Barışa Çanakkale harcı

Emine Uçak Erdoğan / Yazar
23.03.2013

Öfkemizi, acımızı, korkularımızı, endişelerimizi tıpkı Çanakkale öncesinde yaşandığı gibi bir kenara bırakıp; ‘bu topraklarda yüzyıllardır birlikte oluşumuzdan gelen ortak yazgımıza’ bir kez daha sıkıca sarılmalıyız.


Barışa  Çanakkale harcı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Çanakkale ruhuyla şekillenen milliyetçilik”... “Bizim millet anlayışımızın, milliyet anlayışımızın, milliyetçilik anlayışımızın çerçevesi, sınırları Çanakkale’de çizilmiş, milliyet kavramı Çanakkale’de ruhunu, özünü, kökünü bulmuştur” sözleriyle barış süreci sırasındaki kavramlaştırmalarına bir yenisini ekledi: Nevruz’da silahlar için sınır dışı çağrısı yapan Öcalan’ın mektubunda da benzer vurgular vardı. Bu çözüm sürecinin önemli bir zihniyet değişikliğine tekabül ettiğinin de göstergesi bir bakıma. Sadece çatışmalı dönemi değil, ona gelinen sürecin en başındaki yanlışı düzeltmeyi hedefleyen bir zihniyet değişikliği.

Çanakkale ruhundan oluşan milliyet kavramını; bugünkü durum üzerinden düşünmek, güçlü bir tahayyül oluşturmuyor çoğu kişinin zihinde. Hatta bu kavramlaştırmayı; Türkiye’deki tüm toplulukları, inançları içinde barındırmadığı düşüncesiyle korkutucu bulanlar olabilir.

Ama Çanakkale’nin yaşandığı günlerdeki refleks tam da bir millet olma refleksidir. 

Seferberlik emriyle Çanakkale’ye koşan Anadolu halklarının tümü devletçi bir refleksle değil; millet olma bilincinin gereğiyle hareket etmiştir. Sadece Kürtlerin değil, tüm etnik unsurların refleksi bu yöndedir. 

Kürt civanlar şehid oldu 

Çanakkale Savaşı’nın çok bilinmeyen portrelerine baktığımızda bunu daha iyi görebiliriz. 

Cemilpaşa Ailesi’nin Çanakkale Savaşı’ndan 90’lı yıllara kadar yaşadığı süreç; Kürt meselesinin ne olduğunun ve nasıl şekillendiğinin yaşanmış tarihidir aynı zamanda.  Adını Siirt ve Yemen mutasarrıflığı yapan Ahmed Cemil Paşa’dan alan bu ailenin Avrupa’da eğitim gören veya hayatını sürdüren gençleri; Birinci Dünya Savaşı öncesinde halifenin yaptığı seferberlik çağrısıyla İstanbul’a dönüp cepheye gitmekte hiç tereddüt etmemiştir. Çanakkale cephesinde savaştıktan sonra gittiği Bağdat çöllerinde şehit düşen Şemseddin Bey, 1913 yılında kurulan Kürt Talebe-i Hevi Derneği’nin kurucusudur aynı zamanda. Ailenin o yıllarda yurt dışında olan 6 genci; savaş başlayınca hemen yurda dönüyorlar ve değişik cephelere gönderiliyorlar. İbrahim Halil Bey ve Mehmet Naim Efendi, Çanakkale’de, Besim Bey Kafkas Cephesi’nde, Şemseddin Bey ise yukarıda belirttiğim gibi Bağdat cephesinde şehit düşer. 

Aynı ailenin Cumhuriyet yıllarındaki akıbeti; uzun yıllar süren ona yakın sürgündür.  90’lı yıllarda ise, Cemilpaşa’nın torunu Felat Cemiloğlu Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı iken, PKK’ya yardım ettiği gerekçesiyle Diyarbakır Cezaevi’nde korkunç işkencelere tabi tutulur, cezaevinden çıktığında; dışkı yedirildiği anların zihninden silinememesini tüm dişlerini sökerek atmak ister. 

