Balkanların tahta kılıçlı fatihi

Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi
8.10.2021

Sarı Saltık, İslâm dinini yayarken gazâ ideolojisinin yanı sıra istimalet politikası da benimsemişti. Dönemin pek çok dervişinin de uyguladığı üzere bu politikanın temelinde, dini kılıç zoruyla değil de hoşgörü siyaseti izleyerek özendirme yahut bölgedeki halkın kutsal kabul ettiği şahsiyetlerin menkıbelerini sahiplenmek suretiyle onun yerini alma düşüncesi yatmaktadır.


Balkanların tahta kılıçlı fatihi

Toplumlar kadim zamanlardan beri efsaneleri ve kahramanlık destanları ile var olurlar. Bu efsaneler bazen gerçekler ile iç içe girer, gerçek ile efsane arasındaki fark ayırt edilemez olur. Efsanelerin türetilmesinin temel nedeni ise, milletlerin ruhlarına hitap eden duygu, düşünce ve siyasetin ana malzemesini oluşturan şahsiyetlerin toplum inşasında başlıca etken olmasıdır. İşte böylesi efsane ile gerçek arasında hayatına dair bilgiler birbirine karışan önemli şahsiyetlerden birisi de Sarı Saltık'tır. Yunus Emre'nin bir dizesinde "Yunus'a Saltuk u Tapduk u Barak'tandır nasib" şeklinde zikrettiği, birisini daha önce yine bu sayfalarda yazı konusu yaptığımız tarikat silsilesindeki üç şahsiyetten birisi olan Sarı Saltık, hayatı hakkında menâkıbnâme/destan kaleme alınan ender şahsiyetlerden birisidir.

Hayatına dair en kapsamlı ve akademik monografinin sahibi, Selçuklu ve Osmanlı sosyal tarihçiliğinin duayen ismi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'ın ifadesiyle; "Popüler İslam'ın Balkanlar'daki Efsanevi Öncüsü" olan Sarı Saltık, Osmanlıların Balkanlar'a geçişinden yaklaşık üç çeyrek asır önce Dobruca merkezli olarak Balkan coğrafyasında faaliyet göstermiş, bölgenin Türkleşmesi ve İslâmlaşması için gayret sarfetmiş bir gazi dervişti. Hayatından bahseden kaynakların hemen hepsinde gazî-derviş, alp-eren, mübarek zat ve ermiş gibi sıfatlarla tavsif edilmiş, bilhassa Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Cem Sultan'ın emriyle, şeyhin hayatını anlatmak amacıyla Ebu'l-Hayr Rûmî tarafından yazılan Saltuk-nâme'de onun kahramanlıkları efsaneleştirilerek anlatılmıştı.

Hamza'nın emaneti

Saltuk-nâme'de Sarı Saltık'ın, rüyasında Hz. Peygamber tarafından kendisine kuşandırılan kılıcın yanı sıra, İran mitolojisindeki Dahhâk'ın ve Hz. Peygamber'in, gösterdiği kahramanlıklar sayesinde "Allah'ın arslanı" lâkabını kazanmış olan amcası Hz. Hamza'nın kılıcına sahip olduğu ileri sürülmekteydi. Yine bu esere göre, Sarı Saltık'ın asıl adı Şerif Hızır olup babası Hz. Hüseyin'in annesi ise Hz. Hasan'ın soyundan gelmekteydi. Sonradan güçlü bir şekilde temsil edileceği Bektaşî geleneğine göre ise, Sulucakarahöyük civarında koyun çobanlığı yapan Sarı Saltık, Zemzem Pınarı'nda karşılaştığı Hacı Bektaş Veli'ye intisab etmiş, bir süre sonra, şeyhinin emriyle, yanında Ulu Abdal ve Kiçi Abdal isimlerini taşıyan iki yoldaşı daha bulunduğu halde hizmet amaçlı olarak Rum iline gönderilmiş, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltık'ı Rumeli'ye gönderirken "Seni Rum ülkesine saldık" dediği için de Saldık/Saltık ismini almıştı. Tarihsel gerçeklik olarak ise o, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus'un talebi üzerine Dobruca bölgesine göç eden bir Türkmen babasıydı. Kardeşi Rükneddin IV. Kılıç Arslan ile yaptığı mücadeleyi kaybeden II. İzzeddin Keykâvus, 1261 yılında Moğol baskısının da etkisiyle Bizans'a sığınmak zorunda kalmış; İmparator VIII. Mihael Paleologos, aynı zamanda yeğeni olan bu Selçuklu hükümdarını Dobruca bölgesine yerleştirmiş, onun Anadolu'dan bazı Türkmen aşiretlerinin getirilmesi talebini de olumlu karşılamıştı. Sultan'ın davet ettiği bu aşiretlerden birisinin reisi önemli bir Türkmen aşiretinin reisi de olduğu anlaşılan Sarı Saltık'tan başkası değildi. İdaresi altındaki yaklaşık 12 bin Türkmen ile Balıkesir'den Dobruca'ya gelen şeyh ölümüne kadar Selçuklu sultanına hizmet etti. Sultan, imparator tarafından isyan girişiminde bulunduğu gerekçesiyle hapsedildiği zaman Dobruca bölgesinde faaliyet gösteren Sarı Saltık, daha sonra Altınordu hükümdarı Berke Han'ın daveti üzerine II. İzzeddin Keykâvus ile birlikte Kırım'a gitti. Yaklaşık 15 yıl süren bir ikametten sonra, Sultan 1278/79 yılında vefat edince, Möngke Temür'ün izniyle Dobruca'ya geri döndü.

