Başkaldırı romantizmi

Doç. Dr. Fahrettin Altun - İletişim Bilimleri Uzm.
27.07.2013

Başkaldıran ve başkaldırılan ilişkisi, tipik bir mazlum-zalim ilişkisi değildir. Zalimlik de mazlumluk da birer statüdür. Kahredici bir statü. Başkaldırı ise bir haldir, bir sestir, bir tepkidir. Dönemseldir. Çoğu zaman büyüyünce geçer. Yeterince büyük olmadığımız her hatırlatıldığında yeniden depreşir.


Başkaldırı romantizmi

“Bu yaz oylesine guzel basladi ki direnis, baskaldiri, mucadele siyasetten spora her alanda olanca hizi ile suruyor” @ozerunal 

“Başkaldırıyı Marx’tan değil sefaletten öğrendim” Albert Camus

Başkaldırı romantizmi bir ergen teknolojisidir. Hepimizin kullandığı bir teknoloji. Başkaldırıyı yüceltmeyi ergenliklerimizden, ergenlerden öğreniriz. Ergenleri modelleyerek başkaldırının hazzını yaşarız.  

Bunu bir ebeveyn duyarlılığıyla yaptığımız için, şımarmasınlar diye de bu teknolojiyi onlara borçlu olduğumuzu söylemeyiz. Ben başkaldırıyı idealize etme namına ne öğrendiysem ergenliğimde öğrendim. 

Başkaldıran ve başkaldırılan ilişkisi, tipik bir mazlum-zalim ilişkisi değildir. Zalimlik de mazlumluk da birer statüdür. Kahredici bir statü. Başkaldırı ise bir haldir, bir sestir, bir tepkidir. Dönemseldir. Çoğu zaman büyüyünce geçer. Yeterince büyük olmadığımız her hatırlatıldığında yeniden depreşir. 

Toplum varsa çatışma vardır. Çatışma uzlaşmadan önce gelir. Düzen bir mittir. Çatışma esastır. Çatışma esastır demek, çatışma iyidir demek değildir. Başkaldırı, çatışmanın dilidir, onun mütemmim cüzüdür. Jean Paul-Sartre “başkaldırı her zaman haklıdır” der. Öyle midir bilinmez ama başkaldırı her zaman vardır. 

İdeolojiler, siyasetin ergen yalanlarıdır. Pozisyonların ve çıkarların rekabet sahasında en şık bahaneleri ideolojiler üretir. İdeolojiler sayesinde başkaldırı toplumsallaşır, siyasallaşır. Türkülerin, kutsal kitapların, destanların bıraktığı boşluğu ideolojiler ve onların kanonları doldurur. 

Başkaldırı ontolojik bir hak mıdır? Birleşmiş Milletlere soracak olursak, başkaldırı, “hak ve özgürlükleri tanımayan diktatör yönetimlere” karşı meşru bir haktır. Peki Birleşmiş Milletler düzenine başkaldırı hak mıdır? Ya da hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı Kemalist Cumhuriyette başkaldırının meşru bir hak olduğundan bahsedenlere ne denirdi? Vatan haini mi? Demem o ki, başkaldırı bir insan hakkı değildir. Başkaldırı bir durumdur, kimine göre bir mecburiyet, kimine göre bir kurtuluş reçetesi, kimine göre bir musibettir. 

Politik öznenin eylem şıklığı

Başkaldırı estetik bir eylem midir? Politik öznenin üstünde şık duran bir detay mıdır? Peki ya başkaldırının bu denli estetize edilmeye başlandığı bir kültürde bu soru ne kadar anlamlıdır? Bence anlamlıdır, çünkü bir yerde estetizasyon çabası varsa, orada estetik yoktur. Başkaldırı anti-estetik bir eylemdir. Başkaldırılar bastırılır. Ya da bastırılmaya çalışılır. Şiddet üretir ya da şiddet görür. Kaba sabadır. Acı verir. Kanlıdır. Başkaldırı bir iktidar talebidir. İktidarın alaşağı edilmesi yahut iktidardan pay elde etme talebi. 

