Barack Obama’nın yanlışı

Abdülkadir Özkan / YAZAR
9.04.2016

Hakaret, tehdit, yalan ve iftira hiçbir zaman “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilemez. Cürmün “basın özgürlüğü” kisvesi altında işleniyor olması ise kişinin “suç işlediği” gerçeğini örtbas etmez. Ayrıca Batılı siyasetçilerin bu konuyu eleştirirken “iğneyi önce kendilerine batırmaları” gerekiyor.


Barack Obama’nın yanlışı

Birleşik Devletler Başkanı Barack Obama’nın Washington’da AFP Haber Ajansı’ndan Andrew Beatty’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ilişkin yönelttiği “sipariş” soruya verdiği cevap Türkiye’nin hiç hak etmediği kadar “ağır” suçlamalar içeriyordu. Başkan Obama her ne kadar doğrudan Türk medyasına yansıyan “sertlikte” ifadeler kullanmamış olsa da cümle içinde kullanırken seçtiği “kelimeler” özü itibariyle sorunlu.

Son zamanlarda özellikle Batı’da Türkiye’yi itibarsızlaştırmak için planlı yürütülen yoğun bir “algı operasyonu” var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “otoriter” bir lider olduğu algısını uluslararası arenada sistematik bir şekilde yerleştirmeye çabalayan “üst akıl” bulduğu her boşluğu en ince ayrıntısına kadar değerlendirmeye özen gösteriyor. Türkiye’de muhalif kesimlerin baskı gördüğü, özgürlüklerin kısıtlandığı, baskı, zulüm ve istibdat dönemi uygulamalarının sahnelendiği bir Türkiye algısını hakim kılmak isteyen bir “operasyon” bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden Türkiye’yi Batı toplumlarının gözünde küçük düşürmeyi, ötekileştirmeyi ve yalnızlaştırmayı hedefliyorlar.

Türkiye’de gazetelere çok yoğun bir baskı uygulandığı, gazetecilerin hapislerde “çürümeye yüz tuttuğu” bir ülke imajı hızla hafızalara yerleştirilmek isteniyor. Ancak dikkatlerden kaçan bir nokta var. Yahut özellikle dikkat edilmek istenmeyen bir nokta bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik en “galiz hakaretleri” her gün çarşaf çarşaf yayımlayan medya organlarının yayın hayatına devam ettiği bir ortamda nasıl oluyor da “otoriterlik” suçlamasıyla muhatap oluyoruz? Devlet başkanına hakaret bütün gelişmiş demokrasilerde -Fransa hariç- suç kabul edilirken Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği için devam eden yargılamaları “otoriterlik” tanımı içinde göstermeye gayret sarf etmek “algı operasyonunun” boyutunun ne kadar büyük olduğuna işaret ediyor. Avrupa ve Amerika’da devlet başkanına hakaret ve tehdit beş yıla kadar hapis cezası ile tecziye edilirken Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na her türlü hakaret, karalama ve tehdidin cezalandırılması ve hatta yargılanıyor olması “basına ve özgürlüklere” baskı olarak okunabiliyor.

Başkan Obama’yla ilgili sadece sosyal medya ortamlarında hakaret ve tehdit içerikli paylaşımlarda bulunanların başlarına neler geldiğini bir kaç örnekle hatırlatmakta fayda var; Johny Spencer, 2010 yılında “Tetikçi” başlıklı bir şiir paylaşımından ötürü Başkan’a suikast girişimde bulunacağı endişesiyle Kentucky’de 33 ay hapse mahkum oldu. Brian Dean Miller, 2010 yılında internetteki “İnsanlar, devrim zamanı gelmiştir. Şimdi Obama’yı öldürme zamanı. Bundan böyle bütün hayatımı Obama’yı ve Federal hükümet görevlilerini öldürmeye adıyorum” şeklindeki paylaşımından ötürü Teksas’ta 27 ay hapis cezasına mahkum oldu. Yine 2010 yılında 77 yaşındaki Michael Stephen Bowden, Başkan Obama’nın Afrikalı Amerikalılara yeterince yardım etmediği eleştirisi nedeniyle tutuklandı. 2014 yılında, 26 yaşındaki Brandon Raup ise facebook üzerinden Başkana hakaret ettiği, hükümetle ilgili komplo içerikli görüşlere sahip olduğu iddiasıyla tutuklandı; akli melekelerinde zaaflar olduğu gerekçesiyle Psikiyatri kliniğine yatırılan Raup’un, uzunca bir süre ailesi, arkadaşları ve avukatıyla görüşmesine müsaade edilmedi.