İstimalet politikası

Hayatından bahseden kaynakların hemen hemen tamamı, Sarı Saltık'ın kafirlere karşı cihad eden bir gazi derviş olduğu konusunda hemfikirdirler. O bazen bizzat sefere çıkarak, bazen de keramet ve keşif yoluyla gazilere yardımcı olmuş, ölümü de yine bu savaşlardan birisinde aldığı yaralar nedeniyle vuku bulmuştur. Onun bu savaşçı kimliğine gerek hayatından bahseden en eski kaynak olan Tuffehu'l-Ervâh'ta gerekse Saltuk-nâme'de sıkça vurgu yapılır ve İslâm tarihi içerisinde kahramanlıkları ve cengaverlikleriyle ün salan Hz. Ali, Hz. Hamza ve Seyyid Battal Gazi ile özdeşleştirilir. Sarı Saltık, meşhur tahta kılıçlı dervişlerin en belirgin isimlerinden birisi olarak karakterize edilerek, onun İslâm dinini yaymak için bizzat müridleriyle birlikte savaştığı, savaşçı bir derviş olduğu hususu üzerinde durulur.

Sarı Saltık, İslâm dinini yayarken gazâ ideolojisinin yanı sıra istimalet politikası da benimsemişti. Dönemin pek çok dervişinin de uyguladığı üzere bu politikanın temelinde, dini kılıç zoruyla değil de hoşgörü siyaseti izleyerek özendirme yahut bölgedeki halkın kutsal kabul ettiği şahsiyetlerin menkıbelerini sahiplenmek suretiyle onun yerini alma düşüncesi yatmaktadır. Bu sayede, ele geçirilen bölgedeki Hıristiyan azizleri ile özdeşleşecek olan derviş kısa süre sonra yerli halkın benimsediği bir şahsiyet haline gelecek, İslâm'a sempati duymalarını sağlayacaktır. Sarı Saltık'ın da sık sık rahip kıyafetine bürünerek bir manastır yahut kiliseye gidip rahiplerin dilinden konuşmasının, İncil veya Tevrat'tan ayetler okumasının, teolojik tartışmalara girip onları kendisine hayran bırakmasının temelinde bu düşünce yatmaktadır. Zira, o daha sonra gerçek kimliğini açıklayıp vaaz verdiği Hıristiyanların Müslüman olmalarını sağlamaktadır. Benzer şekilde, Sarı Saltık'ın bir defasında Şem'un b. Harkil, bir keresinde de Konstantinopolis'te Aya Dimitri suretine girdiğinden söz edilir. Gayet tabii olarak, bu kadar farklı suretlere girebilen bir dervişin, farklı milletlerin dillerini de bilmesi beklenir ki, Saltuk-nâme'de bu konuya da değinilerek şeyhin on iki dili okuyup yazabildiğine vurgu yapılır.

Ejderha menkıbesi

Sarı Saltık'ın hayatından bahseden kaynakların hemen hepsinde, üzerinde en fazla durulan hususlardan birisi şeyhin, halka rahatsızlık veren bir ejderhayı öldürmek suretiyle bir bey yahut kralın kızını kurtarmasıdır. Sarı Saltık'a ait türbelerin bulunduğu hemen her bölgede yaygın olarak bilinen hatta makamlarından birisine adını veren bu ejderha menkıbesine göre, şeyhin kazandığı bu başarısından oldukça etkilenen halk toplu halde İslâm dinini benimsemiştir.

