Barış gelsin Ser Çawan

EKMEL GEÇER / Loughbrough Üniversitesi - İngiltere
5.10.2013

Doğu ya da Güneydoğu Anadolu illerini gezme ve oralarda yaşayanlarla vakit geçirme şansınız oldu mu hiç? Bahse girerim gidişinizde de dönüşünüzde de onlarca anı biriktirir ve o samimi alakayı ve güzelim mekânları gördükten sonra aynı pişmanlık ifadesini kullanırdınız: “Keşke daha önceleri gitseydim.”


Barış gelsin  Ser Çawan

Sahi Kürtçe bir başlığın çevirisine gerek olmalı mıydı Türkiye’de? Yani Kürtçe kelimenin üstüne bir dipnot işareti koyarak aşağıya bir yere anlamını yazmalı mıydı? Bilinmeme ihtimali elbette anlaşılırdı da ‘görmezden gelme’ ve ‘yok sayma’ tavrını nasıl makul gösterebilirdik? Mardin’de doğmuş olsaydık, ya da Konya Mardin gibi olsaydı veya başkentte bütün Türkiye dilleri öğretilseydi?Beş yaşına gelen her çocuk en az üç dil konuşabiliyor olsaydı; Arapçayı, Kürtçeyi ve Türkçeyi; fena mı olurdu? Gidin Brüksel’e mesela üç farklı dil konuşuluyor bir şehirde ve isteyen bu dillerin herhangi birinde eğitim görebiliyor.

Başlıktaki ser çawan, oraların; yani bizim Batman’ın, bizim Amed’in, Urfa’nın ve de bir anne müsaadesini Peygamberi görmeme pahasına da olsa önemsemiş Veysel Karâni’nin beldesinin, yani Siirt’in ve ‘dört dağ içinde’ki Bingöl’ün en çok kullanılan ifadesidir. Ziyaretinden inanılmaz haz aldığım bir bilgeden öğrenmiştim bunu.

“Ser seran değildir oğul o, ‘ser çawan’dır.’Çaw’ yani göz;’ser’e, yani başa nispetle daha incinesidir.Kafana bir taş atılsa ufak bir kanamayla geçiştirebilirsin ama gözüne değen en zayıf bir sertlik onu kaybetmene sebep olabilir. Göz daha hassastır. Bizler bu hassasiyeti misafirlerimize ve her iyi olana vermeye değer buluruz. Ol nedenle ‘ser çawanhatın’ deriz;lakin bazen ikisini de feda eder ‘ser seran u ser çawan’ diye de ekleriz.”

O şehirlerde misafire ne denli bir alaka ve gönüldaşlıklakıymet verildiğini bilmiyor, duymuyor değildim elbet. Ama bunca ilgi çok mutlu ediyor insanı. Hem “sev(il)mekten kim usanır” ki? Bir gurup insan düşünün ki hiçbir akrabalık bağınız yok, bırakın onu tanışıklığınız dahi olmamış. Ancak her gittiğinizde, gözlerinizin içindeki memnuniyet ışığını görünceye dek etrafınızda koşturacak ve ‘evim evinizdir’ diyerek size kalplerinin bütün köşelerini açacaklar.

Urfa’da, yanımdaki yaşlıca amcaya misafirperverliklerinden duyduğum memnuniyeti belirtmek için teşekkür ederek “ne hoş bir karşılama bu” dedim. Nasıl cevap verdi sizce? Buyurun:

“Hoşluk bizden değil; bizi ziyaret etme inceliğini gösteren misafirlerimizdendir.”

Ezildim adeta. Durun, bununla ilgili anlatmam gerekenbaşka bir nezaket örneği daha var. Baktım ki, bize refakat eden, bizi ağırlayan o kıymetli yürekler’ser çawanhatın’ ifadesini kısa aralıklarla tekrarlıyorlar. Yanımdakilere bunun sebebini sordum. 

