Bağdat tercüme hareketi Rönesans ile aynı kategoride ele alınmalı

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
10.02.2018

Bağdat’taki tercüme hareketinin Perikles Atina’sı, İtalyan Rönesansı veya 16. ve 17. yüzyıllarda gerçekleşmiş bilimsel devrimle aynı kategoride değerlendirilmesi gerektiğini düşünen Dimitri Gutas’ın incelemesi,sınırları halen tam olarak ortaya konamamış bu büyük entelektüel faaliyeti ele almak için iyi bir başlangıç.


Bağdat tercüme hareketi Rönesans ile aynı kategoride ele alınmalı

Abbasilerin İslam dünyasında yeni yönetici sınıf olarak Bağdat’ı kurup başkent ilan etmelerinin ardından, Bağdat’ta 8. yüzyıl ila 10. yüzyıl arasında gerçekleşen devasa kültürel tercüme hareketi, belki de dünya tarihindeki en kapsamlı, derin ve etkileri yüzyıl-lara uzanan bir entelektüel faaliyeti işaret eder. 19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış birçok oryantalist ve bazen de sözümona “yerli” araştırmacı bu tercüme hareketini antik Grek düşüncesi ile modern Batı arasında İslam medeniyetinin sadece bir “aracılık” yap-tığına, antik Grek düşüncesinin modern çağlara aktarımında İslam dünyasının sadece bir “köprü” vazifesi gördüğüne işaret sayıp bu entelektüel hareketin değerini azımsamaya çalışsa da 8 ila 10. yüzyıllar arasında olup biteni sadece böyle bir “nakl”e indirgemek, bu entelektüel faaliyetin azameti ve vüs’atini görmezden gelmeyle eşdeğerlidir.

İkinci klasik dil

8. yüzyılın ortalarından 10. yüzyılın sonuna kadar edebi ve tarihsel eserler dışında kalan Helenistik, Roma ve ilkçağ dönem-lerinden bugüne kadar astroloji, simya, aritmetik, geometri, astronomi, müzik teorisi, Aristoteles felsefesinin hemen hemen bütün konuları, tıp ve bütün sağlık bilimleri, askerlik sanatı ile ilgili Bizans yazmaları, popüler bilge söz derlemeleri, hatta şahin terbiye-ciliğiyle ilgili kıyıda köşede kalmış konularla ilgili tüm yazılar Grekçe’den Arapça’ya tercüme edilmiştir. Bu tercümeler Müslüman kültürün eleğinde yorumlanmış, yer yer eleştirilmiş, eksiklik ve kusurları belirlenmiş, tercüme yoluyla elde edilen birikim birçok zaman da aşılmıştır. Er-Razi’nin Galen’e, İbn’ül Heysem’in Batlamyus’a yönelik eleştiri risaleleri vardır. Aynı şekilde İbn Si-na’nın Aristoteles’le aynı görüşte olmadığı tüm konuları bir araya getirdiği el Hikmetü’l Maşrıkiyye eseri de önceki iki risaleye eklenebilecek bir kitaptır.

Dimitri Gutas, kitabında Arapça’nın tanıklığı olmadan klasik çağ sonrası dinsel olmayan Yunanca eserler konusunda araş-tırmaların ilerlemesinin çok güç olduğunu hatta bu bağlamda Latince’nin bile önüne geçerek ikinci klasik dil konumunda oldu-ğunu söylüyor. Bağdat’ta gerçekleşen bu tercüme faaliyetinin Yunan ve Arap filolojisinde ya da felsefe ve bilim tarihindeki öne-minin yanısıra elde ettiği birçok başarının da başka türlü açıklanması gerektiği üzerinde duran Gutas, bu hareketin kısa ömürlü, gelip geçici bir fenomen olmadığına işaret ediyor. Ayrıca bu tercüme faaliyetinin dar bir zümre tarafından değil, halifeler ve emir-ler başta olmak üzere, devlet memurları ve komutanlar, tüccarlar ve bankerler, müderrisler ve bilim adamları gibi toplumun he-men bütün seçkin unsurları tarafından da desteklendiğini belirtiyor. 150 yıllık devasa bir tercüme faaliyetinin para harcayacak yer arayan birkaç hayırseverin günün modasıyla giriştikleri bir teşebbüs olmadığına bilhassa değinen Gutas, bu faaliyeetin ka-musal ve özel çok büyük fonlarla desteklendiğini de vurguluyor.

