Barış beyazdır, istemeyeni ele verir!

Sait Mürsel Çeşitcioğlu / Galatasaray Üniversitesi
12.10.2013

Barış süreci gösterdi ki karanlık bir odada yakılan kibritin evi yakmasından milliyetçi saiklerle endişe edenlerle, ampül yoksa karanlıkta kalmayı tercih eden sol maksimalizm neticede aynı safa düştü.


Barış beyazdır,  istemeyeni ele verir!

Her değerli şey gibi barış da kolay elde edilmeyen ve meşakkati hak eden bir gerçeklik. Habil, Kabil ile savaşmaktansa kendi canını feda ettiği günden beri tarih sayısız kez en kötü barışın savaştan iyi olduğunu öğretti. Tarihin insanlığa öğrettiği bir diğer gerçek ise, savaştaki güvercin kalemlerin bomba, mermi, duman arasında hem kirlenmişlik hem de yaralanmışlıkları sonrası barışta güvercin olmalarının zorluğu idi. Zira güvercinlerin kir ve yaralardan arınabilmesi için hem yağmura ihtiyaç vardı hem de güvercinlerin damlalarla ıslanabilmesi lazımdı.

Türkiye biraz ümit biraz kaygıyla tarihi bir heyecan yaşıyor. Bu heyecan, Babı Ali fırsatçılığından ya da twitter narsizminden farklı saikleri barındırıyor. En azından bizim mahallede. Yozgatlı ultra milliyetçi taksici Celal Abi, bol sinkaflı ve terörü anlattığı monologunun sonunu şöyle bitirdiğine göre: “Gazi torunu bu Celal Abin, vatan ve millet uğrunda şehitler veren bir aileden. Ama Güneydoğu’daki halka yapılan zulümleri de biliyor. Görüşsünler, bir çözüm bulsunlar, benim zoruma gitmez. Aylardır ocaklara ateş düşmüyor, analar ağlamıyor ya, gerisi teferruat.” Söz konusu vatansa gerisi teferruatın, söz konusu insan hayatıysa gerisi teferruata dönüştüğü bir dönüm noktası bu. İnsan onuruna kuru kuru güzellemelerin yerini, sosyal hayatın gerçekliklerinin aldığı bir hakiki dönüşüm. Berber Erdoğan Usta için de durum farksız. Dükkanını Osmanlı tuğrası, bayrakla donatan Orta Anadolulu Erdoğan Usta’ya tıraş olduğumda radyodan Kardeş Türkülerin Kürtçe şarkısı çalıyor ve çırak radyonun sesini artırıyordu. Vanlı Selim’in bakkalına girerken  “Rojbaş”, aldığım ekmekle çıkarken ona “Spas” diyebildiğim yeni bir heyecan bu. Düğünlerinde “Genç Osman” çaldığında bozkurt işaretiyle oynanan akrabaların liseli çocuklarının telefon müziğinin Aynur Doğan’ın Kece Kurdan’ı , “Dar Hejiroke”si olabildiği bir normalleşme. 

Görmemek için bakmak!

Barış somutlaşmaya evrildiği andan itibaren köşelerini, yazılarını fikrisabit yorumlarla dolduranların ve ergen pesimistliğiyle süsleyenlerin toplumsal karşılığının gün geçtikçe azaldığı bir yeni Türkiye var çünkü. Köydeki Hüseyin dedenin tarladan geldiğinde uydu kanallarından Mısır’daki darbeyi takip ettiği, günlük internet ortalamasının epeyce yüksek ve 32 milyondan fazla facebook kullanıcısının olduğu bir ülkede; usta kalemliğin yeni yetme bir blog yazarı tarafından harcanabildiği bir sosyal değişimi idrak edemeyenler malesef kendini aşırı önemseme sendromu (spotlight effect) yaşayabiliyor.

Barış süreci gösterdi ki karanlık bir odada yakılan kibritin evi yakmasından milliyetçi saiklerle endişe edenlerle, ampül yoksa karanlıkta kalmayı tercih eden sol maksimalizm neticede aynı safa düştü. ‘Edisonvari bir siyasi aklın ampülü icat etmesi’ gerektiğini ve hatta ‘doğru Edison’u bulmayı salık verenler;  insanların çoktan kendi kibritleriyle odayı aydınlatmaya başladığını, tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihinden farklı olarak siyasi iradenin de ampül için çabaladığını görmemek için bakıyor. Ülkedeki ultra Türk milliyetçisi partinin bile artık bir açıklamasında “Biz Kürt kardeşlerimizin kendi anadillerinde şarkı söylemelerine karşı değiliz” dediğini duysa, şiddete platonik aşkının hayal kırıklığıyla günbegün depresyona giren sol entelijansiya için Ahmet Kaya “Entel Maganda”yı Kürtçe söylerdi herhalde. Çünkü “amasız demokrasi”nin önemini, darbelerle sandığın birçok kez ırzına geçilmesi sonrası anlayan rafine demokratların, “ama, fakat, lakin”lerle dolu rafine barışseverliği yeni kuşaklarda 140 karakterden fazla bir anlam ifade etmiyor artık. Kategorik ayrımların belirsizleştiği ve katı ideolojik aidiyetlerin zayıfladığı bir ülkede barışın sosyal ve siyasal zemini birbirini besliyor. Barışa dönük her ümit, daha fazla ihtimam ve hassasiyet doğuruyor. Hatta bazen bir şarkı, bir hikaye ya da fotoğraf, geçmişten gelen yapay önyargıları bitirebiliyor. Tek taraflı bir dönüşümden de bahsetmiyoruz. Van’da TOMA’ya taş atarken, aniden TOMA’nın çamura saplanması üzerine durup onu oradan çıkaran eylemcilerin ve onlara öncülük eden Vanlı Kamuran’ın videosu bile başlı başlına bir kesittir. Yeter ki duygusal bir ayrışma koridoruna girilmesin, bir milletler mezarlığı olan Anadolu’da siyasetin bulanık suları vicdanları kirletmesin.

