Başbakan’a ‘karakter suikastı’

Adnan Boynukara / Yazar - [email protected]
10.08.2013

Hükümetin; yönlendirme, karalama ve kendisini dar bir alana mahkum etme çabalarını boşa çıkarması gerekir. Bunun tek yolu ise bu coğrafyada yaşayan tüm toplumsal kesimlerin hak taleplerinin karşılanmasıdır.


Başbakan’a ‘karakter suikastı’

Gezi olayları ile ortaya çıkan durumu, sokağın motivasyonunu anlamanın ve çıkarılması gereken dersler üzerine odaklanmanın önemli olduğu konusunda kuşku yok. Ancak bu sürecin işletilmediği görülüyor. Olayların içinde yer alan veya taraf olanların tutumu ile bürokrasinin hükümete sunduğu verilerin oluşturduğu etki bunu zorlaştırıyor. Aslında bu iki tutumu etkileyen asıl konu, Gezi sonrasında içeride ve dışarıda başlatılan medya kampanyasıdır. Kampanyanın tüm tarafları etkilediği açık. Olaylardan siyasal örgütlenme, ‘seçim zaferi’ ve toplumsal muhalefetin odağı olma gibi farklı sonuçlar çıkarmayı hedefleyen kesimlerin kampanyanın tarafı olmaları normal. Ancak hükümetin sorumlulukları bunu aşmayı ve boşa çıkarmayı gerektiriyor.

Gezi olayları ile birlikte ivme kazandırılarak sürdürülen medya kampanyası, ülke içinde ve ülke dışında farklı frekanslarda devam ettiriliyor. Genel anlamda AK Parti’yi, özelde ise Başbakan Erdoğan’ı hedefe koyan bu kampanyanın temel amacı; Başbakan Erdoğan’ın ‘diktatör’ olduğu algısını oluşturmak, kamuoyunu buna inandırmak, toplumsal psikolojiyi biçimlendirmek ve Başbakan Erdoğan üzerinden hükümete ‘anti demokrat’ yaftası yapıştırmaktır. Otoriterlik suçlamaları arasında her gün, Başbakan Erdoğan’ı hedef alan, onlarca yazı yazılıyor. Gerçek verileri ve bilgileri içermeyen bu yazıların dikkatlice okunduğunda, Başbakan’a yönelik bir ‘karakter suikastı’ gerçekleştirmeye ve toplumsal hafızayı bu çerçevede biçimlendirmeye odaklanmış oldukları görülür. Almış oldukları pozisyonun gereği olarak, kendilerinin dahi inanmadıkları veriler üzerinden Başbakan Erdoğan ismi üzerinde erozyon oluşturmak ve Gezi psikolojisine mahkum etmektir. Aslında bu; siyasete girmeden, gazete köşeleri üzerinden, gönüllü hizmet sundukları merkezler adına siyasete ve hükümete nizam vermektir.

Kampanyanın motivasyonu

Halkın büyük desteğiyle seçilmiş sivil hükümete ve başbakanına karşı belirli merkezlerce yürütülen karalama kampanyasına, farklı kesimlerin, değişik gerekçelerle destek verdikleri gözleniyor. Mesela; Siyaseten, sandık yoluyla yenme şanslarının olmadığını gördükleri Başbakan Erdoğan’ı bu kampanyadan yararlanarak tasfiye edebileceklerini düşünen siyasetçiler ve tek başına iktidar olmuş, güçlü bir partiye nüfuz edememe, yönlendirememe nedeniyle kampanyanın tarafı veya destekçisi olmuş kesimler var... Ülke dışından bu kampanyaya taraf olan kesimlerin temel motivasyonu ise güçlü, iç sorunlarını çözmüş ve küresel sisteme itirazları olan bir Türkiye’ye karşı olmaktan başka bir şey değil. Açıkça ifade edilemeyen bu gerekçelere şal olması için sığındıkları kavramlar ise demokrasi ve medya özgürlüğü gibi satın alma gücü olan kavramlar. Patronaj değişikliklerinde pozisyonlarını korumak için çabalayanların, pozisyonlarını kaybettikleri anda ‘medya ve ifade özgürlüğü’ üzerinden Başbakan Erdoğan’ı hedef almaları ise düşündürücü! Sonuçta; gerekçesi ne olursa olsun, yapılan iş bir karalama kampanyasıdır ve amacı, hükümeti, oluşan Gezi psikolojisine mahkum ederek, orada tutmak ve iş yapamaz hale getirmektir.