Meğer oralarda, ev sahiplerinin bu ifadeyi sık kullanmalarının nedenlerinden biri de misafirlerin gelmesinden duydukları memnuniyeti ifade etmek içinmiş. Hem bu sevinci paylaşmak hem de misafirin kendisini rahat hissetmesini sağlamak için ‘ne iyi ettiniz de geldiniz’ anlamında sürekli ‘vay qurbanhun ser çawanhatın’ derlermiş. 

Bütün bunlara rağmen; gün gelecek onların size ‘başım üstüne geldiniz’ dediğini anlama zahmetine bile kapılmadan, yüreklerindeki samimiyeti hissetmeden ‘git Türkçeyi öğren de gel kardeşim’ deme cüretinde bulunacaksınız. Dokunmaz mı böyle bir tavır zülfiyâre?

Dokunmuş olmalı ki şimdi bambaşka bir umut var sözlerinde. Türküler eskisi kadar içli ve hüzün dolu değil. Tamam, orijinali Kürtçe olan ‘kınayı getir ana’ türküsü hâlâ ağlamaklı belki; ama anadan ayrılmanın hangisiacıklı olmuyor ki? Daha ritmik türküler söyleniyor sanki. Mesela ‘lorke hanım’ çağrılıp ‘keré bine penirhurke’ diyerek peynir getirmesi söyleniyor. Ardından, ‘canécanédilemin pir xweşeweremeydané’ ritmiylehalay çekiliyor.

Yine de bir şey itiraf etmeliyim. Kınayı getir ana türküsünün aslının taşıdığı kültürel motifler daha güçlü ve hikâyesi daha dokunaklı. Üstelik o kadar geçiyor ki insana, bir düğünün sevinci ve gelinin hüznü o kadar nazenince işleniyor ki... Ne mi söyleniyor ‘hine binin’ yani ‘kınayı getir’in Kürtçesinde? Bence açın ve(başkaları da okumuş ama)Rojda’dan dinleyerek sözlerine bakın. Ben bu yazıyı yazarken öyle yaptım. Tanıdık gelecek,çünkü bestesi aynı. 

Tabi Kürtçe türküleri Türkçeymiş gibi lanse etmiş olmamız da ayrıca konuşulmalı. Mesela o yörelerde, gelini, ‘berbu’lar, yani önceden belirlenmiş ve genelde damadın akraba ve tanıdıklarından oluşan bir grup bayan almaya gelirmiş. Maalesef bu esnada damat bey de evde beklermiş, zira gelin alayının içinde olması ayıplanırmış. 

Yazık ama değil mi? Adamın düğünü oluyor, kendisi gelinini almaya gidemiyor. 

Berbûhatınbermalé

Rabebukadelalé

Ha dilandilandilan

Çıbukekidelal e

Zawa bu xwedimalé

Oysa ne güzel olurdu değil mi? Tam da düğünlerde söylendiği gibi, ‘oğlan bizim kız bizim’. Kürtçe de bizim Türkçe de. Kınayı getir de bizim hine binin de. Minik Serçeyi de dinleriz Aynur’u da. Niye mesela Gönül Yarası filminde Aynur’un o muhteşem sesiyle mırıldandığı ‘héjir a çiya’ türküsünden vazgeçmeli ki insan? O da en az ‘ikinci bahar’ kadar lezzetli değil mi? Ya da, Neşet Ertaş’ı dinleyip ardından neden ŞiwanPerver’i dinlememeli ki? Evet, ‘ah’ geliyor her defasından böyle dilime. Ahmet Kaya; ‘biz senin neler çektiğini bilemedik’ işte. Sahi nasıl bir anlayıştı ki müzikte dahi uzaklaştırdı bizi bizden? Daha da fenası harflere dahi ideoloji yükleyen bir yaklaşım nasıl açıklanabilirdi ki? Bitlis’i,Batman’ı, Diyarbakır’ı,Urfa’yı anlatıyordum değil mi? Bir görebilseniz oradakilerin teveccühünü, bir dinleyebilseniz sözlerindeki umudu...  Duaları var barış için. Âminleri var uzunca, ‘olsun’ diye. Gidemedikleri köyleri ve erişemedikleri gelecekleri içinhayalleri var. Bir de o muhteşem ifadeleri...

“Barış gelsin, ser çawan.”

[email protected]