Balkan Barış Platformu: Türkiye'nin yeni dönem bölgesel diplomasi hamlesi

Zeynep Gizem Özpınar/ Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) Yönetim Kurulu Üyesi, Dış Politika Uzmanı
7.08.2025

Son yıllarda kriz diplomasisinde üstlendiği aktif rol sayesinde İstanbul, barış ve diplomasinin üretildiği stratejik bir merkez. Yani Ukrayna-Rusya ve İran-Avrupa müzakerelerine ev sahipliği yapan İstanbul'un, Balkan Barış Platformu için seçilmesi bu nedenle tesadüf değil. Platformun altı ayda bir toplanacak şekilde yapılandırılması, sürecin geçici bir inisiyatiften ziyade kurumsallaşmaya aday bir yapıya evrildiğini gösteriyor.


Balkan Barış Platformu: Türkiye'nin yeni dönem bölgesel diplomasi hamlesi

Zeynep Gizem Özpınar/ Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) Yönetim Kurulu Üyesi, Dış Politika Uzmanı

26 Temmuz 2025'te İstanbul'da düzenlenen Balkan Barış Platformu'nun ilk toplantısı, Türkiye'nin Balkanlar'daki çok yönlü dış politikasında yeni bir sayfa açıyor. Altı Batı Balkan ülkesinin katılımıyla gerçekleşen bu girişim, Türkiye'nin son yıllarda geliştirdiği diyalog odaklı diplomasi anlayışının somut bir tezahürü.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ev sahipliğinde düzenlenen toplantıya; Bosna-Hersek Dışişleri Bakanı Elmedin Konakoviç, Sırbistan Dışişleri Bakanı Marko Đurić, Karadağ Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı ErvinIbrahimović, Kuzey Makedonya Dışişleri ve Dış Ticaret Bakanı Timço Mucunski ile Arnavutluk Dışişleri Bakan Yardımcısı Silda Anagnosti Çepe katılım sağladı. Kosova ise Dışişleri Bakanı Donika Gërvalla'nın meclisteki kritik bir oturuma katılmak zorunda olması nedeniyle toplantıda İstanbul Büyükelçisi Agon Vrenezi tarafından temsil edildi.

Türkiye'nin Balkanlar vizyonu: Bölgesel sahiplenme ve kapsayıcılık

Türkiye'nin Balkanlar politikasının merkezinde barışın tesisi, çok taraflı iş birliğinin güçlendirilmesi ve bölge ülkeleri arasında kalıcı bir diyalog mekanizmasının inşa edilmesi yer alıyor.

Ankara'nın bu doğrultudaki temel yaklaşımı, dış müdahalelere bağımlı, tepeden inme çözüm modellerinin sınırlılıklarını aşarak bölge ülkeleri arasında doğrudan ve eşit temelli bir etkileşim zemini kurmak üzerine. Bu vizyon, yalnızca mevcut krizleri yönetmeyi değil, uzun vadede kalıcı istikrarı mümkün kılacak bölgesel bir bilinç ve ortak sorumluluk duygusu geliştirmeyi hedefliyor.

Türkiye'nin inisiyatifiyle 2025 yılında kurulan Balkan Barış Platformu, bu vizyonun kurumsal bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Platform, daha önce başarıyla uygulanan Türkiye-Bosna-Hersek-Sırbistan ve Türkiye-Bosna-Hersek-Hırvatistan üçlü mekanizmalarının kapsam ve işlev bakımından genişletilmiş bir devamı niteliğinde. Bu yapı, yalnızca ikili ya da üçlü ilişkiler üzerinden değil, çok taraflı ve kapsayıcı bir anlayışla Balkan ülkeleri arasında sürekli temas ve stratejik iş birliği kültürü oluşturmayı amaçlıyor. Türkiye bu çerçevede, bölgesel sorunlara dış aktörlerin müdahalesine dayanmadan, doğrudan ilgili ülkelerin katılımıyla çözüm arayışını önceliyor.

"Balkanlara Balkan çözümleri" ilkesi, bu bağlamda Türk dış politikasında yalnızca söylemsel bir tercih değil, sahada uygulanan somut bir strateji haline geliyor. Türkiye'nin Balkanlar'a yaklaşımı, yalnızca jeopolitik çıkarlar ekseninde şekillenmiyor. Aksine, tarihsel hafızaya ve beşerî bağlara dayalı bir anlayış da bu politikanın temelini oluşturuyor.