Uzlaşmaya sırt çeviren maksimalist tutumlar ve sosyalist bilinçaltından gelen eşitlik fetişizmi barış sürecine zarar veriyor bile olsa, Türk ve Kürd’ün ittifakıyla belki tüm Ortadoğu’ya sulh-u umumiyi akıtabilecek bir tarihi fırsat var karşımızda. Üniversite amfilerindeki self-oryantalizmin, her şeyin en doğrusunu bildiğini seküler amentülerle ezberleten asırlık jakobenizmin ve  Shekaspeare, Spinoza, Can Dündar, Turgut Özakman’ı milkshake niyetine karıştıranların kadim Şark’ın Mem û Zîn, Hespê Reş, Melayê Cizîr Divanı, Münazarat gibi miraslarını görmezden gelemeyeceği uzun ince bir yola girildi zira.

Evet; sosyal değişimle, sivil inisiyatiflerle, pozitif bir aktivizm ve dille kamuoyunu ikna ve çözümü olgunlaştırmak, değişimin bu kadar hızlı yaşandığı bir Türkiye’de nedense 30 yaş üstü kimi siyasilere zor gelebiliyor. Facebook grubu kurmak için Zuckerberg yetiştirmek yerine devletin önce facebook diye bir site tasarlamasını beklemek ise; haliyle sosyalist geleneğin tarihi çelişkilerinden biri. Hatta politik arenada tam bir kamuculuk diğer yandan sokaklarda boy gösteren haklı şiddetle(!) eylemler üzerinden dayatmacı yaklaşım barış pilavındaki kaşıkları çatlatabiliyor. Oy oranları, siyasi hesaplar, kişisel imaj kaygıları, iddia kuponu oynar gibi analiz yapan stratejistlerin gayretkeşliği, yılların barışsever, şimdinin çözümkovar yazarlarının süreci itibarsızlaştırmaları derken çok taraflı bu adımlar yavaşlayabiliyor. 

Desthevgirdin: El ele vermek

Her şeye rağmen ümitvarız ve ümidimizi güçlü tutmak için sayısız sebep var. Zira Türk ve Kürt’teki sayısız ortak nokta; aslında hamasi nutukları veya ümit kıran gelişmeleri aşacak bir derinlik, köklülük ve hakikilik barındırıyor. Nasıl ki süpermarketler yerine otogarlarda çuvallarla, bidonlarla insanların memleketlerinden getirdiği bulgurun, unun, yağın, peynirin mutluluk indekslerine, yaşam kalitesi verilerine tam yansımadığı bir ülkede yaşıyorsak din, gelenek ve kültürün siyasi çözümlerde geçmişte pek görünürde olmadığı ama sosyal bir mayayı oluşturduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Kürt sorununa dönük çözüm adımlarının manevi yönünün, manevi dinamiklerinin zenginleştirilmesi ölçüsünde hızlanabileceği de bir süreç bu. En önemlisi, işte şimdi Anadolu’nun manevi dinamiklerinin, bin yılı aşkın köklere dayanan sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin sulh için inisiyatif alma zamanı. 

Tarihin akışı da sulha ve ittifaka mecbur etmektedir, kolayca “dış güçler yara kaşıyor” vs. dememek için yeni yaralar açmamak, önceki yaraları tedavi etmekten başka çare yoktur.  Evladını kaybeden anaların düşünceleri ve hissiyatı esas belirleyicidir; onlar üzerinden siyasi fırsatçılıklar artık hükümsüzdür. Samimi ikazları, öneri ve yapıcı katkıları dikkate alma gerekliliği yanında barışın kirlenmemesi için vicdanların, insafların  el ele vermesinden başka yol da kalmamıştır. Ne olursa olsun Ahmet Kaya’yı Fransa’ya,  M. Akif’i Mısır’a, N. Hikmet’i Rusya’ya, F. Gülen’i ABD’ye, K. Burkay’ı İsveç’e fiili sürgün ettiren bir paradigmanın cenaze namazında kavga, gürültü ile çözüme kir, leke bırakmak; barış gibi temiz ve bembeyaz bir sayfayı kirletmektir. Hem barış beyazdır, beyaz ise çok çabuk kirlenir; hem de beyaz renk lekeyi daha net gösterir. 

[email protected]