Mıgırdiç Dikranyan; Galatasaray Lisesi’nde ikinci sınıf öğrenci iken; talebelere seferberlik emri şart koşulmadığı halde gönüllü gider cepheye, Çanakkale’nin ardından gittiği Doğu Cephesi’nde şehit düşer. Okul ve futbol kulübündeki birçok arkadaşı gibi.  

‘Çanakkale milleti’

Bunlardan biri de, öğretmeni Ruşen Eşref Ünaydın’ın “dünya şıklığına, şöhretine ve unvanına düşkün olmayan, o veli ruhlu imanlı ve o çelik yapılı Celal, maça mukaddes cihada girer gibi girerdi. İşte savaşa da en az yüksek maça girer gibi girdi ve şan meydanında şehit kaldı” şeklinde anlattığı Kürt Celal’dir. Ki Celal ilk gönüllülerden olmak için geceden sıraya girmiştir askerlik şubesinin kapısında. Aynı okulun mezunu Agop Elmaysan da 60 yaşındayken gönüllü doktor olarak katılır Çanakkale Savaşı’na ve orada şehit düşer. Çanakkale Savaşı bunun gibi nice gönüllü olarak cepheye giden birbirinden farklı portrelere zemin olmuştur. Ama bazı portreler özellikle yok sayılmıştır, bazıları öne çıkarılmıştır sonrasında. 

Kürt milliyetçilerinin, gayrımüslim talebelerin diğer milliyetlerdeki yaşıtları gibi gönüllü olarak cepheye gittiği bir millet olma hali vardır Çanakkale’de. 

Bu millet olma halinde; cephenin öbür tarafında sömürgeleştirdiği kalabalıklara büyük vaadler vererek veya onları mecbur bırakarak Çanakkale’ye toplayanlar gibi bir durum değil; tartışmalarını, hesaplaşmasını o an bırakarak tüm farklılıklara rağmen bu topraklarda uzun yıllar aynı yazgıya ortaklık etmenin getirdiği ünsiyetle hareket etme hali vardır. 

Yine aynı şekilde devlet kademesinin başka hesaplarla savaşa giriliyor olması; milletin bütün yapısıyla, genç, yaşlı, kadın erkek bütün bu hesapların ötesinde gönüllü bir şekilde cephede ve cephe gerisinde elinden geleni yaptığını gölgeleyemez. Büyük çoğunluk için ümmet olmanın gereğidir yapılan; bugün artık yeni coğrafi çizimlerle sınırlanan zihinlerimizle kolaylıkla anlayacağımız zaman ve mekan üstü bir ruhtur. Bu ruhun içinde Anadolu’nun kadim halkları olan Ermeniler, Süryaniler ve diğer gayri Müslimler de vardır. Savaşın sonrası onlar için Kürtlerden daha yakıcı olmuştur ne yazık ki. 

Bu zaman ve mekan üstü ruh, tehcirlerle, sürgünlerle, zulümlerle, yok sayılmalarla, yasaklarla dağıtıldı. Birliği bırakın bir arada olmaya bile tahammül edemeyen zihniyetler şekillendirdi. 

Ama çok şükür ki; aynı yanlışta ısrar etmeyi devlet bilinci olarak görmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Ve bu iktidarın Kürt meselesinin çözümü konusunda kararlılıkla başlattığı süreçte;  büyük çoğunluk için yüzlerin bir Nevruz zamanında uzun zamandır olmadığı kadar umuda döndüğü bir ortamı soluyoruz. 

