Başkanlık sistemi sınandı

Vahid Yılmaz / Yazar
4.07.2020


Başkanlık sistemi sınandı

Türkiye, Osmanlı’nın devamı olarak, 18. yüzyıldan itibaren sürekli yenilik hareketlerine sahne olmuştur. 1808’ de Sultan II. Mahmud, Ayanlar ile (İleri gelen toprak ağaları) Senedi İttifak adlı sözleşmeyi imzalamış ve padişahın alacağı kararlarda Ayanlar’a danışacağı, ona göre ‘karar vereceği’ hüküm altına alınmıştı. 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanları ile padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır.

1876 yılında Sultan II. Abdülhamid Han tarafından ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ilan edilerek devlet yönteminde Monarşi’den, Meşruti Monarşi’ye geçilmiştir. Buna I. Meşrutiyet denilecek ve 1908’de İttihat ve Terakki tarafından II. Meşrutiyet ilan edilecektir. Burada da yasal olarak padişah, devlet yönetiminde güç paylaşımını kabul etmiştir.

Cumhuriyet dönemi yönetimi

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı, akabinde 29 Ekim 1923’te TBMM tarafından Cumhuriyet ilan edildi.1923-46 tek parti dönemi meclis hükümeti, 1946 sonrası ise çok partili hayata geçiş ile birlikte 2018 yılana kadar hükümet sistemi olarak parlamenter sistem uygulandı. Bazı yazarlar Türkiye’de uygulanan parlamenter sisteme “parlamenterimsi” demişlerdir. Yani parlamenter sistem olmayan ancak ona benzeyen farklı bir yapı. Yani klasik parlamenter sistem olmayan, ancak ona benzeyen farklı bir sistem olarak nitelendirmişlerdir.

16 Nisan 2017 tarihinde ise referandum ile yapılan Anayasa değişikliği sonunda Türkiye Cumhuriyeti, Başkanlık Sistemi’ne (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) geçmiştir. Kısa bir kronoloji bilgisinden sonra yakın tarihimizde yönetim açısından değerlendirmelere geçebiliriz.

Daha çok Batı demokrasilerde kabul gören hükümet sistemleri şunlardır:

1. Başkanlık Sistemi

2. Yarı Başkanlık Sistemi

3. Parlamenter Sistem

Biz yönetim sistemlerinin analizini yapmaktan çok, Türkiye’deki uygulamalarına bakacağız.

Her şeyden önce değişimler, var olan uygulamalara tepki niteliğinde olduğu için her zaman bir dirençle karşılaşmıştır. Toplumun eski alışkanlıkları terk edip, yeni olana adapte olması zaman alır. Cumhuriyet ilan edilirken dirençle karşılaşıldı mesela. Keza başkanlık sistemi de.

Zayıf hükümetler

Başkanlık sistemine geçilmeden önce Türkiye’de parlamenter sistem uygulanıyordu. Yaşı biraz ortanın üstünde olan herkesin yakinen bildiği gibi bu ülkede hükümetlerin ortalama ömrü 1, 5 yıldır. Atatürk, İnönü, Menderes, Özal ve Erdoğan’ın kurduğu hükümetleri çıkardığınızda ise ortalama altı ayda bir seçim olmuş bu ülkede. İşi gücü bırakmış seçim yapmışız anlaşılan. Altı ay çalışan bir hükümetin yapacağı hizmeti, yatırımları artık varın siz düşünün. Zaten böyle bir şey olmadı maalesef. Yıllar yılı bu ülkenin enerjisi, birikimi heba edilmiştir. Ta ki Erdoğan hükümetlerine kadar.

Zayıf hükümetler yatırım ve hizmet yapmamakla kalmamış, aynı zamanda yönetim boşluklarından yararlanan vesayet odakları, ortalama 10 yılda bir ya darbe yapmış ve/veya muhtıra vermiştir.

Askeri vesayet dönemi

1960’ta, 1971’de, 1980’de, 1997’de 2007’de askeri vesayet sürekli hükümlere “balans ayarı” yapmış, demokrasimiz inkıtaya uğratılmış, ülkenin kaynakları hortumlanmıştır. Her darbede ülke 50 yıl geri gitmiş, nice vatan evladı ipe gitmiştir.

Yine bu dönemde yüksek enflasyon ve yüksek faiz kıskacında toplum sömürülmüş, bankalar hortumlanmıştır.

Bu sıkıntılardan en muzdarip kişiler ise Rahmetli Özal, Demirel, Erbakan ve Türkeş’tir. Ülkeyi yöneten bu insanlar zamanında feryat figan ederek ülkenin parlamenter sistem ile yönetilemeyeceğini, başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini müteadid kere dile getirmişlerdir. Ancak dönemin şartları nedeniyle düşündüklerini hayata geçiremediler.

Ancak 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, 2002 yılından itibaren Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış, siyasetin tüm kademelerinde bulunmuş, Erbakan hocanın tedrisi rahlesinden geçmiş, Türkiye’yi en uzun süre başarılı bir şekilde yöneten güçlü lider Recep Tayyip Erdoğan, Özal, Erbakan, Demirel ve Türkeş’in hayalini gerçekleştirdi.

