‘Başörtüsü sorunu’ yok ‘CHP sorunu’ var

Ömer Aslan - Bilkent Üniversitesi
2.11.2013

Bir tür yeniden yorumlama ve gerçek anlamda yenilenme işine kalkışmadığı sürece eski CHP sola koysan hoyrat, sağa koysan absürt durmaya devam edecek.


‘Başörtüsü sorunu’ yok ‘CHP sorunu’ var

Cumhuriyet Halk Partisi’nin, AK Partili dört kadın Milletvekilinin 31 Ekim’de Meclis’e başörtüsüyle gelmelerine verdiği tepki ülkedeki ‘CHP Sorunu’nu yeniden gözler önüne serdi. ‘Eski CHP’ kamusal alanda başörtüsü özgürlüğüne yıllarca şiddetle karşı çıkmış, bu uğurda yapılan Meclis çalışmalarını sürekli olarak vesayet organlarına şikayet etmişti. 2010 yılından bu yana estirilen değişim rüzgarına ve partinin 90. kuruluş yıldönümünde kullanılan “Dev Çınar Yeni Filiz” sloganına rağmen, ‘yeni CHP’de değişen bir şey yok. Yenilik iddiasındaki CHP’nin kamusal alanda başörtüsüne karşı takındığı tavır, neo ajan-provokatör suçlaması ile sınırsız özgürlükler savunusuyla ballandırılmış ama satır aralarında gayet İslamofobik bir tepki arasında gidip geliyor. Örneğin, CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce başörtüleriyle Meclis’e gelmek isteyen milletvekillerine “demek ki senin görevin buymuş. Özel görevli gelmişsin sen buraya” diyerek 14 yıl öncesinin ajan-provokatörlük suçlamasını tekrarladı, başörtüsü takmayı “özgürlük değil, hatta bir özgürlükten vazgeçmek” olarak tanımladı.

‘Yeni CHP’nin çelişkileri

CHP’nin kamusal alanda başörtüsü konusunda parti içinde yaşadığı çatlak ve genel özgürlük söylemiyle çelişkili tavrı ne ilk ne de tek. ‘Yeni CHP’ ne sivil asker ilişkilerinde, ne yeni anayasa yapımında ne de dış politika anlayışında eski CHP’den kendini kurtarabiliyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, demokratik sivil asker ilişkilerini savunur ve ‘darbe olursa tankın önüne ilk ben çıkarım’ derken, Aydın Milletvekili darbe nostaljisi içinde “Eskiden ihtilaller olurdu. Arada bir iktidar değişikliği söz konusu olurdu. Şimdi o ihtilali yapacak olan komutan da kalmadı. Hepsini tasfiye ettiler’’ diyebiliyor. Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un “Koca askeri yıktılar. Meğer kağıttan kaplanmışlar, biz onları asker zannettik” şeklindeki sözleri ise hala akıllarda. Sivil bir anayasa yapımının gerekliliğini reddedebilen siyasal aktör kalmamışken, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na yansıyan CHP tablosu kimsede ‘yeni bir parti’ izlenimi yaratmıyor. Dış politika anlayışı itibariyle de yeni bir CHP’den bahsetmek mümkün değil. Bizzat Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, eski CHP’ye mahsus zihni kalıplarla düşünüyor,hala Ortadoğu’yu Türkiye’nin ne olursa olsun uzak durması gereken bir ‘bataklık’ olarak tanımlıyor.14 yıl sonra yeniden ve tedrici bir şekilde Türkiye’nin gündemine gelen Meclis’te başörtülü milletvekili tartışmasında ise, bir taraftan Genel Başkan Kılıçdaroğlu, “Herkes giyiminde kuşamında özgürdür. Başörtüsünü inancı nedeniyle takıyorsa ona saygı duyuyoruz” ve “milletin oyuna ve seçtiği kişilere saygı göstermek her siyasal partinin görevidir” derken, Şafak Pavey, “Ortadoğu’da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu” gibi mesnetsiz bir iddiayla önce geçmişin otoriter laikçi ideolojisine selam çaktı, sonra İslamiyet’e ve Müslümanların durumuna gülen bir edayla Meclis’te başörtüsü özgürlüğünün diyetini istedi: “Neden, 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletler’de bile yer alamayan Tayvan seviyesine erişemediğini açıklamalarını bekliyorum.”