Osmanlı geçmişiyle şekillenen ortak kültürel miras, Türkiye'nin bölge halkları nezdinde dışsal değil, tanıdık ve güvenilir bir ortak olarak kabul edilmesini sağlıyor. Bu durum, Türkiye'nin geliştirdiği eğitim bursları, kültürel miras projeleri, kalkınma yardımları ve afet dönemlerindeki insani destek faaliyetleriyle daha da derinleşiyor.

Balkan Barış Platformu'nun kuruluşuyla birlikte Türkiye, bölge ülkeleri arasındaki yapısal güven eksikliğini aşmayı, iş birliğine dayalı bir gelecek inşa etmeyi ve bölgesel sahiplenme temelinde çözüm üretmeyi hedefleyen yeni bir diplomatik mimariyi devreye sokuyor.

Türkiye, "ağabeylik" rolü üstlenmeden, katılımcı, kolaylaştırıcı ve istişareye açık bir pozisyon benimseyerek, bölgesel barışın yalnızca dış aktörlerin değil, bizzat bölge ülkelerinin sorumluluğunda olduğuna vurgu yapıyor. Bu yönüyle Türkiye'nin Balkan vizyonu, hem dış politikada yapıcı arabuluculuk ilkesinin bir yansıması hem de çok taraflı, kalıcı ve bölge merkezli bir iş birliği modelinin inşası olarak görülmeli.

Platformun formatı: Resmiyetin ötesinde samimiyet

Balkan Barış Platformu'nun yapısal özellikleri, onu mevcut bölgesel iş birliği mekanizmalarından ayıran en önemli unsurların başında geliyor. Türkiye'nin öncülüğünde kurulan bu girişim, ilk aşamada resmiyetin katı kalıplarına bağlı olmayan, daha esnek ve katılımcı bir diplomatik format olarak kurgulanıyor. Bu yönüyle platform, klasik uluslararası örgüt mantığının ötesine geçerek, gerçek sorunlara doğrudan temas edebilen, katılımcılar arasında güven inşa edebilen bir model ortaya koyuyor.

İstanbul'un platformun merkezi olarak belirlenmesi, coğrafi konumunun ötesinde sembolik bir anlam da taşımakta. Türkiye'nin Balkanlar ile tarihsel ve kültürel bağları, İstanbul'un çok taraflı diplomasi için doğal merkez olmasını sağlıyor.

Son yıllarda kriz diplomasisinde üstlendiği aktif rol sayesinde İstanbul, barış ve diplomasinin üretildiği stratejik bir merkez. Yani Ukrayna-Rusya ve İran-Avrupa müzakerelerine ev sahipliği yapan İstanbul'un, Balkan Barış Platformu için seçilmesi bu nedenle tesadüf değil.

Platformun altı ayda bir toplanacak şekilde yapılandırılması, sürecin geçici bir inisiyatiften ziyade kurumsallaşmaya aday bir yapıya evrildiğini gösteriyor. Bu periyodiklik, katılımcı ülkeler arasında düzenli temas ve gündem takibi açısından önemli bir süreklilik sağlamak. Ayrıca toplantıların ilerleyen dönemde liderler düzeyine taşınması yönünde ortaya konan siyasi irade, platformun yalnızca dışişleri düzeyinde sınırlı kalmayacağını, bölgesel meselelerin doğrudan en üst düzeyde ele alınabileceği yüksek profilli bir diyalog zemini oluşturulmak istendiğini gösteriyor.

Gayri resmî niteliğine rağmen platformun bu düzeyde sahip olduğu organizasyon yapısı, onun ciddiyetini azaltmak yerine esneklik ve kapsayıcılık kapasitesini artırıyor. Resmi bağlayıcılığı olmayan kararların dahi, karşılıklı siyasi iradeyle hayata geçirilebildiği bir model, Balkan ülkeleri arasında güven artırıcı önlemler geliştirilmesi açısından önemli bir avantaj sunuyor.

Türkiye'nin çok boyutlu etkileşim alanları

Platformda ele alınan gündem başlıkları, Türkiye'nin bölgeye kapsamlı ve çok boyutlu bir stratejiyle yaklaştığını açıkça gösteriyor. Enerji güvenliği, ulaştırma ağları ve dijital altyapı gibi stratejik meseleler, Türkiye'nin bölgesel entegrasyonu önceleyen yaklaşımının temel unsurlarından.

