PKK’nin gençlik yapılanması Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi (YDG-H), 20-24 Aralık 2014 tarihleri arasında Kandil’de kongresini topladı.
Doç. Dr. VAHAP COŞKUN Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kongrede, YDG-H’nin bundan böyle molotoflu saldırılarda bulunmayacağı, kepenk kapattırmayacağı, yol kesmeyeceği, hendek kazmayacağı, eylemlerde maske takmayacağına dair bir karar alındı. Halka zarar veren ve halkı rahatsız eden bu tür eylemleri gerçekleştirenlerin ajan ve provokatör olarak kabul edileceği ilan edildi. Mühim bir karardı bu; zira buna uyulması halinde uzun bir süredir şikayetçi olunan kamu düzeni tesis edilmiş olacak, halkın huzurunu kaçıran eylemler son bulacak ve çözüm sürecinin beklendiği gibi ilerlemesi için uygun bir zemin sağlanacaktı.
Bu esnada PKK ile Hizbullah, HDP ile HÜDA-PAR arasında doğrudan ve dolaylı görüşmeler yapıldığı bilgisi de kamuoyuna yansıdı. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Hatip Dicle, 6-8 Ekim Olaylarının arkasından oluşan toplumsal kırılmanın derinleşmesini önlemek amacıyla gerek Avrupa’da ve gerek Türkiye’de tarafların birçok defa bir araya geldiklerini açıkladı. Taraflar arasında gerginliğin yüksek olduğu Cizre’de 25 Aralık’ta Demokratik Bölgeler Partisi yöneticileri HÜDA-PAR’ın ziyaret etti. Siyaset devreye girmişti, tarafların bir masaya oturmuşlardı, dolayısıyla sorunları çözmede ve bir uzlaşmaya varmada daha hızlı yol alınabilecek bir noktaya varılmıştı.
Ortak kanı: Provokasyon
Ne var ki atmosferin olumluya meylettiği bir dönemde Cizre’de korkunç bir olay meydana geldi. Hadisenin nasıl başladığına dair rivayetler muhtelif. HÜDA-PAR’lılar, parti mensuplarının evlerinin işaretlendiğini ve YDG-H’lilerin uzun namlulu silahlarla bu evleri yaylım ateşine tutuklarını belirtiyorlar. HDP’liler ise, YDG-H’nin kurduğu bir nöbet çadırına HÜDA-PAR’lıların girmek istemesiyle olayların fitilinin ateşlendiğini iddia ediyorlar. Nur Mahallesi’nde gece yarısından sonra saat 3’te başlayan çatışmalar 8 saat sürdü. Silahlar sustuktan sonra ortaya yine yürek dağlayan bir bilanço çıktı: Kurşunlar evleri eleğe çevirmiş, bir mahalle harabeye dönmüş ve üç kişi hayatını kaybetmişti.
Tüm taraflar bu yaşananları bir provokasyona bağladılar. Hükümet, süreçte müspet gelişmelerin olduğu her dönemde süreci akamete uğratma çabalarının yoğunlaşmasının altını çizdi, bunu da onlardan biri saydı. HDP Eşgenel Başkanı Demirtaş, iki tarafa da karanlık birtakım güçlerin sızmış olabileceğine dikkat çekti. DTK Başkanı Dicle, yaşananları iki taraf arasındaki bir çatışma olarak tanımlananın doğru olmadığını, amacın iki tarafı karşı karşıya getirmek olduğunu ve gizli ellerin bunun için çalıştıklarını söyledi. Dicle’ye göre, bu meyanda olaylarda üçüncü veya dördüncü bir gücün varlığı göz ardı edilmemeliydi. HÜDA-PAR Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yılmaz, partileri üzerinden çözüm sürecini sabote edilmeye çalışıldığını belirtti. Yılmaz’a göre de, işin içinde derin ellerin olduğu doğruydu, ama bu karanlık yapılara kimin alet olduğu konusunda bir kez daha düşünülmeliydi. Bölgedeki sivil toplum kuruluşları da kaos ve korkunun bölgeye hakim olmasını amaçlayan bu olaylar bir provokasyonda ve buna gelinmemeliydi.
Bütün tarafların “provokasyon”da mutabık olmaları iki açıdan önemli: Birincisi, provokasyonların etkisini kırmasıdır. Provokasyonların gücü bilinmemelerindedir. Bir provokasyon ancak teşhir edilmezse kendisinden beklenen sonuçları doğurabilir. Teşhir edilen bir provokasyonun ise tahrip gücü düşer. Cizre’deki gibi girişimlerin hedefi, aralarında tarihi veya güncel husumet bulunan tarafları birbirine düşürmektir. Lakin taraflar olay vuku bulduğu andan itibaren bunu açığa çıkarır ve toplumla paylaşırlarsa, o vakit bu hedefi tutturmak güçleşir.
