Basının toplumsal sorumluluk ilkesi

Dr. Hüseyin Aydın / Ankara Barosu Avukatı
18.07.2020

Basın özgürlüğünün tanınmasıyla umulan yararların gerçekleşmesi, ancak bu özgürlüğün sorumluluk bilinciyle kullanılmasına, başkalarının haklarına saygı gösterilmesine ve hukuk düzeninin öngördüğü diğer sınırlara riayet edilmesiyle mümkündür. Aksi takdirde basının özgürlüğü, toplumun ilerlemesine ve kişilerin gelişmesine katkı sağlamayacağı gibi, toplumsal barışın bozulmasına da yol açabilecektir.


Basının toplumsal sorumluluk ilkesi

Basın özgürlüğü genellikle haber, fikir ve düşüncelerin çoğaltıcı araçlarla, serbestçe açıklanabilmesi özgürlüğü olarak tanımlanmaktadır. Bu şekilde basın yoluyla fikir ve düşüncelerin paylaşılması, esasında düşüncelerin açıklanmasının özel bir türüdür; Bununla birlikte basın özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğünden farklı bir özgürlük kategorisi olarak düzenlenmiştir.

Basın özgürlüğü, demokratik bir toplumun zorunlu temeli, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan biri olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir. Basın özgürlüğünü, kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan biridir.

Basın etik kuralları

Her özgürlük, hak sahibine aynı zamanda sorumluluk da yüklemektedir. Bu nedenle toplumsal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi gerekir. Basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa da bu özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlakına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini de zorunlu kılmaktadır (Anayasa Mahkemesi (AYM), B. No: 2013/2623). Bu bağlamda geniş halk kitlelerinin düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan ve onları harekete geçirebilen basının basın etik kurallarına uyması, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir (AYM B. No: 2013/2602).

Anayasa’nın 26. ve 28. Maddeleri, basına tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa’nın 12. maddesinin “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder” biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir

Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında ele aldığı basın özgürlüğünü, mutlak bir hak olarak ele almamış bir takım nedenlerle sınırlandırılabileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasına göre, basın özgürlüğü, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için, gerekli tedbirler niteliğinde yasayla öngörülen bazı merasime, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.

Meslek ilkeleri

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, birçok kararında basın özgürlüğünü, ödev ve sorumluluklarla birlikte zikretmiştir. Bu ilişkiye değindiği bir kararında kamuya ilişkin meseleler hakkında dahi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin tamamen sınırsız bir özgürlük öngörmediğini belirtikten sonra toplum yararına ilişkin meseleler hakkında haber yaparken Sözleşme’nin 10. maddesi tarafından gazetecilere tanınan özgürlüğün gazetecilik etiğine ve meslek ilkelerine uygun olarak topluma doğru ve güvenilir bilgi sağlamak için iyi niyetle hareket edilmesi şartıyla tanındığını özellikle vurgulamıştır (AİHM, B.No: 1997-I).

Bu görev ve sorumluluklar, başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz etmektedir. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan manevi varlık kapsamında yer almaktadır. Devletin bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibarına karşı üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (AYM B. No: 2013/1123). Şeref ve itibara yönelik olarak basın ve yayın yolu ile yapılan saldırılara karşı bireyin korunmaması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (AYM B. No: 2013/6617).

Basının her zaman bu sorumluluk bilinciyle hareket ettiğini söylemek güçtür. Basın, haber verme görevi esnasında bazen kötü niyetli olarak gerçekleri çarpıtılabilmekte; bazen de gerçeğe uygun bir beyana, kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları, varsayımlar hatta imalar ekleyebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi, zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ile basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum, özellikle basında yer alan söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri hâllerinde geçerlidir (AYM, B. No: 2013/5574).

İspat yükümlülüğü

Kişilere ilişkin haberlerde, gerçeğe aykırı bir haber vermenin o kişinin şeref ve itibar hakkına verebileceği zarar göz önüne alınarak haberin gerçeğe uygunluğu iyi niyetle sorgulanmalıdır. Gazetecinin somut veriler ile desteklenmemiş söylentiye dayanarak ve olguların doğruluğuna dair hiçbir araştırma yapmaksızın ciddi iddialarda bulunmasının ispat yükümlülüğü çerçevesinde yeterli kabul edilmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü basına tamamen söylentiye dayalı, suç isnadı içeren haberler yapabilme yetkisi tanındığı anlamına gelebilecek ve sorumsuz bir biçimde yapılan bu tür haberlerin yayılmasına meşru bir zemin tanınması söz konusu olabilecektir (AYM, Başvuru No: 2016/12313).

Özellikle suç isnadı içeren ve olgusal temeli bulunmayan iddiaların kamuoyunda gerçekmiş gibi algılanmasını sağlayacak bir dil, görece olarak daha fazla eleştiriye açık olması gereken siyasetçiler ve topluma mal olmuş kişiler ve aileleri için dahi lekelenmeme hakkının ihlali niteliğindedir ve hiç kimsenin böyle haberlere toleranslı olmasını beklenememelidir (AYM, B.No: 2016 / 12313).

Gerçeklik unsuru, yani haberin gerçek olması, basın yolu ile yapılan haberlerin hiçbir zaman hak ihlaline sebebiyet vermeyeceği anlamına da gelmemektedir. Sıradan bir kişiye göre oldukça sınırlı da olsa, kamuya mal olmuş kişilerin de özel yaşamlarının ve gizli yaşam alanlarının olduğu kabul edilmektedir. Üstlendiği toplumsal rol veya mevki ne olursa olsun bu kişilerin tamamen mahrem sayılan “gizli yaşam alanlarına” ilişkin hususların basında yer alması, onların kişilik haklarını ihlal eder. Özelikle ev adresi gibi kişisel veri niteliğindeki bilgilerin paylaşılması hiçbir şekilde basın özgürlüğü kapsamında himaye edilmez.

Gerçek dışı eklemeler

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir kararında İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin 2. fıkrasına dayanarak gerçeği yansıtan ve gerçek olayları anlatan yazıların yayımlanmasının bile bazı durumlarda yasaklanabileceğini kabul etmiş, özel hayata saygı, belirli ticari bilgilerin gizliliğine saygı yükümlülüklerini bu kapsamda örnek olarak saymıştır. Gerçek bir habere gerçek dışı eklemeler yapılması da haberin hukuka aykırı hale gelmesine neden olur ( AİHM, B. No. 10572/83).

Sonuç itibariyle basın özgürlüğünün tanınmasıyla umulan yararların gerçekleşmesi, ancak bu özgürlüğün sorumluluk bilinciyle kullanılmasına, başkalarının haklarını saygı gösterilmesine ve hukuk düzeninin öngördüğü diğer sınırlara riayet edilmesiyle mümkündür. Aksi takdirde basının özgürlüğü, toplumun ilerlemesine ve kişilerin gelişmesine katkı sağlamayacağı gibi, toplumsal barışın bozulmasına da yol açabilecektir.

@hsynaydn