Barışçıl bir ortamın tesisinde dinlerin rolü

Prof. Dr. Mahmut Aydın / 19 Mayıs Üniv. Öğr. Üy.
17.01.2015

Günümüz dünyasında yaşanan çatışma ve şiddet uygulamalarına baktığımızda bunların temel nedenlerinin dini inançlar değil, siyasi ve ekonomik nedenler ile hegemonik baskılar olduğunu görmekteyiz.


Barışçıl bir ortamın tesisinde dinlerin rolü
Dünya ölçeğinde son üç on yıldır yaşanan şiddet içerikli çatışmalara baktığımızda geçmişte olduğu gibi günümüzde de dini duygu ve düşüncenin çatışma, kavga ve savaşları körüklemek, meşrulaştırmak ve haklı çıkarmak için kullanılmaya devam edildiğini görmekteyiz. Dahası tarihte 11 Eylül trajedisi olarak nam salan 11 Eylül 2001 tarihinde ve sonrasında yaşanan terör saldırılarısonrasıdin ve şiddet arasındaki karmaşık ilişki daha yoğun olarak sorgulanmaya başlamıştı. 7 Ocak 2015 tarihinde kimi kesimlerce Fransa’nın 11 Eylülü olarak da nitelendirilen Charlie Hebdo adlı karikatür dergisine yönelik terör saldırısı ise din ve şiddet arasındaki ilişkini yeniden dünya gündemine taşımış ve şu soruların yüksek sesle dillendirilmesine yol açmıştır. Kutsal metinler, şiddet içeren bir dinsel dünya görüşünü destekler mi? Kutsal metinler, bağlılarını diğer din mensuplarına şiddet uygulamaya sevk etmekte midir? Dinlerin inanç ilkeleri, şiddet kullanımını gereklimi kılmakta yoksa taraftarlarınca yapılan şiddet eylemlerini meşrulaştırmak için mi kullanılmaktadır? Dinlerin hiyerarşik yapısı şiddet içermelerine yardımcı olmakta mıdır? Bu ve benzeri sorulara verilecek yanıtların ışığında dini duyguların nasıl şiddet malzemesi yapıldığı veya diğer bir ifadeyle dinlerin şiddeti meşrulaştırmak için nasıl kullanıldığı yönündeki sonuçlar, gelecekte oluşturulması amaçlanan huzur dolu bir dünya için son derece önemlidir. Bundan dolayı benzer sorulara yanıt bulmak için her din mensubu kendi dinsel geleneğini yeniden gözden geçirerek ve söz konusu gelenekte şiddete yol açıp açmadığını veya nasıl şiddet malzemesi yapılığını ortaya koymak ve gerekli tedbirleri almak zorundadır. 
 
Din-şiddet ilişkisinin yoğun olarak tartışıldığı günümüz dünyasında mevcut terör eylemlerinin yegâne faili olarak tek bir dine işaret etmek hem tarihsel kayıtları ve çağdaş realiteyi tahrip etmek, hem de sorunu fazla basite indirgemek anlamına gelmektedir. Çünkü günümüzde dünya ölçeğinde yaşanan şiddet olaylarına baktığımızda büyük dünya dinlerinin taraftarlarının bu eylemlere şöyle veya böyle karıştıklarını ve yaptıkları şiddet eylemlerini de kendi amaçlarının hakka uygun ve adil olduğu iddiasıyla haklı çıkarmaya çalıştıklarını görmekteyiz. Bu insanlar, terör eylemleri esnasında ölen kişilerin kendi inançlarını savundukları için ölümsüzleştikleri kanısına sahiptirler. Bu genel kanı dâhilinde günümüzde Endonezya’dan Kuzey İrlanda’ya, Orta-Doğudan Keşmir’e, Hindistan’dan Nijerya’ya ve Balkanlar’dan Sri Lanka’ya ve son günlerde de Batı Avrupa’ya kadar uzanan coğrafyada Hıristiyanlar, Budistler, Yahudiler, Hindular, Müslümanlar ve Sihler kendi dinsel kimliklerini ve menfaatlerini korudukları iddiasıyla yaptıkları şiddet eylemlerini meşrulaştırma yoluna gitmektedir.  
 
