Başkanlık gelmezse Türkiye bölünür mü?

M. Taceddin Kutay/ Türk Alman Üniversitesi
5.11.2016

PKK’ya silah verdiğini gizleme ihtiyacı duymayan, ancak Türk demokrasisi için mütemadiyen endişe eden Batılı güçlere karşı kifayetsiz koalisyonlarla direnmemiz mümkün değildir. Evet, başkanlık, Türkiye’nin geleceği için hayati bir dönemeçtir ve bu dönemeç Erdoğan birleştiriciliği ile dönülebilir.


Başkanlık gelmezse Türkiye bölünür mü?
15 Temmuz ihaneti, kamuoyunda test edilmemiş olması dolayısıyla yaygınlaşan pek çok söylemi boşa çıkaran bir sınav niteliğindeydi. Erdoğan etrafında eklemlenen kitlenin iddia edildiği gibi konformist ve çıkar birliğine dayalı bir kitle olmadığı ve kaybedecek şeyi olanların kaybedecek şeyi olmayanları kullandığı söylencesi boşa çıktı. Bu söylenceyi boşa çıkaran en önemli figür şüphesiz kaybedecek çok şeyi olan merhum Erol Olçak’tı. Bununla birlikte “Büyük Türkiye” idealiyle Erdoğan’ın etrafında kümelenen kitlenin “Dantelli kefen giyen AKPliler”den ibaret olmadığı da gün gibi ortaya çıktı. 15 Temmuz süreci bu bakımdan Türk seçmeninin karakterini ortaya koyan önemli bir turnusol kağıdıdır. Siyasal yatkınlıklarını bir kenara bırakamadığı için kendisini Milli Görüşçü yahut MHP’li olarak tanımlayan pek çok kimsenin Erdoğan etrafında konsolide olan kitleye dahil olması Saadet Partisi, MHP hatta BBP seçmenleri arasında da Erdoğancı bir nüvenin var olduğunu ortaya koydu. Benzer temayüllere HDP’ye oy veren bir kesim seçmenin de sahip olduğu geçtiğimiz seçim döneminde yapılan kamuoyu araştırmalarında ortaya konmuştu. Oyunu her şartta HDP’ye verecek olan, daha doğrusu kendisini HDP’ye oy vermek mecburiyetinde hisseden önemli bir kitlenin en önemli endişesinin Ak Parti’nin iktidardan düşmesi olduğu ortaya çıkmıştı. Türk seçmeni, saplantılarından feragat etmeyi göze almayan ancak saplantılarının üstünde utkulara açık bir idealizme sahip bir kitle olarak karşımızda duruyor. Dahası Türk halkında genel olarak bir ideal boşluğu olduğunu iddia etmek mümkün değil. Ortanın sağında “Büyük Türkiye”nin inşaası ülküsünün yaygın bir ideal olduğu ve Türkiye’yi bu amaca götürecek olan lider etrafında sağ seçmenin, sandıkta baş gösteren saplantılar ne olursa olsun eklemlenebildiği 15 Temmuz sürecinde Erdoğan’a “Reis” diye hitap eden ülkücülerce bir kez daha ispatlandı. Bu bakımdan “Dik dur eğilme, ülkücüler seninle” sloganlarının zihni FETÖ yaveleriyle meşgul bir kısım münekkidin iddia ettiği gibi “Ülkücü kılığına girmiş AKP’liler” tarafından atılmadığını anlamak çok zor değil. 

Birleştirici figür

Bilindiği gibi Batı medyası tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sürekli olarak “Bölücü, ayrıştırıcı, toplumu parçalayıcı vs..” gibi sıfatlar atfedilmekte. Bu sıfatları atfeden Batı’nın asıl maksadının hakaret etmek olduğu ve yaydığı Erdoğan imajının bu hakaret üstüne bina edildiği nicedir malumumuzdu. Bununla birlikte 15 Temmuz bu söylemin yegâne mahiyetinin hakaret olduğunu ortaya koyar bir “Birleştirici Erdoğan” figürünü gözler önüne serdi. Erdoğan 15 Temmuz’da oynadığı rol ile sadece sağda bir birlik figürü haline gelmedi, aksine ulusalcı kanallarda program yapan muhalifleri tarafından da “Muhalefetimiz askıya alınmıştır” denilerek desteklendi. Hulasa Erdoğan liderliği, başkanlıkla amaçlanan şeyin çok ötesinde bir birleştirici güç yayıyor ve devlet dört bir taraftan tasallut eden belalara karşı bu güç ile direniyor.