İfade özgürlüğünün sınırları

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak burada önemli bir başka noktayı kaçırmamak gerekiyor; Amerikan Anayasası’nın birinci maddesi her türlü “politik fikrin” özgürce, hiçbir engellemeye maruz kalmaksızın ifade edilebilmesine olanak sağlasa da Başkan Obama’ya hakaret ve tehdit -sosyal medyada da olsa- cezasız kalmıyor. Yani, Birleşik Devletler Mahkemeleri, devlet başkanına tehdit ve hakareti ifade özgürlüğü içinde görmüyor. Başkan Obama için yasal ve meşru olan bir şey, söz konusu Cumhurbaşkanı Erdoğan olunca neden “kaygı verici” gelişmeler olarak tanımlanabiliyor? Batı’nın çifte standardını, Türkiye’ye bakışını, durduğu yeri anlamak ve anlamlandırmak için önemli.

Batılı siyasilerin son zamanlarda “basın ve ifade özgürlüğü” sorunlarına dair verdikleri en yaygın örnek ise Can Dündar ve Erdem Gül davası. Başkan Obama’nın konuşmasında “kaygı verici” bulduğunu ifade ettiği bölüm de muhtemelen bu davaya ilişkin. “Gazeteciliğin yargılandığı” algısının yerleştirilmeye çalışıldığı bu dava sebebiyle Türkiye, Batı’da pek çok suçlamayla karşı karşıya kalıyor. Ulusal güvenlikle ilgili bir konuda “yayın yapan” Can Dündar ve ekibinin, stratejik ve siyasi olduğu kadar ahlaki sorunlar içeren haberde Türkiye’nin DAEŞ’le doğrudan işbirliği yaptığı yönündeki propagandaya malzeme üretmek amacıyla gazetesini ve kalemini bir “araç” olarak kullandığı açık ve net olarak görülüyor. Sonrasında yaptığı açıklamalarla ise söz konusu şahıslar bu gerçeği zımnen kabul ediyor. Kirli bir propagandanın parçası olmuş bir “gazete ve gazetecinin” an itibariyle meşruiyetinin sorgulanması elzemdir. Bu konuda Türkiye’yi eleştirenlerden 2012 yılından bu yana Londra’da Ekvator Büyükelçiliği’nde hapis hayatı yaşayan Julian Assanage’a yahut CIA gizli belgelerini sızdırmakla suçlanan Edward Snowden’e ilişkin de aynı duruşu sergilemeleri beklenir. Ancak söz konusu Batı’nın kendi ulusal güvenliği olunca duruma daha bir “hassas” yaklaştıkları görülüyor.

Sonuç olarak; hakaret, tehdit, yalan ve iftira hiç bir zaman “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilemez. Cürmün medya marifetiyle “basın özgürlüğü” kisvesi altında işleniyor olması ise kişinin “suç işlediği” gerçeğini örtbas etmeye yetmez. Batılı siyasetçilerin Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilişkin getirdikleri eleştirilerde “iğneyi önce kendilerine batırmaları” gerekiyor. Aksi halde sadece inandırıcılıklarını kaybetmekle kalmıyor, savunageldikleri “eşitlik ve adalet paradigmasının” salt onların temsil ettiği “ırka” ait olduğu gerçeğini bir kez daha bütün dünyaya ifşa etmiş oluyorlar.

[email protected]