CHP neden değişemiyor?

Demokratik rejim altında siyasal partiler de değişimin mümkün olması için parti ile seçmen tabanı arasında çift yönlü bir ilişkiye ihtiyaç duyulur. Partinin lider kadrosu değişimin gerekliliğine kani olmalı, bunun içinse en başta parti tabanından kısmi de olsa bir işaret almalıdır. Seçmeninden olur alan kadrolar daha sonra geriye kalan kararsız ve değişime direnen seçmenini ikna etmeye çalışır. Ancak CHP tabanındaki değişim talebinin gerçekte ne kadar güçlü olduğu, tabanda yer alan geniş ulusalcı hissiyatın parti liderliğindeki değişim yanlılarına ne kadar cesaret verebildiği oldukça şüpheli. Buna ilaveten, selefi Deniz Baykal gibi AK Parti’ye karşı girdiği hiçbir seçimi kazanamamış Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘siyasal vizyon eksikliğinden ziyade’ tabanıyla böyle bir süreci yürütebilecek sosyal ve siyasal sermayesi de bulunmamaktadır.

CHP’nin değişememesi söz konusu olduğunda yapısal nedenler üzerine de düşünmek gerekiyor. CHP tarzı, bir devletin kurucusu eliyle kurulan siyasal partilerin değişimi nasıl algıladıkları, nasıl yönettikleri ve değişme şanslarının ne olduğu mukayeseli çalışmalarla araştırılmaya değerdir. Örneğin, İran’da Rıza Şah Pehlevi’nin, ülkesinin onun öngördüğü şekilde gelişimine göz kulak olacak kurucu bir siyasal partiyi kurduğunu hayal edelim. İran İslam Devrimi’nin de yaşanmadığını ve ölümünden sonra Şah’ın devletin kurucusu olarak hayırla yad edilmeye devam ettiği süreçte ülkenin artık çok partili demokrasiye de geçmiş bulunduğunu varsayalım. 

Diğer siyasal partilerle rekabet etmek durumunda olan Şah’ın partisi ne ölçüde ve nasıl değişebilirdi? Bu tür bir analize Meksika’dan ‘Kurumsal Devrimci Parti’(PRI) örneğiyle girişen Şükrü Hanioğlu, mukayesesi sonucunda PRI’nin Meksika Devrimi’ni ‘kurumsallaştırma’ vazifesini yüklendikten sonra çoğulcu siyasete kolayca uyum gösteremediğini, ancak bir süre sonra, hantal koalisyon yapısını terk ettikten sonra başarı sağlayabildiğini’ aktarıyor. Peki değişemeyen CHP bu kriz durumunu nasıl oldu da daha önce yaşamadı? Erken Cumhuriyet döneminde yüklenen ‘devrimi kurumsallaştırma’ misyonunun sona erdiğini CHP’nin uzun zaman önce fark etmesi gerekirken, bugünkü ölçekte bir varoluşsal krizi tecrübe etmeden devam etmesini sağlayan şey askeri darbeler oldu. CHP, partinin kapatıldığı 1980 darbesinin dolaylı yoldan kendisine sunduğu tecdit imkanını kaçırdıktan sonra bir daha askeri müdahaleler ve darbelerde zarar görmedi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra da kendisini Kemalist devlete hep yakın tutan CHP, bir siyaset kurumu ve aracı olarak toplumun beklentilerini ve değişen ruhunu yansıtmadan davarlığını devam ettirebilmek lüksüne darbeler sayesinde sahip oldu. CHP’ye tek parti mazisinde yaşama lüksünü sağlayan askeri darbeler, muhafazakar-İslamcı kesimlere ise sürekli olarak yenilenme, kendini yeniden muhasebeye çekmek zorunluluğunu getirdi. CHP’nin sorgulamak gereği bile duymadığı rejimin tehdit olarak gördüğü bu tür siyasal partiler kapatıldı, siyasetçileri siyasetten men edildi (hatta asıldı).Daimi olarak ‘çevrede’ tutulmak istenen bu toplumsal kesimlere ise darbeler sonrası yeni partiler kurmak, yeni kadrolar oluşturmak ve hatta fikirlerini değiştirmek kaldı. Böyle yapmasalar Refah Partisi kapatıldığında Fazilet, o kapatıldığında Saadet kurulabilir, aynı Refah’tan bir AK Parti bir de HAS Parti çıkabilir miydi? 

