca başka bir bölgesel gücün, o teröristi ABD’den önce sağ olarak ele geçirme ihtimali, tüm politik dengeleri bir anda sarsabilir. Dolayısıyla bu tür operasyonlarda canlı ele geçirilen hedef, onu ele geçiren ülke için ciddi riskler barındırır. Tıpkı ABD’nin DEAŞ konusundaki özel sırlarını ortaya saçma ihtimali bulunan Ebubekir El Bağdadi gibi. Yakın geçmişte terörist başını Kenya gibi tehlikeli bir coğrafyada, çok zor ve başarılı bir istihbarat operasyonuyla sağ ele geçirmemiz, onun ağzından PKK terörüne ve bu terörü besleyen güç ve kaynaklara, iç ve dış mihraklara ilişkin pek çok sırrı öğrenmemizi sağlamıştı. Aynı durum yakın geçmişte, PKK terör örgütü yöneticisi Şemdin Sakık operasyonunda yaşanmış ve bu teröristin ağzından örgüte ilişkin pek çok mahrem bilgi elde edilmişti. Dolayısıyla, ‘ABD ordusu ve istihbaratı, sahip olduğu muazzam imkanlara rağmen, niçin bir nokta operasyonuyla Ebubekir El Bağdadi’yi sağ olarak yakalamadı?’ sorusunu haklı olarak soruyoruz. İkinci bir sorumuz daha var; bu tür operasyonlar daima Pentagon’da bulunan harekat merkezinde takip edilirdi. Trump’a dek tüm ABD başkanları, devletin diğer ileri gelenleri ile beraber Pentagon’daki harekat merkezinde uzun bir masa etrafında harekatı canlı olarak izler ve dünya kamuoyuna sıcağı sıcağına bilgi verirdi. Niçin bu operasyonda, artık Pentagon için gelenek haline gelmiş bu uygulamayı göremedik? Trump’ın Beyaz Saray'dan yapılan bir canlı yayında bunu kürsüden kısaca açıklaması ve operasyonla ilgili net olmayan ham görüntüleri servis ettirmesi son derece düşündürücüdür. Bağdadi operasyonuna ilişkin, kuşku ve şaibeye yer bırakmamak için, Donald Trump’ın, ABD devlet başkanı ciddiyetine uygun şekilde hareket etmesi beklenirdi.  Dolayısıyla, Türkiye olarak, hem DEAŞ’a hem de PYD-YPG terörüne karşı, büyük bir askeri harekat yürüttüğümüz süreçte, bu iki teknik soruyu sormamız aklın, mantığın ve vicdanın gereğidir.

DEAŞ’ın yeni hedefi Afrika

Bağdadi'nin öldürülmesinin hemen ardından akıllara gelen ilk soru şu;  Peki şimdi DEAŞ nasıl bir yol izleyecek. Geride kalan teröristler ne yapacak? Bu önemli sorunun cevabını kısa ve net biçimde vermeye çalışacağım.

Hatırlayalım;Afrika İstihbarat ve Güvenlik Hizmetleri Komitesi (CISSA) Genel Sekreteri Shimels Semayat, geçtiğimiz yıl yaptığı açıklamada, ‘Doğu Afrika ülkelerinin DEAŞ’ın yeni hedefi olduğunu’  kamuoyuna açıklamıştı. Semayat, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ndeki ayrılıkçı "Müttefik Demokratik Güçler" isimli grup ile Somali'deki Eş-Şebab örgütünün DEAŞ’la olan güçlü bağlantıları nedeniyle bölge için en büyük tehdit olduğunu da eklemişti. DEAŞ’ın 2019 yılının son çeyreği itibariyle, hem Irak hem de Şam’daki topraklarını kaybetmesi, son dönemde Afrika’ya doğru yönelmesine yol açıyor. Bu yönelimin temel nedeni şu; Afrika’daki devlet yapısının kırılganlığı ve ulusal orduların zayıflığıdır. (Afrika’nın birçok ülkesinde ordu mensuplarının sayısı 50 bini geçmemektedir) Zaten bu ordular, sınırların güvenlik kontrolünü gerçekleştiremiyor. Ülkeler arasındaki kabile bölünmesi de bir diğer unsur. İşte bu bölünme, kabile ve toplumsal koruma şemsiyesi altında bir ülkeden diğerine geçişi oldukça kolaylaştırıyor.

Trump’ın politik kaderi

Terör örgütlerinin genel olarak sahip oldukları bir kitle psikolojisi vardır. Lideri öldürülen bir örgüt ve bu lideri öldüren servis veya güç, yapılan operasyonun popülist bir yaklaşımla kullanmak ister. Bu bağlamda bu durumdan en azami biçimde faydalanacak olan kişi ABD başkanı Donald Trump’tır. Kuşkusuz Donald Trump, Bağdadi’nin ölümünü kendi şahsi başarısı gibi lanse edecek, gelecek seçimlerde büyük bir politik koz olarak kullanacaktır. (Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde ABD Temsilciler Meclisi, Trump hakkında azil soruşturması tasarısını onayladı. Trump’ın politik kaderinin ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.)

