Başarının anlatılması başarı kadar önemli

Taha Dağlı / Gazeteci, Yazar
9.09.2022

Dış politika yürütürken vazgeçilmez unsurlardan biridir iletişim. Masada iyi bir diplomasi ve sahada askeri varlıkla kazanılan başarının anlatılması şart. Türkiye Suriye'de terörle mücadele ederken ne kadar haklı olduğumuzu biliyoruz. Ya karşı taraf ne yapıyor? Türkiye'nin aslında terörle değil Kürtlerle mücadele ettiğini, teröristlere değil sivil insanlara saldırdığı yalanını rahatlıkla dolaşıma sokup, kitleleri bu palavrayla yönlendirebiliyor...


Başarının anlatılması başarı kadar önemli

Başarılı bir dış politikanın olmazsa olmazları vardır. İyi siyaset yapacaksın, diplomasiyi kullanacaksın, gerektiğinde uluslararası hukuku işleteceksin. Ancak masadaki bu güç her zaman yeterli olmayabiliyor. Bunun yanında sahada da bazen istihbarat bazen de askerle varlık göstermen gerekebiliyor.

Libya örneği

Masayla birlikte sahada var olmanın getirdiği en gözle görülür başarıya Libya'yı örnek gösterebiliriz. 2019'da Libya'da meşru yönetimle imzalanan mutabakat siyasi bir hamleydi. Ancak masada atılan o imza risk altındaydı. Çünkü muhatabımız olan meşru yönetim, Hafter güçlerinin saldırılarıyla devrilmek üzereydi. Ne yapıldı? Türkiye ile Libya arasındaki mutabakata bir de askeri işbirliği anlaşması eklendi. İstihbarat ve asker desteğiyle Trablus'a yönelik saldırılar bertaraf edildi. Deniz sınırlarını çizen harita, daha da korunabilir hale getirilmiş oldu. Terörle mücadelede de durum böyle. Türkiye terörle mücadele ederken hem masada hem de sahadaki gücünü kullanıyor.

Haklılığı anlatmak

Bir de işin iletişim boyutu var.

Dış politika yaparken vazgeçilmez bir unsurdan bahsediyoruz. Masada iyi bir diplomasi ve sahada askeri varlıkla kazanılan başarının anlatılması şart. Türkiye Suriye'de terörle mücadele ederken ne kadar haklı olduğumuzu biliyoruz. Ya karşı taraf ne yapıyor?

Türkiye'nin aslında terörle değil Kürtlerle mücadele ettiğini, teröristlere değil sivil insanlara saldırdığı yalanını rahatlıkla dolaşıma sokup, kitleleri bu palavrayla yönlendirebiliyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tam da böyle oldu. Türkiye, yüzde yüz darbe mağduruyken, özellikle ABD ve Avrupa kamuoyuna bunu anlatmakta güçlük çekti. Darbe girişiminin hemen sonrasında Suriye'de DAEŞ ve PYD terör örgütlerine yönelik başlatılan Fırat Kalkanı harekatı ve sonrasındaki operasyonlarda da benzer durumla karşılaşıldı. 15 Temmuz sonrası FETÖ teröristleriyle mücadele, FETÖ lobisinin ABD ve Avrupa'daki ağlarıyla "acaba mı" sorusunun sorulmasına yol açtı.

Türkiye Fırat Kalkanı harekatıyla DAEŞ tehdidini ortadan kaldırıp, PYD teröristleriyle mücadele ederken, Avrupa'da başkentlerin meclislerinde terör lobisinin başlattığı dezenformasyon bombardımanının etkisini gördük.

Sonra bir baktık ki, Avrupa ülkelerinin parlamentolarında PYD'li teröristler ağırlanıyor, şehir meydanlarında terör propagandaları yapılıyor. Elbette bir şeye hangi gözle bakarsan, öyle görürsün. Teröristlerin iletişim ağları devreye girince, Avrupalılar tam da gönüllerinden geçeni görmüş oldular. Türkiye son yıllarda işte bu dezenformasyonun önüne geçmeye çalışıyor. Sahada ve masada terörle mücadele ederken, karşı tarafın oluşturduğu yalan propagandasıyla uğraşmak zorundasınız. Yoksa haklı olduğunuz davayı sahada kazanırken, masada sizi zorlarlar, kamuoyunda da kazanımızı elinizden almaya kalkarlar. Bunu birden fazla Batılı ülkenin sistematik olarak yapması demek, sizin bir anda suçlu ilan edilmeniz tehlikesini doğurabilir demektir.

PYD'linin itirafı

Peki bu tehlikeye karşı ne yapılıyor?