Sarı Saltık, gazî-derviş kimliğine sahip bir Türkmen reisi olarak günümüzde tekke ve türbelerinin bulunduğu coğrafyayı kapsayan Babadağ ve Dobruca bölgesi başta olmak üzere Balkanlar ve Altınorda hakimiyet sahasında yer alan Deşt-i Kıpçak bölgesinde faaliyet göstermişti. Osmanlı tarihçisi Kemalpaşazade, şeyhin Diyar-ı Bulgar, Eflak, Kara Boğdan (Moldavya), Akkerman ve Kili havalisine akınlar yaptığını yazarken Saltuk-nâme yazarı ise bu sahayı Balkanlarla sınırlı tutmayıp dünyanın pek çok bölgesine yayar. Bu menkıbeler bir araya getirildiğinde ise, şeyhin kudreti dünyayı saran bir kutb olduğu çağırışımı okuyucunun zihninde belirmiş olur. Osmanlı Devleti'nin en ihtişamlı döneminde kaleme alınan Saltuk-nâme'deki bu motifler bir anlamda bu devletin sahip olduğu cihan hakimiyeti mefkuresini Sarı Saltık üzerinden dini-tasavvufi bir havaya da büründürmektedir.

Sarı Saltık'ın temsil ettiği tasavvufi kimliği konusunda muhtelif görüşler öne sürülür. O Hıristiyan ahali tarafından bir Hıristiyan keşişi yahut rahibi olarak algılanmış, ölümünden hemen sonra bilhassa Saint Georges ile özdeşleştirilmiştir. Saltuk-nâme'de ise onun Sünni kimliğine vurgu yapılmış, onun ölmek üzere iken müridlerine namaz kılmaları, oruç tutmalarını ve salih amel işlemelerini tavsiye ettiğini belirtilmiş, benzer şekilde Evliya Çelebi de şeyhin rahip değil, mücahid bir gazi-derviş olduğunu ve onun hakkında şüpheye düşenin günahkâr olacağını söyleme ihtiyacı hissetmiştir. Saltuknâme'de yer alan bazı ifadeler Sarı Saltık'ın Kırım'a geldiği dönemde üç yüz abdalıyla birlikte kendisi için yapılan tekkeye yerleştiğini ve daha sonra dilenmek amacıyla şehre çıktıklarını haber vermektedir. Sözü edilen dönemde bu tür bir dilenme şeklinin sadece Kalenderîyye ve onun türevi olan Haydarîyye tarikatı mensuplarınca benimsenmesinden hareketle Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık'ın ve müridlerinin kuvvetle muhtemel bu anlayış ve yaşam tarzına sahip oldukları kanaatine varmıştır. Sarı Saltık'ın mensubu olduğu tarikata dair bir diğer görüş bu konudaki en eski kaynaklardan birisi olan Tuffehu'l-Ervâh'ta yer almaktadır. Bu eserin yazarına göre, Sarı Saltık, Şeyh Mahmud isminde bir şeyhin müridi olup, adı geçen bu zat ise Ümmü Ubeyde'deki Seyyid Ahmed er-Rifâî tekkesinden feyz almıştır. Dolayısıyla Sarı Saltık da bir Rifai dervişidir. Bu bilgiler ışığında Sarı Saltık'ın Kalenderî dervişi olduğu fikri ağır basmakla birlikte Rifai geleneğe mensubiyeti de ihtimal dışı tutulmamalıdır. Ancak her ne olursa olsun şeyhin aşkın bir cezbe sahibi, dünya malına karşı mesafeli duran ve İslam dinin yayılması için gayret sarf eden bir mutasavvıf olduğu muhakkaktır.

Günümüzde Romanya sınırları içerisinde yer alan Babadağ'da faaliyet gösteren ve vefatından sonra buradaki türbesine defnedilen Sarı Saltık'a ait çok sayıda mezar bulunmaktadır. Tapduk Emre ve Yunus Emre örneğinde de görüleceği üzere bu mezarların çokluğu adı geçen mutasavvıfların halk nezdinde gördükleri sevgi, saygı ve itibarın da bir tezahürüdür. Bektâşî geleneğindeki yaygın inanışa göre, Sarı Saltık ölümüne yakın müridlerini toplamış, onlara salih amel işlemelerini ve namazlarını terketmemelerini tavsiye ettikten sonra "vaktiyle müslüman ettiğim krallar gelip beni kendi ülkelerine götürmek isterler, bu yüzden beni on iki yerde isterler" demiş ve ölümünden sonra yedi tabut hazırlamaların tenbih ederek, bu tabutların hepsinde de kendisinin olacağını ilan etmiştir.

Sarı Saltık'a ait çok sayıda türbe arasında en yaygın bilineni ve muteber olanı Babadağ'daki tekkede yer alan türbesidir. Bunun haricinde Kaliagra, Babaeski, Kruja, Metochia, Ohri, Korfu, Mısır, İznik, Kütahya, Bor, Diyarbakır ve Hozat'ta ona izafe edilen türbe veya mezarlar bulunmaktadır.