Şu gerçeği artık net olarak algılamamız lazım; DEAŞ terör örgütü, Ortadoğu’da ve Avrasya coğrafyasında istikrarsızlık ve kaos üretmek ve bu durumu gerekçe göstererek ABD’nin askeri müdahalelerini meşru kılmak için bir mızrak başı misyonu görüyordu. Bugün sonuç itibariyle, terör misyonunu tamamlayan DEAŞ’ın Ortadoğu ve Avrasya’ya ilişkin sürdürdüğü taşeronluk sona ermiştir. DEAŞ bu saatten sonra, büyük silah kartellerinin ticari menfaati gereği, Afrika’da kabile, din ve mezhep çatışmaları bahanesiyle yeni terör organizasyonlarına girişebilir. Ancak, şunu net olarak görüyoruz ki; Bağdadi’nin ölümü (bunu son defa duyduğumuzu ve bir daha yeni bir ‘Bağdadi öldürüldü’ açıklamasının yapılmayacağını düşünüyorum.) ABD’nin, Yeşil Kuşak Projesi’nin de bittiğinin göstergesidir. Şu detayı unutmamak gerek; yaşanılan son süreçte, bir diğer terör örgütü YPG’nin Batı kamuoyunda kendini aklaması ve meşru göstermesi DEAŞ’a bağlıydı. Ne yazık ki, bölücü terör örgütü bunu büyük ölçüde başardı. Bu durum, ABD’nin ve dolayısıyla Pentagon-CIA-CENTCOM üçlüsünün Türkiye’ye karşı, hibrit savaş yöntemiyle elde ettiği bir politik manevra başarısı olmuştur. Ancak, Türkiye olarak biz de ülkemize karşı yürütülen hibrit (karma-melez) savaşa karşı somut bir başarı elde ettik; El Bab operasyonundan Barış Pınarı’na dek geçen süreçte, mükemmel bir eşgüdümle çalışan güvenlik kurumlarımız olan TSK ve MİT tarafından, DEAŞ'ın inanç-moral-kuvvet direnci kırılmış ve geri toparlanması mümkün olmayan bir sürece girmiştir. DEAŞ’ın Ortadoğu’dan Afrika’ya kaydırılmasının bir diğer önemli nedeni de budur. Amiyane tabirle, ‘Ortadoğu’daki uzun süreli satrançta, Türkiye ve onun emperyal karşıtları arasındaki oyun henüz berabere sayılabilecek bir skorla’ devam etmektedir.

Temel ideolojik kavga

CIA eski Ortadoğu operasyon şefi Graham Fuller’in şu ifadelerini hatırlayalım; ‘Ortadoğu’daki temel ideolojik kavga esas itibariyle, sekülerizm ile İslamcılık arasında değildir. Sünnilik ve Şiilik arasında da değildir. Asıl kavga Sünniliğin bizzat kendi içindedir. Dahası tahmin edileceği gibi radikal İslam ile muhafazakar İslam arasında bir kavga da değildir bu; daha ziyade demokratik İslamcılık ile Müslüman otokrasi arasında bir mücadeledir. Türkiye ve S. Arabistan gelecek on yıllık dönemde Ortadoğu siyasetinde iki rakip ideolojik kutupbaşını temsil edebilirler. Biz Batı’dakiler bölge halklarının tutumları, değerleri ve özlemlerinin artan gücünü, günahı kendi boynumuza olmak üzere, ihmal ediyoruz.’ (Graham Fuller, Arap Baharı ve Türkiye, s. 35)

Yukarıda geçen bu ifadeler her şeyden evvel bir istihbaratçının sözleridir. İstihbaratta başarı için temel kural, istihbarat çarkının doğru ve sağlıklı yönetimidir. Geleceği görebilmek, muhtemel sorunlar hakkında önceden bilgi sahibi olabilmek, olayların gerçek nedenlerine ulaşabilmek, ancak sağlıklı istihbarat üretimi ile mümkün olabilir. Üretilen istihbaratın yayımı konusunda ise etkili toplum mühendislerinin, fikir adamlarının meydana getirdiği yazılı eserler, toplum nezdinde sonuç almak için belirleyici niteliktedir. Graham Fuller de yukarıda atıf yaptığımız eserinde bunu yapmaya çalışmıştır. Tıpkı daha önce kaleme aldığı ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ adlı çalışmasında olduğu gibi. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu kitaptaki tasarı ve planlara bir devlet aklı ve reaksiyonuyla karşı koymuştur. Bu bağlamda devletimiz, öncelikle FETÖ/PDY adlı terör oluşumuna yönelik başarıyla hareket geçmiş; bu süreçle eşgüdümlü olarak da bölücü terör örgütü PKK uzantısı PYD-YPG’ye karşı El Bab operasyonu ile harekata başlamış, Zeytin Dalı ile devam etmiş ve bugün kesin neticeyi almaya bizi çok yaklaştıran Barış Pınarı Harekatı ile nihai zafere yaklaşmış durumdadır. Bu neticeyi iyi analiz eden CIA-CENTCOM-PENTAGON’dan müteşekkil ABD yönetimi, Bağdadi’yi ortadan kaldırarak Yeşil Kuşak Projesi’nin de çöküşünü ilan etmiş durumdadır. Bundan sonraki süreçte yaşanılacak yeni gelişmeler, Türkiye için yeni güvenlik stratejilerinin ihtiyaç ve tespitini de beraberinde getirecektir. Fakat ihtimal, Ortadoğu’da etnik ve mezhep terörün, devletimize ve ordumuza karşı harekat kabiliyeti büyük oranda yok edilmiştir. Artık yeni bir dönemde ve yeni bir düzende, çıkarlarımızı korumak için harekete geçeceğimiz bir süreç başlıyor.

[email protected]