Başkaldırı tam da bu nedenle iktidar için bir asayiş meselesidir. Eğer başkaldıran, iktidara aksi yönde bir talepte bulunuyor ve ondan başkaldırı eylemini bir asayiş meselesi olarak görmemesini istiyorsa burada gerçek bir başkaldırıdan, ya da başkaldırının ahlakiliğinden söz edilemez. Başkaldırının iktidar için bir asayiş meselesi olması, iktidarın ahlaki üstünlüğünü korumak adına devreye soktuğu anarşi söylemini olduğu gibi kabul etmeyi gerektirmez. Zira başkaldırı sadece kaos yaratmak, düzen bozmak için yapılmaz. Başkaldırı yeni bir düzen talebini içerir. 

Başkaldırıyı insan olmanın bir zorunluluğu olarak gören Nurettin Topçu, Frantz Fanon, Ali Şeriati gibi düşünürler, başkaldırı ve isyanın ancak ve ancak bir irade göstergesi, bir ferdiyet talebi, bir adalet çağrısı olarak tecessüm ettiğinde ahlaki olabileceğini belirtirler. Marx’tan beri bireyin feda edildiği bir siyasal devrim mitinde somutlaşan modern başkaldırı kültürü, dayanışma ekseninde bir direniş etiği geliştirmeye çalışmıştır.  Örneğin apaçık örneklerini Albert Camus’unun metinlerinde (örn. Başkaldıran İnsan) görebileceğimiz bu direniş etiği, başkaldırıyı insan doğasının ürünü olarak görür ve onu kutsallaştırır. Bir yönüyle modern bir feda düşüncesini ihtiva eden bu başkaldırı kültürü, rasyonel siyasal eylemlere değil, aşkın bir politik teolojiye karşılık gelmiştir. Türkiye’de sosyalist düşünce de İslamcı düşünce de bu başkaldırı kültüründen etkilenerek kimlikleşmiştir. 

Kişilik değil iktidar sorunu!

Başkaldırıyı bilincin ve insan doğasının kaynağına yerleştiren bu mistik pozisyon, onu aynı zamanda bir kişilik sorununa indirgemiş olur. Oysa başkaldırı bir kişilik sorunu değil, bir iktidar sorunudur. Başkaldırı iktidardan pay alma aracıdır. Başkaldırı tek başına bir özgürlük sorunu değildir. Özgürlüğü kısıtlananlar, iktidar karşısında yeni bir iktidar alternatifi oluşturabileceklerine inandıklarında başkaldırırlar. Başkaldırı öncelikle bir  güç talebidir. Başkaldırı baskıdan yılanın, bastırılanın adalet ve özgürlük talebine indirgenemez. Başkaldıran özne huzur talebinde bulunmaz, rol talebinde bulunur ve talebinin karşılık bulabileceğine inandığı noktada sesini yükseltir. 

Başkaldırı retoriği modern Türkiye siyasal kültürünü yansıtan metinlerde, edebiyat ürünlerinden siyasetçilerin konuşmalarına, şarkı sözlerinden gazete köşelerine kadar farklı ortamlarda farklı şekillerde kendisine yer buldu. Bu retorik, bir yandan Kemalist rejimin uyguladığı politikalardan, diğer yandan uluslararası sistemin yarattığı düşünülen eşitsiz bölüşüm ilişkilerinden beslendi. En çok İslamcılar ve sosyalistler başkaldırı retoriğini kullanarak rejim eleştirisi yaptılar. Ne var ki, başkaldırı retoriğinden siyasal bir pragma devşirebilen tek hareket Kürt siyasal hareketi oldu. Kürt siyasal hareketi, başkaldırı retoriğini mistik bir çerçeve içerisinde yeniden üreterek değil, başkaldırı pratikleri sergileyerek rasyonel bir zeminde iktidardan pay elde etti. Şiddet üreterek, şiddet görerek, acılar yaratarak, kan akıtarak. Ve evet, başkaldırarak. 

Yine de Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Kemalist rejim tarafından ötekileştirilen Kürtlerin bugüne kadar sergilediği siyasal ve ideolojik performans, Gezi eylemlerinin yaptığını yapamamış, başkaldırı retoriğini Türkiye siyasal hayatının içine bu denli yerleştirmeyi başaramamıştır. Gezi eylemleri, başkaldırıyı bir popüler siyasal değere dönüştürmüş, yeniden bir başkaldırı romantizmi yaratmıştır. 