Acıyla örtüşen tarih

Süreci ‘baldıran zehiri içmeyi’ göze alarak başlatan Başbakan Erdoğan’ın; çok tartışılan vatandaşlık ve milliyet kavramlarını Çanakkale üzerine bina etmesi; ihtiyacımız olan duruş ve sorgulama için iyi bir çıkış kaynağı olduğunu düşünüyorum. Bu yılki Çanakkale anmaları bu konuda 2008 yılında Çanakkale Savaşı’nda Kürt Civanlar isimli bir kitap yazmış benim için ayrıca yakıcı Kürt meselesinin çözümü ve normalleşme konularında nerede olduğunu bizzat deneyimleme şansı da verdi. Kitabın çıktığı yıllarda Kürt kelimesini bir kitap kapağında görmek kolay kabullenilir bir durum değildi, hele de Çanakkale gibi kimilerinin bu topraklardaki varlığını diğerlerinden daha üstün görmesi için kullandığı bir zafer için. Ajanslar kitapla ilgili haberleri geçmek istememiş, bazı dağıtıcı firmalar da kitabı dağıtmayı kabul etmemişlerdi. Çanakkale’de Kürtlerin özellikle savaşmadığı konuşuluyordu tartışma programlarında, bugün ise, Diyarbakır Valiliği’nin Çanakkale anmasıyla ilgili Kürtçe pankartlar hazırladığı bir dönemdeyiz. Gerçi halen tartışmayı bu şekilde yapan ve paranoyalar üreten yok değil; ama paranoyaları çok tahammül dereceleri az olan bu zihniyetler giderek azalıyor. 

En başta vurguladığım gibi; milliyet kavramının Çanakkale üzerine yani inanç birliği üzerine bina edilmesi özellikle Müslüman olmayanlar için korkutucu gelebilir. Öcalan’ın görüşme notlarında Ermenilerle ilgili söyledikleri bu korkuyu; hükümet ve Kürtlerin bu konuda birleştiği düşüncesiyle artırmış olabilir. Bu sebeple; zikredilen ortak ruhun bütün inançları hatta inançsızlıkları içinde bulunduracak bir yurttaşlık zemini oluşturma çabasıyla sürdürülmesi gerekir. Bunun yolu da hazırlanması Meclis’te devam eden sivil anayasanın ve süren barış görüşmelerinin Çanakkale ruhunun; resmi tarih ve tek tipleştirme operasyonları sebebiyle uğramadığı cumhuriyete sirayet etmesinin sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Sadece Kürtler için değil tüm etnik kimliklerin rahatça ifade edilebildiği, kimlik ve kültürel haklarını elde ettiği en önemlisi adaletle tesis edilen gerçek bir demokrasinin yeniden tesis edilmesiyle Çanakkale ruhuna tekrar kavuşulmuş olunabilir. Aslında bunun Başbakan ve hükümet tarafından da böyle algılanıyor olduğunu gösteren çok güzel bir gelişme yaşadık geçtiğimiz günlerde. Yargıtay’ın onamasıyla Hazine tarafından el konulan Süryaniler’e ait olan Mor Gabriel Manastırı arazilerinin geri verilmesi için Başbakanlık’ta bir komisyon oluşturulmasından söz ediyorum. Kadim bir kültürün hakkı olan arazileri yeniden veriyor olmanın sevindirici bulunması tuhaf ama yargı yoluyla yapılmış büyük bir hukuksuzluğun gideriliyor olması çok önemli bir gelişmedir.   

Tarihin yeniden şekillendiği bugünlerde; bu coğrafyada daha önceden yaşananları o günkü atmosferle değil bugün baktığımız yerden tahlil etmemizin, yaralarımızı sarmaya ve barışı umut etmeye bir katkısı olmayacak ne yazık ki. Yapmamız gereken yaşananları o günkü durum içinde tüm yönleriyle görüp; aynı yanlışların tekrarlanmaması için sürecin sağlıklı ve kapsayıcı şekilde yürümesi için bulunduğumuz ortamlardan desteğimizi sürdürmektir. Çünkü bıçak sırtında yürüyen bu süreci baltalamak için gerekirse silah kullanabilecek kadar çözüm istemeyenlerin var olduğunu da Ankara’da yaşanan son patlamalarda gördük. 

Bu kötü niyetli girişim ve sabotajları bertaraf etmek istiyorsak; öfkemizi, acımızı, korkularımızı, endişelerimizi tıpkı Çanakkale öncesinde yaşandığı gibi bir kenara bırakıp; ‘bu topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşanmışlıktan gelen ortak yazgımıza’ bir kez daha sıkıca sarılmalıyız. 

[email protected]