2018'de Zeytin Dalı Harekatında Rus televizyonu RT kanalının muhabiri, bir PYD teröristiyle röportaj yaptı. Terörist sivil giyimliydi, muhabir "neden böyle giyiniyorsun" diye sorunca "çünkü Türk askeri sivilleri vurmuyor" cevabını vermişti.

Yabancı bir kaynakta yayınlanan o video aslında Türkiye'nin terörle mücadele ederken uğradığı dezenformasyon saldırısının bertaraf edilmesi noktasında önemli bir veriydi. Terör lobisinin "Türkiye sivilleri hedef alıyor" diye oluşturduğu algıyı ters teptirecek bir delildi. Elbette o video tek başına, terör ağının başlattığı algıyı çürütmeye yetmezdi, yetmedi de zaten.

Ancak sonraki süreçte Türkiye iletişim stratejisinde elini daha da güçlendirdi.

Temmuz 2018'de İletişim Başkanlığı kuruldu. Aslına bakılırsa tam olarak nasıl işleyeceği merak konusuydu. Çünkü böyle bir yapıya Türkiye çok da alışık değildi.

Samimi olmak gerekirse birkaç yıl içinde bu kurumun Türkiye'ye, Türkiye'nin politikalarına sağlayacağı öyle ahım şahım net bir katkı çok da öngörülmüyordu. Resmi yayın organları, basın danışmanlığı, devletin icraatlarının dijital platformlar dahil olmak üzere birçok alanda anlatılması gibi başlıklar. Bunlar vardı, evet. Ama daha da ötesine ulaşıldı, kısa sürede. Hem de en başta pek ihtimal verilmeyen o birkaç yıllık periyodda kendini gösterdi. Ne yapıldı?

Çok net söyleyeyim, Türkiye devleti, 100 yıldır dünyada bir güçtür. 100 yıldır elinde diplomasi yeteneği, devlet geleneği, askeri varlığı olan bir güçtür. Türkiye gibi bir devlet elbette dünyanın her yerinde istediği an sesini duyurma hakkına sahiptir ve egemen bir devlet olarak bu gücü hep vardır. Ancak bugüne kadar ne ölçüde kullanılmıştır? Belki asgaridir. Dönemseldir. Bazen başbakanların, bakanların yabancı yayın organlarına verdiği röportajlar bazen de TRT World gibi kanalların aracılığıyla haklı olduğumuz davalar, dünya medyasında ses bulmuştur. Ama sistematik olmamıştır, kurumsal olmamıştır. İletişim Başkanlığı ile bu süreçler kurumsal olarak bir devlet politikası haline getirilmiştir. Bu meselenin daha iyi anlaşılması için birkaç önemli detaya dikkat çekmekte fayda var.

'S400'leri Ukrayna'ya verin'

18 Mart 2022'de Ukrayna-Rusya savaşının şiddetli şekilde devam ettiği günlerde, Amerikan Wall Street Journal gazetesinde eski CIA yöneticisinin kaleme aldığı ses getiren bir makale yayılandı. Savaş ve Türkiye'nin bu savaştaki pozisyonu, bununla birlikte ABD ile ilişkisi konu alınıyordu, o yazıda. Denildi ki, "Türkiye ABD ile arayı düzeltmek istiyorsa, Rusya'dan aldığı S400'leri Ukrayna'ya versin". Bu mesaj Amerikan dış politikasının Türkiye'ye karşı bir gazete aracılığıyla yaptığı yönlendirmeydi. Böyle bir dayatmaya Cumhurbaşkanı ya da Dışişleri düzeyinde bir karşılık veremezsiniz.

Çünkü muhatabınız bir yayın organı.

Ne yapıldı peki? Amerikan dış politikasının Türkiye'ye medya aracılığıyla verdiği o mesaja aynı kanaldan yanıt verildi. İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, o makalenin yayınlandığı Wall Street Journal'a değerlendirmede bulundu. Amerikalılar bir öneride bulunmuşlardı. Bu iyi niyetli değil art niyetli bir öneriydi. Altun, o öneriye "madem öyle Amerika ve Batı'nın yapacağı tek şey, F-35 savaş uçaklarını ve Patriot bataryalarını ön koşulsuz Türkiye'ye teslim etmektir" karşılığını verdi. Fahrettin Altun, aynı gazete üzerinden cevaplamış oldu, o öneriyi. Basın toplantısı düzenlemek veya twit atarak değil. Mesajı gazete üzerinden gelmişti.