İkincisi, tansiyonu düşürmesidir. Taraflar, olayın provokatif niteliği hususunda bir anlayış birliği gerçekleştirdiklerinde daha sorumlu davranırlar. Hadisesinin önünü ve arkasını düşünür, birbirleriyle kanlı bir mücadeleye girişmeleri halinde bundan kimin/kimlerin karlı çıktığının/çıkacaklarının muhasebesini yaparlar. Daha büyük toplumlar olaylara sebebiyet vermemek için temkinli davranırlar. Bu itibarla denilebilir ki; devletiyle, taraflarıyla ve sivil toplumuyla hemen herkesin Cizre Olayını provokasyon şeklinde nitelemesi yaşanılan sarsıntının daha az hasar ve kayıpla atlatılmasını sağladı.
Provokasyonlara dur demek
Ancak provokasyon tespitinde bulunmak, tarafların tüm sorumluluklarını yerine getirdikleri anlamına gelmez. Aksine bu, asıl sorumluluklarının başladığı yerdir. Taraflar, a) eylem ve davranışlarıyla provokasyonlara yol açmamalı, b) içlerinde provokasyonlara karışan veya buna sebebiyet verenleri tespit etmeli ve ayıklamalıdır. Başlıca yükümlülükler bunlardır. Bunlara riayet edilmediğinde provokasyonların arkası kesilmez. “Bu bir provokasyondur” denilen her bir meş’um hadisenin ardından bir başkası gelir. Ve zamanla provokasyonları önlemenin ve bunlardan kaynaklanan olumsuzlukları absorbe etmenin imkanı kalmaz.
Eğer Cizre benzeri hadiselerin önüne geçilmek isteniyorsa öncelikli olarak alınması gereken iki tedbir var. Birincisi, eğer bir provokasyonun gelişmesi istenmiyorsa, burada asıl yükümlülük PKK’dedir. Zira provokasyon üreten ortam, çoğunlukla PKK’nin eylemlerinden besleniyor. YDG-H, çoğunlukla ifade edildiği üzere, şiddet ortamında doğup büyüyen “fırtına gençliğin” öfkesiyle biçimlenen spotane bir yapı değil. Kandil hiyerarşisine bağlı; eylem tarzı, taktikleri ve amaçları Kandil tarafından belirleniyor. Evet, gençliğin bir kesiminde öfke ve nefret var; ama bu öfke ve nefreti bir forma sokan ve ona bir güzergah tayin eden Kandil otoritesi.
YDG-H’nin işlevi
PKK için, YDG-H gibi yapının iki önemli işlevi var. Biri, PKK’nin çıplak otoritesini göstermesidir. YDG-H’nin büyün eylemleriyle, aslında anlatılmak istenen tek bir husus var: “Gerçek iktidar biziz, kamu hayatını kendi kabullerimize göre göre düzenleriz ve herkes de buna uymaya mecbur. Yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, kendilerine reva görülen sonuca katlanırlar.” Diğeri ise, toplum üzerinde baskı oluşturmasıdır. YDG-H, çok örgütlü, hızlı harekete geçebilen bir yapı. Gözü kara ve gündelik yaşama anında müdahale edebiliyor. PKK tarafından tehdit ve tehlike algılaması içinde yer alan bir kişi, grup veya parti, bu yapı tarafından hemen -hem sokakta, hem de sosyal medyada- hedef haline getiriliyor.
Yol kesme, kimlik kontrolü, hendek kazma, özerk alan ilan etme, kepenk kapattırma, ses bombası ve molotofla yapılan saldırılar, vb. gibi YDG-H eylemleri, bir taraftan PKK’nin otoritesini konsolide ediyor, ama diğer taraftan da provokasyonlara kapı açıoyr. Hem de sonuna kadar. Bu nedenle yapılması gereken, YDG-H’nin kongre kararına uymasıdır. Gerçekten de tüm bu eylemleri sonlandırmasıdır. O zaman provokasyon ihtimalinin asgariye düşeceği görülür.
Bazı gözlemciler, YDG-H’yi kontrol etmenin zor olduğunu, bu nedenle bazen Kandil’in talimatlarının dışında hareket ettiğini söylüyorlar. Bunun gerçekliğe tekabül etmediği kanısındayım. Elbette istisnai bir-iki vaka olabilir, ama istediği takdirde Kandil YDG-H’nin bütün faaliyetlerini çok kısa bir süre zarfında durdurabilir. Durdurmalıdır da. Hatta bana kalırsa, Kandil’in YDG-H’yi tasfiye etmesi, hem Kürt halkına ve hem de çözüm sürecinin akıbetine yapılabilecek en büyük iyiliklerden biri olacaktır.
Kalıcı uzlaşma
İkincisi, PKK ile Hizbullah arasında 1990’lı yıllarda açılan ve halen kapanmayan bir yara var. Tedavi edilmediği için bu yara, kritik dönemlerde bu yara kaşındırılıyor ve kanıyor. Bu nedenle PKK ve Hizbullah, HDP ve HÜDA-PAR bu sorunun giderilmesi için bir mutabakat oluşturmaya çalışmalılar. Siyasi görüşmeler yoluyla soruna köklü bir çözüm bulmamalılar. Yoksa 6-8 Ekim ve Cizre benzeri olaylar tekrar yaşanabilir. Bu da 1990’larda olduğu gibi hepimizin kaybetmesi anlamına gelir.