Başkanlık sistemine neden karşılar?

Orhan Aydın / Araştırmacı - Yazar
9.01.2016

Görünen o ki önümüzdeki dönemde başkanlık sistemi tartışmaları devam edecek. Bunun sağlıklı bir zeminde devam edebilmesi için karşı çıkanların konuyu Erdoğan’ın şahsından, sistemin kendisine getirmeleri gereklidir. Başkanlık sistemine neden karşı çıkıyorlar? Mevcut sistemin devamını mı öneriyorlar? Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal sınırlarını nasıl çizecekler? Cumhurbaşkanı ve başbakan arasında çıkacak sorunların çözümü için ne öneriyorlar?


Başkanlık sistemine neden karşılar?

Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla Türkiye başkanlık sistemini tekrar güçlü bir biçimde gündemine aldı. Başkanlık sistemi nedir? Teklif edenlerin kafasındaki sistem nasıl işliyor? Artıları, eksileri nedir? Bunlar hiç konuşulmadan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Padişah Olmak” için başkanlık sistemini önerdiği iddia edildi. Daha önce başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına çıkan, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in gündeme getirdiği başkanlık sistemi tartışmalarıyla benzerlik gösterdiği söylendi. Hatta HDP 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde neredeyse tüm kampanyasını Cumhurbaşkanımızın başkanlığını engellemek üzerine kurdu. Mademki başkanlık sistemi tartışmaları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında tartışıldı karşı çıkanların argümanlarını incelemek gerekiyor.

Merhum cumhurbaşkanlarından Turgut Özal 1989 yılında cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğunda Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran partisi ANAP yerel seçimlerde ağır bir yenilgi almıştı.  450 sandalyeli mecliste 292 milletvekiline sahip olmasına rağmen 26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde  yüzde 21,80 oya gerilemiş (-19,72 ) nihayet 1991 yılındaki genel seçimlerde 115 milletvekiline düşmüştü. 1994 yerel seçimlerinde bir önceki yerel seçimlere göre oyunu korumuş olsa bile bir daha tek başına iktidar olanağı bulamamıştı.

Süleyman Demirel birinci partinin lideri olarak 1991 seçimlerinden hemen sonra 1993 yılında Merhum Turgut Özal’ın beklenmeyen vefatı sonrasında cumhurbaşkanı olduğunda partisinin oy oranı  yüzde 27’ydi. Daha sonraki genel seçimlerde sırasıyla yüzde 19, yüzde 12 ve en sonunda yüzde 9,54 ile meclis dışında kaldı. Süleyman Demirel buna rağmen görev yaptığı yedi yıllık süre zarfında arkasındaki azalan halk desteğine rağmen siyaset kuran 28 Şubat’ta olduğu gibi tarafsızlığı ağzına bile almayan bir cumhurbaşkanı oldu. Bugün siyaset yaptığı parti, “Emekli Merkez Sağ Siyasetçileri Kulübünden” öteye geçemedi.

Güç kaybı mı yaşıyor?

Oysa sayın Cumhurbaşkanımızın ve Ak Parti’nin durumu bu iki örneğe de benzemiyor. Ak Parti 2002 yılından beri girdiği bütün seçimlerden galip olarak çıktı. Tek başına iktidar olamadığı 7 Haziran seçimlerinde bile yüzde 40 oy aldı bu kendisine rakip olan partilerin seçimden önce hedef olarak dahi belirleyemediği bir oran. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Merhum cumhurbaşkanımız Turgut Özal meclis tarafından seçildiğinde ANAP dışındaki diğer partiler seçimi protesto etmiş, ANAP kendi içinden bir aday daha çıkararak seçimin çok adaylı olmasını sağlamıştı. Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçildiğinde bunu koalisyon ortağı SHP’nin ve MHP’nin üçüncü turdaki desteğiyle sağlamıştı. Oysa Erdoğan halk tarafından seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmasının yanı sıra, bunu ilk turda yüzde 51,79’luk bir sonuçla elde etmiş, CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na yüzde 13,35 fark atmıştı. 

Padişahlık tartışması

Özetle hem halk tarafından daha ilk turda kesin bir sonuçla seçilmiş olması, hem kurucusu ve uzun yıllar genel başkanlığını yaptığı partisinin girdiği bütün seçimlerden birinci parti olarak çıkmış olması ve nihayet 1 Kasım seçimlerinde düşen oylarını fazlasıyla geri kazanması, Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Partinin eski gücünden uzak olduğu için Başkanlık Sistemini önerdiği iddialarını yalanlıyor. Bu iddiayı ortaya atanların aynı zamanda Erdoğan’ın güçten düştüğü için cumhurbaşkanlığına “kaçtığını”, güçten düşüşü devam ettiği için bunu kamufle amaçlı başkanlık sistemi tartışmalarını ortaya attığını iddia edenlerle aynı insanlar olması Türkiye’deki başkanlık sistemi tartışmalarının ne kadar sığ bir bakış açısına kurban edildiğini gösteriyor.