Hamilton Gibb ve benzeri oryantalistlerin “büyük fikirler” ve “yasalar”la belirlenmiş teorik yaklaşımlarla “Yunan ruhu” ve “Arap zihniyeti” gibi bir kültür hakkında özcü ve şeyleştiriciliğe kolayca dönüşebilen bakışlara itibar etmeyen Gutas, tek başına hiçbir belirli çerçeve, olaylar grubu veya kişiliğin bu tercüme faaliyetinin sebebi olarak görülemeyeceğini belirterek, söz konusu faaliyetin iki temel unsurun bir arada ele alınışıyla açıklanabileceğini düşünüyor. Gutas’a göre bu unsurlardan ilki Bağdat’ın kuruluşu ve Abbasi halifelerinin Bağdat’a bir dünya imparatorluğunun yöneticileri olarak yerleşmesi iken ikincisi ise Abbasi hali-felerinin ve seçkinlerinin idaresi altında biçimlenen Bağdat toplumunun çok özel bir takım ihtiyaçlarıdır.

Tercüme hareketinin Perikles Atina’sı, İtalyan Rönesansı veya 16. ve 17. yüzyıllarda gerçekleşmiş bilimsel devrimiyle aynı kategoride ele alınması gerektiğini düşünen Gutas’ın incelemesi sınırları halen tam olarak ortaya konamamış bu büyük entelek-tüel faaliyeti ele almanın iyi bir başlangıcını teşkil ediyor.

Osmanlı Konya’sında aile yapısı nasıldı?

Toplumun çekirdeği olarak kabul edilen aile onun tüm niteliklerini örnek olarak içinde barındıran bir sosyal kurum olarak düşünülebilir. 600 yıl hüküm sürmüş Osmanlı Devleti’nin toplum yapısının kilit taşının da bu açıdan aile yapısı olduğu öne sürülebilir. 18. yüzyıl Konya’sındaki aile yapısını Tanzimat fermanı öncesindeki durumuyla ele almaya çalışan araştırmacı yazar Hayri Erten, Osmanlı Aile Yapısı isimli kapsamlı çalışmasında ailenin oluşum biçimlerinden temel öğelerine, aile tipolojilerinden ailelerin çözülme sebeplerine, anne ve çocuğu koruyucu müesseselere kadar birçok konuyu şeriyye sicillerinden derlediği bilgilerle yorumluyor. Osmanlı Aile Yapısı, Hayri Erten, Çizgi, 2017

Dil ve mitin kökenlerine dair 

20. yüzyılın başlarında etkili olan felsefi bir yaklaşımdı felsefi antropoloji. Max Scheler ile birlikte Ernst Cassirer’i de bu disiplinin önemli bir temsilcisi sayabiliriz. İnsanların bir realite dünyasında değil, bir semboller dünyasında yaşadığını düşünen Cassirer, kültürün, dinsel tasavvurların, kavramlaştırmaların yanısıra söz büyüsü ile mecazın gücünü de konu edinerek ‘dil’ ve ‘mit’ arasındaki ilişkileri ele alıyor. Kitabında dilin mi mite, mitin mi dile yol açtığını soruşturan Ernst Cassirer, üçüncü ihtimali de gözardı etmiyor. Belki de her ikisi birlikte tamamen başka bir ortak kökten türedi. Dil ve Mit, Ernst Cassirer, çev. O. Kuzgun, Pinhan,  2018

@uzakkoku