Darbelerin ertelediği varoluşsal kriz

2000’li yılların sonlarında bir taraftan ordunun siyaset üzerinde zayıflayan etkisi diğer taraftan 28 Şubat darbesi sonrasında merkez sağın da erimesiyle CHP’nin AK Parti karşısında yegane muhalefet partisi olarak kalmasıyla CHP’nin yıllarca ertelenen yaşamsal krizi patlak verdi. Kemalist sistem mimlediği partileri somut olarak, bu partilerin yorumuna gerek bırakmayacak şekilde isimlerini, siyasetçilerini, parti söylemlerini ve hatta fikirlerini değiştirmeye zorladı. Örneğin, Başbakan Erdoğan 2000’li yılların başlarında ‘değiştim’ derken, biraz da ‘değişmeye’, değiştim demeye itilmişti. Bugün CHP’yi ‘değiştim’ demeye zorlayacak seçim mağlubiyetlerinden başka somut ne var?1930’ların geride kaldığını anlamak, sonrasında da yeni dönemin yeni şeyler söylemeyi gerektirdiğini farketmek ve son kertede parti için değişimin zorunluluğuna karar vermek CHP’nin kendi yorumuna kalmış durumda. Ve ‘değişim’ kararı keyfi subjektif seçime kaldığında, sıradan bir parti olamayan, “Atatürk’ün partisi” CHP’nin bu tür varoluşsal kararlar alması çok zor olmaktadır.

Hanioğlu’nun cümleleriyle ifade edecek olursak, şimdiye dek “kendisini, farklı toplumsal isteklerin iletilmesi ve karşılanması anlamında siyaset yapan bir parti değil de, bir siyaset kurumu ve aracından ziyade kutsal bir misyonu gerçekleştirmekle görevli bir yapılanma olarak gören” CHP’nin en başta varlık nedenini yeniden düşünmesi, tam anlamıyla’sıradanlaşması’ gerekiyor. CHP “siyaset dünyamızda geçmişte var olmuş ve şu anda var olan diğer siyasal partiler gibi İçişleri Bakanlığı’na verilen dilekçe ile kurulmadığı” için ayrıcalıklı bir parti olmadığının, hiçbir seçimde kendisine bu nedenle bonus oy verilmediğinin artık farkına varmalı. CHP’nin, İslamcılıktan ‘muhafazakar demokratlığa’ geçen AK Parti, değişen şartlar altında ve partinin önde gelen düşünürlerinin de teşvikiyle kurucusu Türkeş’in ‘Dokuz Işık Doktrini’ni güncelleme ihtiyacı hissetmiş bir MHP kadar normal bir parti olduğunu, yani zaman ve mekan üstü bir parti olmadığını kavraması gerekiyor. ‘Erken Cumhuriyeti’ bir ‘altın çağ’,tek parti döneminin her türlü siyasetinin bir ‘seküler asr-ı saadet’ uygulaması olduğunu savunmanın’ artık mazide kalması gerekiyor. Bir tür yeniden yorumlama ve gerçek anlamda yenilenme işine kalkışmadığı sürece eski CHP sola koysan hoyrat, sağa koysan absürt durmaya devam edecek.

[email protected]