Ve nihayet, Türkiye’yi yönetilemez kılan, darbelere açık, yönetimde istikrarsızlığa yol açan ve iktisadi kalkınmanın önünde set olan parlamenter sistemi, halk, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile Başkanlık Sistemine (Cumhurbaşkanlığı Sistemi) geçilmesine onay vererek değiştirmiştir.

24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçiminden itibaren ise fiilen yeni sistem uygulanmaya başlandı. Bugün itibariyle yeni sistemin iki yılı doldurdu. Aslında henüz yolun başındayız.

Yönetimde istikrar

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin en temel özelliği yönetimde istikrarı sağlamasıdır. Sistem seçilen cumhurbaşkanın, ne kadar başarılı olursa olsun iki dönem için seçilebilmesine olanak veriyor. 16 Nisan reformuna giderken, “Evet” cephesinde bulunanların en büyük argümanı, yönetimde istikrarın sağlanacağı yönündedir. Eski düzende, yani parlamenter sistemde olduğu gibi yönetimde istikrarsızlığa mahal vermemek için kaçınılması gereken ilk iş, erken seçimlerdir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi toplumun değişimlere adapte olması biraz zaman alır. Henüz iki yılını yeni tamamlamamış, Türkiye’nin yakın tarihinde, cumhuriyetin ilanından sonra en büyük sistem değişikliği olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine toplumun adapte olması da zaman alacaktır. Siyasi kulisler, yeni sistemi tam olarak anlamama veya eski alışkanlıklar nedeniyle muhalefetin erken seçim propagandasına hemen kapılabilmektedirler.

Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın, yeni sistemin kurumsallaşması, yasal düzenlemelerin tamamlaması, sistemin uygulamadaki aksaklıklarının giderilmesi için sürekli çalışmalar yaptığı herkesin malumu.

Sistemin ilk yılında, milletvekillerinin bakanlara ulaşmasında sıkıntıların yaşaması üzerine, Erdoğan’ın talimatıyla Bakanlara TBMM’de “nöbetçi bakan “ uygulaması getirildi. 2020 yılının başından itibaren, TBMM Genel Kurulu’nun çalıştığı her gün bir bakan nöbetçilik yaptı. Milletvekilleri rahatlıkla artık bakanlara ulaşabilir oldu. Bu ve buna benzer birçok değişiklik yapıldı, yapılıyor.. Sistemin tam olarak oturması, uygulamadaki aksaklıkların giderilmesi zaman alacaktır. Zira teorik olarak doğru olan bazı düzenlemeler, uygulamada sıkıntı oluşturabilir. Bu durum, sistemin statik değil dinamik olduğunu gösteriyor.

Hızlı karar alma gücü

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin, iki yıllık uygulama süresinde Cumhurbaşkanı Erdoğan her zamanki gibi tartışmasız çok başarılı. Dünya genelinde ABD ve Çin’in başını çektiği ticaret savaşları nedeniyle bozulan ekonomik dengelerin yansıması, bölgesel savaşlar, savunma sanayii hamleleri, sınır ötesi harekâtlar ve son olarak koronavirüs salgını gibi sorunlar var. Tüm bu alanlarda Erdoğan, tartışmasız çok başarılı. Elazığ depremi, koronavirüs salgını, Zeytin Dalı Harekâtı, Barış Pınarı Harekâtı, Irak’ın kuzeyinde PKK’ya karşı Pençe 1/2/3 ve yurt içinde PKK’ya karşı Kıran Harekâtları, Trump’un Kudüs kararına karşı Avrupa Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nı harekete geçirerek, ABD’yi BM’de kınama kararı alınmasına öncülük edilmesi hadiselerinde bunu açıkça gördük.

Bakanlar ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı halk nezdinde takdir edilmektedir. Sağlık, İçişleri, Dışişleri, Milli Savunma, Sanayi, Milli Eğitim, Maliye, Çevre ve Şehircilik Bakanları, ön plana çıkan bakanlardır. 

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı koronavirüs salgını ve Elazığ depremiyle yakinen tanıdık: Mütevazı, işinin ehli, çalışkan.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, PKK terör örgütüne karşı başarısı takdire şayan, liyakatli, çalışkan.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, asker kişi, işin ehli, çalışkan. Zeytindalı ve Barış Pınarı Harekâtı, PKK ile mücadele başarılı.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, ekonomik saldırıları göğüsleyip, ticaret savaşları gibi tüm olumsuzluklara rağmen makroekonomik dengeleri AB ülkeleri baz alındığında büyümede, enflasyon ve faiz konusunda ciddi iyileşmeler kaydetti. İşin ehli. 

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk keza işinin ehli. Öğretmen, veli ve öğrenci ardındaki dengeyi iyi oluşturan, öğretmenlerin motivasyonunu en üst düzeyde tutmanın gayreti içinde, tüm topluma hitap ediyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum liyakat shibi… Elazığ depremiyle iyi bir sınav verdi.