Tüm bu denklem içinde ilginç olan nokta ise ulusalcıların, “halk ve siz bilmezsiniz, biz biliriz” uzmanı kesilen ‘yeni liberal’lerle, sol ve sosyalist kesimlerin birlikte hareket etmeleridir. Tabi bu ortak motivasyonun oluşmasında uygulama süreçlerine ilişkin olumsuzlukları yok saymak da mümkün değil! Uygulama süreçlerindeki olumsuzlukları, bilerek veya bilmeyerek kampanyanın değirmenine su taşıyanları ortaya çıkaracak ve gerekli adımları atarak bu durumu değerlendirecek olan ise hükümettir.

İçeriden ve dışarından bu kampanyaya taraf olan tüm kesimler, oluşan atmosferden kendi istedikleri sonucu çıkarmak isteyebilirler. Bu nedenle de bu kesimlerin, yıllarca farklı formatlarda uyguladığı, seçilmiş sivil siyaseti kontrol etme, taktiklerine takılmak doğru değil. Burada sorumluluk hükümettedir. Ama konuyu merak edenler, kampanyanın tarafı olan kesimlerin 28 Şubat, 12 Eylül referandumu, Danıştay saldırısı, Kürt meselesinin çözümü gibi konularda almış oldukları pozisyonlara bakabilir. Hükümetin; yönlendirme, karalama ve kendisini dar bir alana mahkum etme çabalarını boşa çıkarması gerekir. Bunun tek yolu ise bu coğrafyada yaşayan tüm toplumsal kesimlerin hak taleplerinin karşılanmasıdır. Zaten hükümetin son 11 yılda yaptıkları, bu yolun mümkün olduğunu da ortaya koyuyor. Türkiye’nin gördüğü en önemli demokratikleşme adımlarına imza atan hükümetin, AK Parti hükümeti olduğu geçmiş verilerle açıkça ortada.

AK Partinin, Eylül 2012 Genel Kongresinde ilan ettiği 63 maddelik demokratikleşme perspektifinin, demokrasi ve özgürlük uzmanlarının dahi hafızasını aşan bir boyutta olduğu açık. Bu maddelerin hayata geçirilmesi, Başbakan Erdoğan ve hükümete karşı kampanya yürüten tüm kesimleri oyun dışına itecektir. Kurulmak istenen kirli oyunu boşa çıkarmak, Türkiye’deki yerleşik paradigmaları alt üst eden Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetin şu an gündeminde olan demokratikleşme paketi, kurulmak istenen bu oyunu bozabilecek ilk adım olarak değerlendirilebilir. Paketin kamuoyu önünde tartışılması üzerine dile getirilebilecek eksikliklerin de giderilmesiyle, süreç başlatılmış olur. Kısacası; yürütülen kirli kampanyaya takılmadan, bu coğrafyada yaşayan tüm insanların daha demokratik bir ülkede hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli adımların atılması kurulmak istenen tüm denklemi bozacaktır.

Cumhurbaşkanlığı dizaynı

Tabi üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise kampanyanın ana hedefidir. İçeride ve dışarıda, bahsettiğimiz kampanyanın tarafı olan kesimlerin şu an ki ana hedefleri, yerel seçimde hükümetin elini zayıflatmak ve ‘yenilmiş’ bir kadro olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerine girilmesini sağlamaktır. Şu an buna ilişkin denklemler kuruluyor, hesaplar yapılıyor ve Başbakan Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyasi merkezlerin oluşması için yoğun emek harcanıyor. Denklemler ve karşı mücadele merkezleri oluşturulduktan sonra yapacakları çalışma, seçmeni etkilemek, seçmen hafızasına oynamak ve yönlendirmektir. Zaten buna ilişkin işaretler verilmeye başlandı. Bu noktada önemli olan, AK partinin kamuoyu ile paylaştığı 2023 vizyonuna uygun tutum alarak yoluna devam etmesidir. AK Parti yerel yönetimlerde var olan eksiklikleri gidermek için bir çalışma başlatacak mı, aday belirleme kriterlerini ve bu kriterleri etkisizleştiren müdahalelere karşı bir adım atacak mı, araştırma sonuçları üzerinden oluşturulan “yüzde 50 garanti” algısının oluşturduğu rehaveti aşacak bir performans sergilenecek mi... Evet; Gezi olaylarıyla birlikte yerel yönetimler seçiminin salt bir belediye başkanı seçimi olmaktan çıktığını görmek lâzım. Yerel yönetimler seçimi, derin bir ideolojik mücadelenin dışa vurulduğu bir zemine dönüştü. Bu nedenle en ufak bir yanlışın tüm sonuçları etkileyebileceği kadar ciddi. İşte bu nedenle küçük bir kartopundan çığ oluşturmanın mümkün olduğunu ve bunu önleminin yolunun da demokratikleşmeden geçtiğini akılda tutmakta yarar var.