Enerji arz güvenliği ve çeşitlendirme, ekonomik olmanın ötesinde jeopolitik bir öncelik haline gelmiş durumda. Bu bağlamda, Türkiye'nin enerji transit ülkesi konumu, Balkan ülkeleriyle bu alanda iş birliği potansiyelini artırıyor. Ulaştırma koridorlarının entegrasyonu ve dijital altyapı projeleri ise Batı Balkanlar'ın Avrupa pazarlarına ve küresel tedarik zincirlerine entegrasyonunu hızlandırabilecek temel alanlar. Türkiye, bu alanlarda ortak altyapı projeleri önererek, bölgeyi hem birbirine hem de Avrupa ve Asya arasında stratejik bir köprü haline getirmeyi hedefliyor.

Eğitim, kültür ve turizm alanında son yıllarda gözlemlenen ivme, Türkiye'nin yumuşak güç kapasitesini sistematik biçimde Balkanlar'da kullandığını gösteriyor. Türkiye Bursları, kültürel mirasın restorasyonu, ortak tarihi anlatıların güçlendirilmesi ve bilhassa artan Türk turist sayısı, halklar arası etkileşimi yoğunlaştırmakta ve uzun vadeli bir toplumsal yakınlaşma zeminini güçlendiriyor. Balkan ülkelerinde Türkiye'ye karşı oluşan olumlu kamuoyu algısı, büyük ölçüde bu yumuşak güç stratejisinin sonucu. Bu bağlamda, kültürel diplomasi, Türkiye'nin bölgedeki etkisini kalıcı ve kapsayıcı kılma yönündeki önemli araçlardan biri.

Savunma sanayii iş birliği başlığı ise Türkiye'nin bölge ülkeleriyle güvenlik alanında daha somut ve teknik temelli iş birliklerine yöneldiğini gösteriyor. Avrupa Birliği'nin aday ülkelere yönelik dışlayıcı nitelikteki bazı politikaları, Batı Balkan ülkelerinin savunma ve güvenlik alanında alternatif iş birliği arayışlarını artırıyor. Türkiye, bu noktada hem sahip olduğu teknolojik kapasite hem de NATO üyesi kimliğiyle, bölgeye cazip bir ortak olarak öne çıkıyor.

Platformda bu alanda gündeme gelen iş birliği fırsatları, sadece güvenlik kapasitesini artırmakla kalmayacak, aynı zamanda AB dışı savunma iş birliklerinin de nasıl geliştirilebileceğine dair yeni modeller sunabilecek.

Tüm bu başlıklar doğrultusunda Türkiye, Balkan Barış Platformu kapsamında kolaylaştırıcı rolün ötesine geçerek sahada etkin, yön gösterici bir aktör haline gelmiş; bölgesel meselelerde ortak politika üretme kapasitesini artırırken, ekonomik, sosyal ve güvenlik boyutlarını içeren çok boyutlu bir iş birliği mimarisi oluşturuyor.

AB-Türkiye-Balkan üçgeninde yeni dinamikler

Balkan Barış Platformu'nun hayata geçirilmesi, Türkiye'nin bölgeye yönelik dış politikasında proaktif ve çok taraflı bir yaklaşıma yöneldiğinin açık bir göstergesi olduğu kadar, Avrupa Birliği-Türkiye-Balkanlar üçgeninde yeni bir diplomatik denge arayışını da beraberinde getiriyor.

Türkiye'nin bu inisiyatifi, bazı AB çevrelerinde temkinli bir yaklaşım hatta örtük bir kuşku ile karşılanıyor. Mevcut tutumun temelinde, Brüksel'in uzun süredir Batı Balkanlar'da reform süreçlerinin yönlendiricisi, kalkınma gündeminin belirleyicisi ve en nihayetinde nihai hedef olan üyeliğin sağlayıcısı olarak "tek meşru koordinatör" rolünü üstlenmiş olması yatıyor. Bu çerçevede, AB dışı herhangi bir aktörün, üstelik bölgeye tarihsel bağlarla bağlı güçlü bir ülke olan Türkiye'nin, diplomatik bir platform oluşturması bazı AB ülkelerinde stratejik rekabet endişesine neden olabiliyor. Lakin Türkiye, bu platformun AB'ye alternatif bir yapı olmadığını, aksine AB'nin bölgedeki varlığını ve etkisini destekleyici, tamamlayıcı bir girişim olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Dışişleri Bakanı Fidan'ın platformun ilk toplantısının ardından yaptığı açıklamalarda, AB üyelik süreçlerinin halen Batı Balkan ülkeleri için temel stratejik öncelik olduğunu vurgulaması ve platformun bu hedefi destekleyici bir işlev üstleneceğini ifade etmesi, Türkiye'nin pozisyonunu netleştiriyor.