Bugün Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin en güçlü siyasetçisidir. Bu gücün kaynağı şimdiki makamı cumhurbaşkanlığından ya da öncesindeki başbakanlığından kaynaklanmıyor. Daha İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde öğrenciyken etrafında toplanan öğrencilere liderlik yaptığı biliniyor. Siyasete başladığı Refah Partisi’nde etkisi hep görevinden kat be kat fazla olduğu da bir sır değil.

Padişahlık amacında olduğunu iddia edenlerin yanılmalarının ve toplumu yanıltmaya çalışmalarının nedeni de bu; Cumhurbaşkanı’nın siyaset yapış şekli. Fakat unutulmaması gereken şey şu, kendisi asla meşru zeminden ayrılmadı ve ayrılmasına da müsaade etmedi. 1999 yılında belediye başkanıyken hapse atıldığında tepkisini meşru zeminde gösterdi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başında olduğu süre içerisinde karşılaştığı tüm engellerle yasal sınırlar içerisinde mücadele etti. 367 dayatması, başörtüsü sorunu, 7 Şubat ihanet süreci,  17/25 Aralık süreçleri, MİT TIR’larının durdurulması ihaneti ve diğer birçok olayda kanunla sorunların üstesinde geldi.

Başkanlık sisteminin gündeme gelmesinde de meşru sınırlar içerisinde kalarak tıkanan sistemi açma düşüncesi var. 1980 sonrası Kenan Evren-Turgut Özal,  Turgut Özal-Süleyman Demirel,  Süleyman Demirel- Prof. Dr. Merhum Necmettin Erbakan, Ahmet Necdet Sezer - Bülent Ecevit, Ahmet Necdet Sezer- Recep Tayyip Erdoğan ilişkilerine bakıldığında, Cumhurbaşkanlığı makamının siyasetin önünü tıkayan bir rolü olduğu görülecektir. Süleyman Demirel- Merhum Necmettin Erbakan ilişkisinde cumhurbaşkanlığı makamı bizzat darbenin tetikçiliğini yapmış, Ahmet Necdet Sezer’in Bülent Ecevit’le giriştiği kavganın doğurduğu ekonomik krizin etkileri yıllarca sürmüştü. Ak Parti iktidarının ilk yıllarında Ahmet Necdet Sezer, Ak Parti’nin iktidar olmasını engellemek amacıyla atama isteklerini geri çevirmiş, basit kanun değişikliklerini bile geri göndermiş devletin en üst makamını Ana Muhalefet Partisi makamına çevirmişti. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bile yıllarca vekâleten yönetildi.

Aynı siyasi gelenekten geldiği Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde yöntem farklılıklarından kaynaklanan uyumsuzluklar özellikle uluslararası alanda uygulanana politikalara gölge düşürmüştü. Sayın Cumhurbaşkanımızın 1 Kasım seçimlerinden sonra Bakanlar Kurulu’nu bir gün geç onaylaması, kriz olarak değerlendirilmiş ve kamuoyu tedirgin edilmiştir. Erdoğan, bu sorunu aşmanın yolu olarak halk tarafından seçilen icracı bir cumhurbaşkanlığı sistemi teklif etmektedir. Partisinin başında olduğu tüm seçimlerde tek başına iktidar olan, şampiyon olan futbol kulübünün bile, kupasını almak için aradığı bir siyasetçi olarak siyasi hayatını devam ettirebilir. 2023 yılında kadar bu makamında kalır, bu süreçte de Cumhurbaşkanlığı makamına iyi anlaşabileceği bir ismi çıkartırdı. Bu belki birkaç yıllık bir rahatlama yaratır,  sonrasında yaşanacak ilk görüş ayrılığı harcanan emeğin boşa gitmesine neden olurdu.

Kaybedeceklerinin beyanı

Cumhurbaşkanı Başkanlık Sistemini Padişah olmak için istiyor iddiasındakiler, olası bir başkanlık seçimini kaybedeceklerini de şimdiden ilan etmiş oluyorlar. Görünen o ki önümüzdeki dönemde başkanlık sistemi tartışmaları devam edecek. Bunun sağlıklı bir zeminde devam edebilmesi için karşı çıkanların konuyu Erdoğan’ın şahsından, sistemin kendisine getirmeleri gerekli. Başkanlık sistemine neden karşı çıkıyorlar? Mevcut sistemin devamını mı öneriyorlar? Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal sınırlarını nasıl çizecekler? Cumhurbaşkanı ve başbakan arasında çıkacak sorunların çözümü için ne öneriyorlar?

Parti içi kongrelerine imza toplarken ya da ön seçimde milletvekili olmak için gösterdikleri heyecanı ülkenin geleceğini etkileyecek bir tartışmada da göstermelerini beklemek vatandaş olarak hakkımız.

[email protected]