Çetin virajlar

Aynı gazeteye bir röportajla taş gediğine konulmuş oldu. Sonra Amerika'nın bu konudaki yani "S400'leri Ukrayna'ya verin de sorun çözülsün" mızmızlanması kesildi. Fahrettin Altun, İsveç ile Finlandiya'nın NATO üyelik süreçleriyle ilgili yaşanan gerilim de dahil olmak üzere Türk dış politikasının en çetin virajlarında muhatap ülkelerin en önemli gazete veya televizyonlarında görüşler vererek, karşı tarafa Türkiye'nin o krizdeki haklılığını direkt aktarmış oldu. 2019-2022 arası 20'den fazla kez bunu yaptı. Siz bir ülkeyle gerilim yaşarken, haklılığınızı basın toplantısıyla veya resmi açıklamalarla yapabilirsiniz. Hepsinde de medyayı kullanırsınız. Bunlar elbette etkili yöntemlerdir. Ama en etkilisi hiç kuşkusuz, bunu muhatabınızın kamuoyuna direkt aktarabilmektir. Finlandiyalı sizin görüşünüzü Finlandiya'nın en çok okunan gazetesinden, Yunanlı ise en çok izlenen televizyon kanalından öğrenebiliyorsa, mesaj en etkili yolla sahibine ulaşmış olur. İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, elbette bu röportajları ya da makaleleri WSJ'nin genel yayın yönetmeniyle olan ilişkisinden dolayı oralarda yayınlatmış olmuyor. Bu tamamen Türkiye'nin gücü. Türk devleti dünyanın her ülkesinin medyasında yeri ve zamanı geldiğinde, ihtiyaç duyulduğunda sesini duyurma hakkına ve gücüne sahiptir. Ancak bu güç bugüne kadar ne ölçüde kullanılmıştır? İşte İletişim Başkanlığı belki 100 yıldır devletin elinde olan bu gücü kurumsal ve sistematik olarak kullanmaya başlamıştır, yapılan budur.

Fotoğraflı belgeler

Bir başka örneğe geçelim. Türkiye, PKK-PYD teröristleriyle mücadele ediyor, karşı taraf "hayır bunlar terörist değil sivil Kürtler" diyor. Biz kendi medyamızda ya aramızda ne kadar terörist desek de karşı taraf buna inanmıyor. Ne yaptı İletişim Başkanlığı bunu anlatmak için?

2019 Aralık'ta Londra'da NATO Zirvesi vardı. Gündem Türkiye'nin Suriye'deki operasyonlarıydı. İletişim Başkanlığı, Türk askerinin sahada mücadele ettiği kişilerin sivil değil terörist olduklarını ve PYD adlı terör örgütüne bağlı o teröristlerin aslında PKK terör örgütüyle organik bağlarının olduğunu fotoğraflarla belgeledi. O resimlerden oluşan kitapçıklar o zirvede ABD Başkanı Trump'a İngilizce, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'a Fransızca, Almanya Başbakanı Merkel'e Almanca olarak bizzat Cumhurbaşkanımız tarafından takdim edildi. Trump veya Macron, isterlerse, o kitapçıkları hiç okumamış, kapaklarını dahi hiç açmamış olsunlar, önemli değil.

Burada önemli olan liderler zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın muhataplarına "PYD, PKK ile aynı örgüttür ve biz sadece bu teröristlerle mücadele ediyoruz" derken, bu sözlerin fotoğraflı belgelerinin de önlerine konulmasıyla oluşan etkidir.

İsterlerse hiç okumasınlar artık o mesaj ellerine verilmiştir. İsterlerse hiç inanmasınlar artık Türkiye'nin tezinin üstüne laf söylemenin yersiz olduğunu bir şekilde anlamış olacaklardır. Bu uygulama sonraki NATO Zirvelerinde de yapıldı. 2022'de Mart ayında Brüksel'de, Haziran ayında ise Madrid'de tüm liderlere, PYD eşittir PKK diyen ve bunu belgeleyen görseller hem kitapçık hem de dijital olarak takdim edildi. Türkiye'nin bir tezi savunurken ne denli ciddi olduğu karşı tarafa benimsetildi. Sizin tezinizi kabullenmeyebilirler ama sözünüzün üstüne söz söylemelerinin önüne geçilebilir.

Yalanı söyleyen rahatsız

İletişim Başkanlığı sayısız icraat gerçekleştiriyor. Bir gazeteci olarak benim en çok dikkatimi çekenler ise bu yenilikler. Sonuç var mı, elbette var. Yabancı kaynaklı her türlü dezenformasyona anlık yanıt veriliyor. Eğri, yanlış, yalan ne varsa düzeltiliyor. Bundan en çok kim rahatsız olur, derseniz? Yalanı-yanlışı üretenlerle bu yalanlara inanmaya dünden razı olanlar. Bundan dolayıdır ki, İletişim Başkanlığı kurulduğundan itibaren ve özellikle bu sıraladığımız faaliyetleri arttırdığı andan itibaren hedef oluyor. Ne kadar çok hedef oluyorsa, ne kadar çok saldırıya uğruyorsa emin olalım ki, teröriste ve teröristin yalanlarına o derece darbe vuruluyor, demektir.