15 Temmuz ihaneti gibi bir ihanetin ülke ekonomisini yerle bir etmemesini başka türlü nasıl izah edebiliriz ki?

Hayati bir dönemeç

Başbakan Binali Yıldırım’ın “Asıl başkanlık sistemi gelmezse Türkiye bölünür” derken ortaya koyduğu şey basit bir siyaset üretiminden ibaret değildir. Yıldırım Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası girdiği sürecin geri dönülemezliğini gayet basit formüle etti ama çok doğru bir biçimde formüle etti. “Erdoğan birleştiriciliği” ile atlattığımız bu son vartadan bir sonra gelecek olan nedir bilemiyoruz; ancak bildiğimiz şey açık seçik bu birleştiriciliğin Erdoğan’ın şahsı ile sınırlı kalma lüksüne sahip olmayan bir nimet olduğu. İster şahsi melekelerine isterse Allah’ın Erdoğan’a mahsus verdiği bir vediaya bağlayın; Erdoğan’ın yaptıkları Türkiye’yi Erdoğan sonrası geri dönülemeyecek noktalara getirdi. Erdoğan’ın Türkiye’ye ve Türk halkına karşı ifa etmekle yükümlü olduğu en büyük borç, şahsı sayesinde edinilen kazanımları müesses hale getirmek ve kendinden sonraki döneme aktarılabilir hale dönüştürmektir. Başkanlık bu bakımdan Erdoğan’ın şahsi talebi olmanın çok ötesinde -ki başkanlığa şahsen hiç ihtiyacı yok- Türk milletine karşı boynunun borcudur. Komplo teorileri üzerinden felaket senaryoları yazıyor değiliz; Türkiye’nin güneyden gelen tehditlere ve kendisine karşı düşmanlığını açıkça ortaya koyan Batı’ya karşı ayakta kalabilmesinin yegane imkanı bu transformasyondur. PKK’ya silah verdiğini gizleme ihtiyacı duymayan, ancak Türk demokrasisi için mütemadiyen endişe eden Batılı güçlere karşı kifayetsiz koalisyonlarıyla direnmemiz mümkün değildir. Evet, başkanlık, Türkiye’nin geleceği için hayati bir dönemeçtir ve bu dönemeç Erdoğan birleştiriciliği ile dönülebilir.

CHP neden başkanlığa karşı?

Erdoğan birleştiriciliğine mukabil bu birleştiriciliğin dışında kalan kitle de kendisini çeşitli vesilelerle konsolide ediyor. CHP’nin HDP ile kurduğu söylem birlikteliği bu anlamda bir kader birliğinin ifadesi. Başkanlık sisteminde ancak marjinal bir siyasal akım haline gelecek olan HDP’nin söylemlerinin, tek parti devrinde inşaa edilmiş olan nefret duvarını halen aşamayan CHP tarafından neredeyse hiç değiştirilmeden kullanılması tesadüf değil. Zira açıkça görülmektedir ki başkanlık sisteminde bu iki parti de ancak Alman Yeşiller partisi kadar ağırlığa sahip olacak. Bu sebeple “Kan akmadan başkanlık sistemi gelmez” diyen Kılıçdaroğlu pot kırmıyor. Kılıçdaroğlu’nun partisi açısından siyasi fonksiyonsuzlaşmaya tekabül eden bu dönüşüm “Küçük olsun ama benim olsun” diyen bir bürokratın kafasıyla baktığınızda, kan pahasına da olsa engellenilesi bir şeydir. Kemal Kılıçdaroğlu daha ne kadar kan akmasını istiyor bilemiyoruz ama 15 Temmuz’da akan kanın, Kemal Bey’in engellemek istediği değerler müdafaa edilirken akıtıldığı gerçeğini kendisine hatırlatmakta fayda var. Kılıçdaroğlu’nun talep ettiği kanın bir kısmı peşinen ödendi. Cumhuriyet Halk Partisi siyaset üretemeyen bir siyasal yapı. Bu sebeple kendisini iktidardan ziyade muhalefete layık gören bir parti. Bununla birlikte mevcut sistem CHP’nin siyaset üretemeyen bir parti olarak dahi var olmasını sağlıyor; istemezükler, mesnetsiz tenkitler siyaset sayılıyor. Gelgelelim başkanlık dediğiniz sistemde müspet siyaset üretmeden ve kendi politikalarınızı müdafaa etmeden yalnızca yıkıcı muhalefetle ayakta kalmanız mümkün değil. Her on yılda bir YENİ CHP sloganıyla logo yenileyen, ancak Kasım Gülek’in genel sekreterlik döneminden farklı hiçbir yenilik ortaya koymayan CHP’nin elbette başkanlık gibi dinamik bir sistemde kısır siyasetini devam ettirmesi düşünülemez. Yeni bir sistem olduğu kadar yeni bir siyaset düzlemi anlamına da gelen başkanlık, bu bakımdan CHP’nin arzu edeceği bir şey değildir; zira CHP’nin en az yatkın olduğu şey zamanın şartlarına göre kendisini revize etmektir. Öyle görülüyor ki Türkiye’nin çıkarları ve bekası CHP’nin çıkarları ve bekasıyla örtüşmeyecek.

[email protected]