Genişleme sürecinin yavaş ilerlediği bir dönemde Türkiye, bu süreci yeniden canlandırmak adına bölgesel aktörlerin kendi aralarında eşgüdüm ve dayanışma içerisinde hareket etmesi gerektiğini savunuyor. Türkiye'nin önerdiği deneyim paylaşımı mekanizmaları, ortak vize ve gümrük politikalarına yönelik eşgüdüm çalışmaları ve özellikle AB fonlarının ortak projeler aracılığıyla daha etkin kullanılmasına yönelik fikirler, Türkiye'nin yapıcı ve bütünleştirici bir tutum benimsediğinin göstergesi.

Aday ülke olarak kendi müktesebat deneyimini aktarmaya açık olan ve diğer Balkan ülkeleriyle ortak pozisyonlar geliştirmeye çalışan Türkiye, bu yaklaşımıyla yalnızca AB perspektifini desteklemekle kalmıyor, bölgesel dayanışmayı da pekiştiriyor. Bununla birlikte, genişleme sürecindeki belirsizliklerin devam etmesi, Brüksel'deki siyasi irade eksikliği ve bazı üye ülkelerin genişlemeye karşı isteksiz tavırları, Batı Balkan ülkelerini alternatif ve tamamlayıcı ortaklara yöneltmekte. Türkiye, tam da bu noktada hem tarihsel yakınlık hem de siyasi esneklik sayesinde bu arayışlara cevap verebilecek en uygun aktörlerden biri olarak öne çıkıyor.

Üstelik Türkiye'nin, bölgeye yönelik dış yardımlar, yatırım projeleri, kültürel programlar ve siyasi istikrar çağrılarıyla somut varlık göstermesi, onu yalnızca alternatif değil, aktif ve sahada etkili bir ortak konumuna getiriyor.

Potansiyel riskler ve fırsatlar

Topluluğun geleceği, sahip olduğu yapıcı ve yenilikçi potansiyele rağmen birtakım yapısal ve siyasi risklerle karşı karşıya. Özellikle Kosova-Sırbistan arasında süreklilik arz eden gerginlikler, Bosna-Hersek'in iç siyasi bölünmüşlüğü ve Arnavutluk-Karadağ hattında dönemsel olarak ortaya çıkan anlaşmazlıklar, platformun karar alma süreçlerinde kırılganlıklara neden olabilecek başlıca faktörler. Bu durum, bazı ülkelerin ortak inisiyatiflere mesafeli yaklaşmasına ve sürece dair güven sorunu yaşamasına yol açabilir.

İlave olarak, platformun Türkiye'nin bölgesel nüfuzunu artırma hedefiyle kurulduğu yönündeki algılar, özellikle AB yanlısı çevrelerde ve bazı başkentlerde şüpheyle karşılanabilir;bu da sürecin kapsayıcılığını zayıflatma riski taşımakta. Lakin tüm bu potansiyel risklere rağmen, Balkan Barış Platformu, doğru yönetilmesi halinde bölgesel iş birliği, ekonomik bütünleşme ve güven inşası açısından önemli fırsatlar sunuyor.

Platformun kurumsallaşması ve düzenli diyalog mekanizması haline gelmesi, bölgedeki milliyetçi refleksleri yumuşatarak diplomatik bir güvenlik mekanizması işlevi görebilir. Üstelik Türkiye'nin bu girişimi AB ile çatışmacı değil tamamlayıcı bir çerçevede yürütmesi, Ankara'nın bölgedeki rolüne yönelik algının Brüksel nezdinde dönüşmesine de katkı sağlayabilir.

Türkiye'nin hem aday ülke deneyimini paylaşması hem de platform aracılığıyla bölge ülkeleriyle birlikte reform sürecini desteklemesi, AB'nin zayıflayan genişleme perspektifine yeni bir dinamizm kazandırabilir. Dolayısıyla, Balkan Barış Platformu bölgesel diyalogun kurumsallaşmasına ve Türkiye'nin çok yönlü diplomatik kapasitesinin stratejik bir kaldıraç olarak kullanılmasına imkân sunuyor.