Dinsel inanç ve duyguların bu şekilde kullanılmasının önüne geçmek ve onları asli gayeleri olan, tüm çatışma ve çekişmelere son verdirerek, insanların barış ve huzur içinde birlikte yaşayabilecekleri daha barışçıl bir dünya tesis etmeye yönlendirmek gerekmektedir. Zira insanlar Tanrı veya kutsal bir nedenden dolayı öldürüldüklerinde dini duyarlılığa sahip kişiler bir kenara çekilip duramazlar. Dinler, çatışmayı körüklemek veya haklı çıkarmak için kullanıldığında onların gerçek inananları bunu protesto etmek için seslerini yükseltmelidir. Bir inancın veya dini grubun mensupları arasında o inancı çatışma ve savaş nedeni olarak görenler çıktığında, aynı inanç mensupları arasında daha fazla sayıda mümin barış ve uzlaşma adına seslerini olabildiğince yükseltmelidir. Çünkü eğer dinler yaşanan ortak beşeri sorunların çözümünün bir parçası yapılmazsa, sorunların bir parçası ve çatışmaların meşrulaştırıcı unsuru olmaları kaçınılmaz olacaktır. 
 
Din-şiddet ilişkisi konusunda bu genel girişten sonra şimdi de dinlerin, tüm insanların barış ve huzur içinde birlikte yaşayabilecekleri yaşanabilir daha iyi bir dünyanın oluşturulmasındaki rolünü dört temel tez bağlamında okuyucuya sunmak istiyoruz.
 
Çözümün parçası din
 
Dinlerin, çözümün parçası olmazsa, sorunun parçası olmaya devam etmeleri kaçınılmazdır. Dünya ölçeğinde yaşanan olaylara baktığımızda dinlerin veya diğer bir ifadeyle dini inanç ve duyguların milletler ve etnik gruplar arasındaki çatışma ve şiddet olaylarının doğrudan olmasa da dolaylı olarak parçası olduğunu görmekteyiz. Bunu derken dinlerin söz konusu sorunların sebebi ve temel kaynağı olduğunu ifade etmek istemiyoruz. Bu tezle dinlerin veya dini duyguların taraftarlarınca çatışma ve şiddet olaylarında belirleyici bir rol üstlenecek şekilde kullanıldıklarını ifade etmek istiyoruz. Zira dinlerin ve dini inançların zaman zaman dini liderler, kanat önderleri ve politikacılar tarafından bir düşman öteki oluşturmak adına kin ve nefret aracı olarak kullanıldığı ve günümüzde de kullanılmaya devam edildiği bilinen bir vakıadır. Dünyadaki çatışma ve şiddet olaylarında dinlerin oynadığı bu kritik rolün üstesinden gelinebilmesi için dinlerin sorunun değil, artık çözümün parçası olması gerekmektedir. 
 
Dinler ayrı ayrı değil, hep birlikte çözümün parçası olmalıdır: Bazı dinsel gelenekler veya dini duygular diğerlerinden daha fazla kullanılsa da tüm dini gelenekler şöyle veya böyle bir şekilde mevcut çatışma ve şiddet olaylarını meşrulaştırmak veya alevlendirmek için kullanılmaktadır. Bundan dolayı eğer dinler sorunun değil de çözümün parçası olmak istiyorsa bunu tek tek değil, hep birlikte birbirleriyle işbirliği içinde yapmak zorundadır. Eğer bir kimse kendi dini geleneğindeki şiddetin nedenlerini ortaya koymak/teşhis etmek istiyorsa, diğer din mensuplarının yani dışarıdan birinin kendi dini ile ilgili eleştirilerine ihtiyacı vardır. Çünkü dışarıdan olan kişi hem içeriden bakanın bakıp da göremediklerini daha rahatça görür hem de onun yapamadığı yapıcı eleştirileri yapar. Bununla şunu kastediyoruz: Dinsel kaynaklı şiddet ve çatışmalar ağız kokusu gibidir. Ağız kokusu bizim kendi ağız kokumuz olduğundaağzımızın kötü koktuğunu anlamayız. Ağzımızın kötü koktuğunu anlayabilmemiz için dışarıdan biri tarafından bunun bize ifade edilmesi gerekmektedir.
 