Sanayi Bakanı Mustafa Varank, teknolojiye yatırım hedeflemesi, yerli oto ve savunma sanayiindeki başarıyı daha da ilerletme gayreti içinde. Ayrıca ilaç sektöründe Türkiye’nin de yerini alması için çalışmaları var.

Cumhurbaşkanı ve ekibi şu ana kadar gayet başarılılar. Bürokratlarda veya bakanlarda gevşeklik hissedildiğinde hemen değişik yapılabiliyor. Bu durum bize Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı kabinesini ve alt ekibini işlerin yürütülmesi açısından sürekli takip ettiğini gösteriyor.

Ayrıca sistemle birlikte devletin hızlı kararlar alabilmesi, sistemin bürokratik işlemlerinin az olması, kırtasiyeciliğin azalması, CİMER gibi iletişim ağı ile her vatandaşın aracısız olarak sorun ve/veya taleplerini Cumhurbaşkanlığı’na iletebilme imkânın olması ve her talebin mutlaka sonuçlandırılarak ilgili kişiye 15 gün içinde cevap verilmesi gibi onlarca avantajının olması da sistemin başarıyla uygulandığı ve çözüm odaklı olduğunu gösteriyor.

Türkiye, Osmanlı’dan bu yana sürekli bir arayışın içindeydi. Dünyadaki uygulamalara nispeten ayak uydurulmuş, parlamenter sistem uygulanmıştı. Ancak tüm dünyada işlemez hale gelen bu sistemden ilk kurtulan ülkelerden biri Türkiye oldu.

Nitekim Almanya’da 2019 yılında yapılan seçimden üç ay sonra siyasi partiler anlaşamamış, hükümet kurulmamıştı. Daha sonra kurulan hükümet kısa ömürlü olmuş kısa bir süre sonra tekrar seçime gidilmişti. Aynı süreç İspanya’da, İtalya’da, Yunanistan’da ve İsrail’de de yaşandı.

İtalya’da işin içinden çıkılamaması üzerine, seçimde “Yüzde 40 alan parti tek başına hükümeti kurar” ilkesi getirildi. Bir nevi yarı başkanlık. Tüm dünyaya bu yönde bir gidişin olduğu açık.

Türkiye’de devlet aklı, zamanında harekete geçerek (15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin hızlandırıcı etkisi olmuştur) dünyadaki uygulamalardan yararlanarak, ülkeye özgü yeni sisteme geçiş yaptı. Sistem, yönetimde istikrarın sağlanması, denetlenebilir Cumhurbaşkanı, sadece iki dönem ile sınırlı seçilme gibi olanaklarla başarıyla uygulanacaktır.

Erken seçim ve transferler

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini savunan başta Recep Tayyip Erdoğan olmak herkesin ilk argümanı yönetimde istikrarın sağlanması hususu.

Türk siyasi hayatından Atatürk, Menderes, Özal ve Erdoğan dönemlerini çıkardığımızda ortalama hükümet ömrünün altı ay olduğunu görürüz. İstikrarsız yönetimlerden sıkıntı yaşamış, enerjisi boşa gitmiş bir Türkiye’nin, sık seçime gitme kredisi tükenmiştir. Ayrıca bugün, hiç kimse, Türkiye’de siyasi istikrarsızlığın olduğunu iddia edemez.

Meclisin seçime gitme kararı alabilmesi için Recep Tayyip Erdoğan400 milletvekilinin evet oyu lazım. Hali hazırda 589 milletvekili olduğu TBMM’de AK Parti ve MHP’nin (291+49) 340 milletvekili var. Yani burada da seçime karar verecek olan yine AK Parti.

Muhalefetin istemesi ile olmuyor. Erdoğan, realist bir lider. Libya, Suriye, terörle mücadele ve finansal saldırıların olduğu bir zamanda, Cumhur İttifakı’nın tabanda ve tavanda daha da kenetlendiği bir zaman diliminde devlet aklı ve ülkesini seven hiçbir siyasetçi bugün seçime gidemez.

Yerelde de erken seçimin söz konusu olabilmesi için de herhangi bir neden yok. Bazı büyükşehirleri muhalefet kazanmış olabilir. Seçimin doğasında bu vardır. AK Parti ve Erdoğan’ın demokrasi kültürü, kaybettiği bir büyükşehri geri almak için ülkeyi seçime sokmayacak kadar yüksektir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türk siyasal hayatının 150 yılı aşkın süredir birikiminin sonucunda ulaşılmış, zamanın ruhuna ve toplum yapısına uyumlu değişime/yenilemeye açık bir sistemdir.

Siyasi çevrelerin özellikle muhalefet ve siyasetin dışında kalan baskı ve çıkar gruplarının ve dahi kişilerin geçmişten gelen alışkanlıklarının yeni durama adapte olamaması veya olmak istememesi neticesinde çıkardıkları cılız seslerin dışında sisteme karşı bir direnç söz konusu değildir.

[email protected]