İsmi geçen bu şehirlerin/kasabaların hepsinde Sarı Saltık'a ait güçlü bir sözlü literatür mevcuttur. Mesela, Arnavutluk'ta Kruja'da anlatılan bir efsaneye göre; vaktiyle Kruya'da bir ejderha ortaya çıkmış. Geceleri şehrin yukarısında yer alan bir mağarada uyuyup, gündüzleri yakınlardaki bir kilisede güneşlenir, her gün şehir halkından kendisi için sunulan bir insanı yiyerek beslenirmiş. Eğer bu isteği yerine getirilmezse, şehri altüst etmekle tehdit edermiş. Birçok genç bu ejderhayı öldürmek istemişse de sonuçta başarılı olamamış. Nihayet bir gün kurban olma sırası Kruya kralının kızına gelmiş. Tam da o gün, şehre ak sakallı, Sarı Saltık adında yaşlı bir derviş gelmiş. Kız ağlayarak, ejderhanın kendisini teslim alacağı dağa doğru çıkarken, yaşlı derviş onu görmüş, peşinden giderek niçin ağladığını sormuş. Durumu öğrenince de korkmamasını, kendisinin de onunla birlikte geleceğini söylemiş. Birlikte, gün henüz batmadan ejderhanın yaşadığı mağaranın yanına varmışlar. Her yer ejderhanın nefesinden dolayı cehennem gibi sıcakmış. İhtiyar derviş, doğruca ejderhanın yanına giderek elinde tahta kılıcı olduğu halde ona meydan okumuş. Ejderha üç defa Sarı Saltık'ın üzerine saldırdıysa da bir sonuç elde edememiş. Derviş, tahta kılıcıyla ejderhanın üzerine saldırınca, daha önce bu tarz bir hareketle karşılaşmayan ejderha korkup mağaraya kaçmş. Onun peşinden mağaraya giden derviş, kılıcıyla ejderhanın yedi başını da kestikten sonra dilini de keserek çantasına koymuş. İhtiyar derviş sayesinde ejderhanın elinden kurtulan kız babasının yanına giderek olup biteni anlatmış. Kızının kurtuluşuna çok sevinen kral, her kim kurtardıysa, kızını onunla evlendireceğini ilân etmiş. Pek çok kişi bu işi kendilerinin yaptığını iddia etmişlerse de ispat edememişler. Kız ise, sabırla gerçekte kendisini kurtaran dervişin ortaya çıkmasını beklemiş. Sonunda yaşlı dervişi getirmişler. Fakat hiç kimse onun bu yaşlı haliyle ejderhayı öldürebileceğine inanmak istememiş. Fakat kız kendisini kurtaranın bu ihtiyar olduğuna şahitlik etmiş. Bu arada Sarı Saltık da çantasındaki ejderha dilini ortaya çıkarmış. Gerçeği anlayan kral sözünü tutup, kızını dervişle evlendirmek istemiş. Fakat o kendisinin evlenemeyeceğini, ancak ejderhanın mağarasında yaşamasına izin verilmesini ve her gün kendisine yemek gönderilmesini rica etmiş. Kral bu istediği memnuniyetle kabul etmiş ve Sarı Saltık o günden sonra mağarada yaşamaya başlamış. Bu şekilde ejderin mağarasında yaşamaya başlayan Sarı Saltık, belli bir süre sonra bölgeden ayrılmak zorunda kalmış. Bunun sebebi de kralın adamlarının, bir tahta kılıçla kocaman, yedi başlı bir ejderhayı öldüren, dağı ikiye bölen bir dervişin kendilerine de kötülük yapabileceği endişesiyle kralı ikna ederek, şeyhten kurtulmaya karar vermeleri ve bu konuda bir plan yapmalarıymış. Sarı Saltık, her gün kendisine yemek getiren ve müridi olan bir şahıs sayesinde aleyhinde düzenlenmesi planlanan komployu haber almış ve derhal Kruya'dan uzaklaşmaya karar verip, üç adımda Korfu'ya geçmiş. Adım attığı her yerde ayak izi kalmış, bu izler kutsal kabul edilerek üzerlerine birer tekke yapılmış. Bu ayak izlerinden birisi de hemen şehrin girişindeki ormanlık alan içerisinde bulunanıymış.

Not: Kısa süre önce Niğde seyahatim sırasında bana mihmandarlık eden değerli meslektaşım Prof. Dr. İlyas Gökhan, Niğde'nin Bor ilçesinde yer alan türbenin Sarı Saltık'ın gerçek türbesi olduğunu, Saltuk-nâme'nin en eski nüshasının Bor Kütüphanesinde bulunmasının da bunun en önemli delili olduğunu söyleyerek Sarı Saltık'ın yeri ile ilgili tartışmalara yeni bir boyut getirmiştir.

[email protected]