Yeniden diyorum, çünkü Türkiye siyasal tarihi içerisinde İslamcı, sosyalist ve hatta milliyetçi hareketler içerisinde başkaldırı romantizminin yükselişe geçtiği anlar söz konusu olmuştur. Ne var ki, bu tarihsel anlara toplumun sınırlı ve örgütlü kesimleri tanıklık etmiş, başkaldırı yaygın bir değere dönüşmemiştir. 

Gezi eylemleri sürecinde kendisine yakından tanıklık edilen başkaldırı romantizmi geçmişe kıyasla popüler kültürde kendisine çok daha geniş bir yer buldu. Başlangıçta bir protesto gösterisi olarak ortaya çıkan Gezi eylemleri, polisin ilk müdahalesinin ardından eylemciler tarafından bir toplumsal başkaldırı olarak takdim edilmeye başlandı. 

Kısa zamanda Gezi eylemcileri sosyal medya başta olmak üzere kendilerini ifade ettikleri platformlarda başkaldırı olgusunu mistik bir çerçeve içerisinde formüle etmeye başladılar. Ağır bir romantizm duygusu içerisinde başkaldırı, “ruha içkin bir olgu”, “hızla yayılan bir ateş”, insanın insan olmaklığına ilişkin temel bir özellik olarak sunuldu. Başkaldırının karşısına konan şey ise, başkaldırmamak değil, “el öpmek” ve “biat etmek” oldu. Gezi eylemcilerine verilen kitlesel destek, başkaldırı romantizminin kitleselleşmesini beraberinde getirdi. Kitleselleştiği düşünülen başkaldırı ile birlikte, özne “baskılara dur diyen” ve “tepki veren” halka dönüştü. Bu halkın karşısında sadece devlet yoktu, “susan, iktidarı destekleyen halk” da vardı. Kimilerince “koyun sürüsü” metaforu ile nitelenen halk. Bu süreçte “başkaldırı”nın en yaygın olarak formüle edilen hedefi ise “hükümetin istifaya zorlanması” oldu.

Bir tutam Vandetta yüzü...

İlginç bir biçimde Gezi eylemlerine muhalif olan pek çok kişi, Gezi eylemlerinin gerçek anlamda bir başkaldırı olarak nitelenemeyeceğini, “yakıp yıkma”, “kırma”, “küfür etme” davranışlarının başkaldırı formları olarak değil ilkel tepkiler olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Sosyal medyada AK Partili olduğunu açıkça belirten ve muhafazakâr olarak nitelenen kesimler “başkaldırı” ve “isyan”ı kategorik olarak reddetmiyor, aksine başkaldırıya ontolojik bir değer atfediyorlardı. Bunda bu toplum kesimlerinin AK Parti’yi Kemalist sisteme karşı gerçek bir “başkaldırı hareketi” olarak görmelerinin ve Arap Baharı ile birlikte oluşan atmosferin payı büyük.  

Başkaldırı romantizminin bu denli kitleselleşmesinde içinde sosyalleşilen medya kültürünün etkisi göz ardı edilmemeli. Sadece sosyal medya ile sınırlı bir medya etkisi de değil karşımızdaki. Başkaldırı retoriğini Ahmet Kaya şarkılarından ya da Robin Hood anlatısından değil, V for Vandetta’dan, Matrix’ten, 1970’lerin devrimci romantizmini yansıtan film ve dizilerden devşirmiş durumda. Devşirilen imge ve pozlar, öfkeli, bıçkın ve küfürbaz bir siyasal alaycılık dili ile birleştiğinde karşımıza ilginç bir başkaldırı romantizmi çıkmış durumda.

Başkaldırı, sosyo-politik evrenin gerçek bir cüzüdür. Başkaldırı, iktidar talebinde bulunmak anlamına gelir. Başkaldırmak maliyet üstlenmektir. Başkaldırı romantizmi ise, bir başkaldırı türü değil, bir romantizm türüdür. 

[email protected]