Baronlar, taşeronlar, zevzekler ve erketeciler

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - Çukurova Ün. Öğr. Üy.
15.06.2013

On yıldır memlekette olmadık krizler baş gösteriyor, ama her kriz Başbakan’ın elini biraz daha güçlendiriyor. Üstelik asker de eskisi gibi performans göstermiyor. Başbakan’ın siyasi muhalifi olsaydım, böyle kadere ben de kahrederdim.


Baronlar,  taşeronlar, zevzekler ve erketeciler

Baronlar. Taksim gezi parkı olaylarını topyekûn bir kalkışmaya dönüştürme yolunda hariçten ama derinden sevk ve idare edenlerdir. Bunların kimliklerini öğrenmek için İsrail’den gelen haberlere kulak kabartmak kâfidir. Keza Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin tavır ve tutumları da baronlar zümresinin uluslararası bir koalisyona işaret ettiğine dair yeterli fikir verebilir. Bunların derdi, yeni Türkiye’nin biraz fazla olmasıdır. 

Taşeronlar. Bunlar memleketteki büyük sermaye sahipleri ile faiz lobisidir. Daha açıkçası, bunlar, “Yerli otomobil projesi çöpe atılmalı” diyenler ve/veya “Ne sağcıyım ne solcu çapulcuyum çapulcu” diyenler ve/veya gezi parkını mesken tutan kalabalığa yiyecek dağıtımını finanse edenlerdir. Bunların derdi, AK Parti iktidarının özellikle ekonomik yönden kendilerini çok germesi ve aynı zamanda memleketin parasının faize değil, üçüncü köprü, Marmaray, bölünmüş yollar ve havalimanları gibi halka hizmet yatırımlarına harcanıyor olmasıdır. 

Siyasi fırsatçılar

Zevzekler. Bunlar gezi parkı olaylarını siyasi fırsatçılığa dönüştürmek arzusuyla yanıp tutuşan ve her defasında biraz daha zevzekçe konuşan siyasi figürlerdir. Bunları derdi, diğer bütün sözde “Beyaz Türkler” ve şimdilerde Silivri’de ikamet edenler gibi, “Tayyip Erdoğan gitsin ve hükümet alaşağı edilsin; ama isterse memleket baştan sona yansın, çapul ve talana uğrasın; hatta isterse memleket hepten satılsın ve geriye bir çiftlik arazisi kadar yer kalsın, ama sadece bize kalsın” hayalinin bir türlü gerçekleşmiyor olmasıdır. On yıldan beridir memlekette olmadık krizler baş gösteriyor, ama her kriz sonunda Başbakan’ın elini biraz daha güçlendiriyor. Üstelik asker de eskisi gibi performans göstermiyor. Yargı desen, bu kurum da artık “incirin sapı üzümün çöpü” diyerekten parti kapatma alışkanlığını maalesef terk etmiş görünüyor. Ne yalan söyleyeyim, Başbakan’ın siyasi muhalifi olsaydım, böyle kadere ben de kahrederdim. 

Erketeciler. Bunlar hem Taksim gezi parkında yatıp kalkanlar, hem yüzleri maskeli, başları baretli vaziyette peyda olup uluorta polise molotof kokteyli atan, milli serveti yakıp yıkanlar, hem de bu iki gruptan apayrı bir kültürel iklimde yetişmesine ve hatta İslami entelijansiyadan addedilmesine rağmen, Twitter’den "Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil. İşte Taksim'in ruhu"; “Taksim direnişi İstanbul'un tarihinde İstanbul'un yüzüsuyu hürmetine gerçekleşen ilk direniş!”, “Her devirde iktidarın nobranlığı karşısında beceriksiz muhalefetin çapsızlığını halkın vicdanı telafi eder!” diye tweet atanlardır. Oldukça heterojen bir görünüm arz eden erketeciler, Cüneyt Arkın filmlerinde kötü adamlar ya da mafya babalarının (Bilal İnci, Turgut Özatay, Hüseyin Peyda, Yıldırım Gencer) Cüneyt’ten sürekli dayak yiyen elemanlarına (Süheyl Eğriboz, İhsan Gedik, Kudret Karadağ, Yadigâr Ejder) benzer bir rol üstlenmiş görünüyor.

Genç erketeciler

Bunların derdine gelince, erketecilerin “gençler” diye anılan kesiminin en azından kısmî olarak cümbüş peşinde oldukları söylenebilir ve gezi parkındaki “Yasak ne ayol!” gibi pankartlar dikkate alındığında bu kesimin pozisyonu daha ziyade derbi maçlarında tanık olunan futbol fanatizmiyle de çok yakından irtibatlı olarak lümpenlik kategorisinde değerlendirilebilir. Molotofçu erketecilere gelince, bunlar her zaman olduğu gibi vatan hainliği rolünü icra ediyor. Tek tük göze çarpan ve sanatçı diye tanımlanan grup ise Tayyip Erdoğan ve onun temsil ettiği siyasi iktidarın bizatihi varlığına tahammül edemiyor. Gelgelelim, Yûnus’un "Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” sözünden Taksim Gezi Parkı’na, oradan da iktidara giydirmeye çalışanlara, öyle görünüyor ki bu grubun iktidardan rahatsızlığı diğerlerinden çok farklı. Bunların derdi, AK Parti’nin tatbik mevkiine koyduğu din politikasının bir yandan katı fıkıhçı/fetvacı bir İslam anlayışının ve dolayısıyla “Had ve huduttan ötesini bilmeyen bir dindarlık”ın yaygınlık kazanması, diğer yandan koyu/katı muhafazakârlığın sesinin her geçen gün daha gür çıktığı ve bu durumun dindar çevrelerde bile kaygı yaratacak boyutlara vardığı algısına hizmet ediyor olmasıdır. Açıkça itiraf etmeliyim ki bu algı şahsen beni de kaygılandırıyor. Hatta bu kaygı zihnimde uzak geçmişin Bağdat’ında yaşanan Hanbelî/Berbehârî fitnesini çağrıştırıyor. 

Akademiden sürülenler

Mamafih, 28 Şubat sürecinde Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde uğradığım mağduriyet yüzünden Çukurova Üniversitesi’nde soluğu almış olmama rağmen AK Parti iktidarı döneminde yüksek öğretim kurumunun oldukça etkili pozisyonlarından birine gelen bir meslektaşım tarafından, “28 Şubatçılık”la itham edilmek gadrine uğramış birisi olarak söylüyorum ki Taksim Gezi Parkı hadisesi pireye kızıp yorganı yakma hadisesi değildir. Zaman, AK Parti’nin iktidar döneminde şahit olduğumuz yanlışlıkların, nadanlıkların, nobranlıkların ve dahi gadre uğramışlıkların bu vesileyle hesabını görme ve/veya fırsat bu fırsat deyip, “Oh olsun, canıma değsin” deme zamanı değildir. Zaman, gezi parkındaki birkaç ağacın kesilmesine ve/veya sökülüp başka yere nakledilmesine karşı çıkmak adına halkın otobüslerini yakan, sokakları yangın yerine çeviren güruhların yanında saf tutup sözde direnişçilere arka çıkma zamanı hiç değildir. 

[email protected]