Dinsel geleneklerin çözümün parçası olabilmesi için öncelikle niçin sorunun parçası yapıldıkları olgusuyla yüzleşmeleri gerekmektedir. Sorunun parçası yapılan veya sorunun parçası gibi olarak gösterilen dinsel geleneklerin veya dini duyguların barışa olumlu katkı sağlayabilmeleri için öncelikle niçin çatışma ve şiddetin parçası yapıldıkları veya mevcut çatışma ve şiddet olaylarını körüklemek için kullanılmaya müsait oldukları gerçeğiyle yüzleşmeleri gerekmektedir. Buna göre dinsel gelenek taraftarları şiddet olaylarına karıştığında işin kolayına kaçarak söz konusu kişilerin ilgili dinin gerçek inananı olmadığını söylemek hiçbir şekilde yeterli değildir. Yani şiddet olaylarına karışanların ve çatışma çıkaranların gerçek Hıristiyan, gerçek Yahudi, gerçek Müslüman, gerçek Hindu... olmadığını ve bu kişilerin ilgili dinin gerçek müntesiplerinin oluşturduğu topluma ait olmadığını söylemek sadece yapılan şiddet olayları karşısında şiddete alet edilen dini inanışları ve dogmaları koruma içgüdüsü sonucu üretilen bir söylemdir. Çünkü biz ne kadar istemesek ve karşı çıksak da söz konusu kişiler bizim toplumuzun bir parçasıdır ve öyle olmaya da devam edecektir. Dahası onlar, yaptıkları şiddet olaylarının nedenleri ve söz konusu olaylarla ilgili gerekçelerini kullandığımız ve kullanmaya devam ettiğimiz dinsel metinlere ve öğretilere dayandırmaktadır. Bu olgusal gerçeklikten dolayı yapılan şiddet olaylarını meşrulaştırmak için dinsel söylemli şiddetin kaynağı olarak kullanılan dinsel metinlerin ve öğretilerin tespit edilmesi ve bunların diğer dini geleneklerin taraftarlarıyla işbirliği içinde masaya yatırılarak yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu gerçekten dolayı dinsel geleneklerde onları yanlış kullanılmaya elverişli kılan unsurlar bulunduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekmektedir. Eğer dürüst bir şekilde din ve şiddet arasındaki bağı ortaya koymak istiyorsak şiddet ve çatışmalara yol açan hiçbir dini nedenin olmadığını değil, aksine bazı dinsel öğretilerin bu tür bir tehlike barındırdığının kabul edilmesi gerekmektedir.  
 
Dinlerin üstünlük iddiası
 
Dinsel geleneklerin çatışma ve şiddet üretmek için kolayca kullanılmasının en önemli nedenlerinden biri, her bir dinsel geleneğin diğerinden üstün olduğu ima eden mutlaklık iddialarıdır. Günümüz dünyasında etkin olan beş önemli dinsel geleneğe -Hinduizm, Budizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam- her birinin farklı şekillerde de olsa sadece kendilerinin tüm insanlık için en yüce, en ulvi ve nihai hakikati ihtiva ettiğini iddia ettiklerini görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki her bir dinsel gelenek bir taraftan diğer dinsel geleneklerin varlığını kabul ederken, diğer taraftan onların geçerliliğini hiçbir şekilde tanımamaktadır. Çünkü bu anlayışa göre Tanrı tüm insanların mutlak olan tek dinin taraftarı olmalarını arzu etmektedir. Buna göre kurtuluşa yani felaha ulaşarak ebedi sadedi elde etmek için herkesin Hindu, Budist, Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman olma zorunluluğu bulunmaktadır. 
 
Burada dinsel geleneklerdeki üstünlük iddialarının doğal olarak çatışma ve şiddete yol açtığını iddia etmiyoruz. Nitekim günümüz dünyasında yaşanan çatışma ve şiddet uygulamalarına baktığımızda bunların temel nedenlerinin dini inançlar değil, siyasi ve ekonomik nedenler ile hegemonik baskılar olduğunu görmekteyiz. Burada ifade etmek istediğimiz dinlerin üstünlük iddialarının, siyasi ve etnik grup liderlerinin veya emperyalist güçlerin dinsel inançları ve dogmaları şiddet silahına dönüştürmek suretiyle çatışma ve şiddete yardımcı olduğu veya fırsat sağladığı gerçeğidir. Bundan dolayı dinsel gelenekler tüm inanç toplumların eşit bir şekilde yaşamını sürdürdüğü bir modelin oluşmasına katkı sağlamalıdır. Bu eşitlikçi toplumda her bir dinsel geleneğin ve toplumun değeri ve geçerliliği tanınacak ve tasdik edilecek; hiçbir dinsel gelenek diğerleri üzerine egemenlik kurmaya çalışmayacaktır. Kanaatimizce ancak bu şekilde büyük dünya dinlerinin taraftarları kendi aralarında uzun ölçekli bir barış ortamı tesis eder ve ancak bu şekilde toplumlar arasında barış tesis edilerek dünya barışı sağlanabilir.