Başörtüsüne sosyoloji Gezi’ye ideoloji!

Doç. Dr. Fahrettin Altun - İstanbul Şehir Ünv. Öğr. Üy.
9.11.2013

Gezi protestolarını (başkaldırılarını) sosyolojik bir tahlilin konusu yapmak bu protestoların ideolojik kaynaklarını görmezden gelmeyi gerektirmez. Hatta Gezi Parkı’nda ve sürecinde olan bitenin sosyolojik izahını yapabilmenin en önemli koşullarından biri bu sürecin ideolojik ve söylemsel kaynaklarını ortaya koyabilmektir.


Başörtüsüne sosyoloji Gezi’ye ideoloji!

Hürriyet gazetesinden Taha Akyol, Pazartesi günkü köşesinde benim geçen hafta yine bu mecrada yayımlanan “Yeni CHP’nin Yeni Had Bildirme Tarzı” başlıklı yazıma atıfla “muhafazakâr kesim”in “türban” (başörtüsü) söz konusu olduğunda sosyoloji, “Gezi protestoları” söz konusu olduğunda ideoloji ve “komplo” kartlarını masaya koyduğu tezini öne sürdü. Akyol, yazımda kullandığım “ideoloji değil sosyoloji” ara başlığından ilhamla “sosyolojinin bu defa muhafazakar kesimde itibarlı bir kavram” olduğunu yazdı. 

Akyol’un temel önermesi ise şuydu: “Muhafazakâr kesim” nasıl ki “türban” meselesinde sosyolojiyi merkeze alıyorsa, Gezi protestoları konusunda da sosyolojiyi önde tutmalıdır. Sayın Akyol’a bir sosyolog olarak, “sosyoloji gerçekten de çok önemlidir” deyip geçebilir ya da içinde nefes alıp vermeye çalıştığım sosyoloji disiplininin tanıtımına yaptığı katkı dolayısıyla teşekkür edebilirim. 

Elbette bu yazıyı bunun için yazmıyorum. Maksadım sayın Akyol’un eleştirisini fırsat bilerek, Türkiye’nin toplumsal ve siyasi meselelerine bakarken sosyoloji-ideoloji ilişkisini nasıl konumlandırmamız gerektiği sorusuna yanıt aramak, Gezi kalkışmasını da, başörtüsü sorununu da bu çerçeve içerisinde nasıl yorumlayabileceğimizi sorunsallaştırmak. 

İdeoloji değil sosyoloji derken... 

Sayın Akyol’un kendisinden hareketle “muhafazakâr kesim”in sosyoloji algısına ilişkin genel bir kanaate ulaştığı yazımda, “ideoloji değil sosyoloji” derken kastım neydi? Dedim ki: “umuyorum başörtüsü yasağının kalkması ve 31 Ekim’de atılan sembolik adım artık siyasetten popüler kültüre hemen her alanda toplumsal sınıf mesabesinde görülen “başı-örtülü” “başı-açık” kategorilerini normalleştirir. Çünkü bu iki kategori ve onlar üzerinden oluşturulan dikotomi sosyolojik değil ideolojik bir zemine dayanıyor. Söz konusu zeminin buharlaşması siyasetin ve sosyolojinin önünü açacak bir gelişme olacaktır.”

Bunları söylerken en son düşmek isteyeceğim pozisyon sosyolojizm. Benim için sosyolojinin ideolojisini yapmak değil, ideolojinin (ideolojilerin) sosyolojisini yapmak anlamlı. Sayın Taha Akyol’un yaptığı ise, “sosyolojinin ideolojisi”ni yapmaktan öte bir şey değil. Belki de bu nedenle sosyoloji ve ideoloji kategorilerini karşıt kategoriler olarak koyup, “sosyolojik bilgi ve perspektif”in karşısına “ideoloji ve siyaset”i yerleştiriyor. 

Bugünün dünyasında toplumsal, kültürel, siyasal bir durum ya da süreci anlamak için sosyolojik bilginin önemli olduğunu vurgulamak, malumu ilanın ötesinde bir anlam taşır mı? Sanmıyorum. Ne var ki Taha Akyol’un iddiası başörtüsü sorununun neden ve sonuçlarını tartışırken toplumsal akışlara dikkat çeken “muhafazakâr kesim”in kahir ekseriyetinin Gezi’de neyin, nasıl, neden uç verdiğini izah ederken sosyolojik bilgiye yaslanmayı gereksiz gördüğü yönünde. 

Ben Gezi protestolarına ve bu protestoların oluşturduğu anti-politik şiddet ortamına son derece mesafeli ve eleştirel bakan biri olarak, Gezi’den birkaç gün sonra yazdığım bir yazıda “kent yaşamından, gençlik alt-kültürlerine, cinsiyet temelli örgütlenmelerden beden politikalarına, değişen eğlence anlayışlarından siyasallaşma biçimlerine kadar birçok alanda” ortaya çıkan “akışkan kimlikler”den bahsetmiş, siyasetin yeni dönemde “sistem temelli, pek çoğu Soğuk Savaş dönemi Türkiye’sinden miras kalmış ideolojik kutuplaşmalar” içerisinde yürümeyeceğinden, gündelik hayatın siyasetin merkezine giderek daha fazla oturacağından bahsetmiştim. 

Benim gibi Gezi’yi eleştiren birçok entelektüel ve yazar, hem “olan bitenin toplumsal kaynakları”nı sorgulamamız gerektiğini söyledi, hem de “Gezi”nin bir noktadan sonra AK Parti’ye yönelik örgütlü bir kalkışma hamlesine dönüştüğünü iddia etti. Ben gerçekten bu iki pozisyonun ya da tespitin birbiriyle neden çeliştiğini anlamış değilim. 

Gezi protestolarını (başkaldırılarını) sosyolojik bir tahlilin konusu yapmak bu protestoların ideolojik kaynaklarını görmezden gelmeyi gerektirmez. Hatta Gezi parkında ve sürecinde olan bitenin sosyolojik izahını yapabilmenin en önemli koşullarından biri bu sürecin ideolojik ve söylemsel kaynaklarını ortaya koyabilmektir. İdeolojiyi nasıl tahayyül ettiğiniz ise elbette epistemolojik mezhebiniz ve meşrebinizle ilgili bir durumdur. Kimileri ideolojiyi belirli bir gruba özgü inançlar sistemi olarak anlar, kimileri muhataplarına bütünsel bir anlam dünyası veren bir çerçeve olarak değerlendirir, kimileri ise gerçekliğin yanlışlandığı bir bilinç durumu olarak görür. 

Sosyolojizmden kaçınmak... 

Mesela bana göre başörtüsü sorunu ile Gezi eylemlerini tam da başörtüsü sorununun çözüldüğü bir ortamda aynı anolojinin konusu yapmak sosyolojik değil ideolojik bir tutumdur. Bunu sosyolojinin savunusu adına yapmaksa ideolojik bir taktik olabilir ancak. Örneğin bu karşılaştırmayı “başörtüsü eylemleri” ile “Gezi eylemleri” arasında yapmış olsak aynı şeyi söyleyemezdim. Bu bağlamda “türban”ı sosyolojik bir mesele olarak ele aldığını söyleyen Taha Akyol’a, eğer 1990’ların sonunda yoğunlaşan “başörtüsü eylemleri”ni nasıl ele aldığını, bir dönem hangi sosyolojik gerekçelere dayanarak kamuda sadece hizmet alanların başörtüsü takıp verenlerin takamayacaklarını savunduğunu soracak olsak, sanıyorum metodolojik bir hata yapmış olmayız. 

Başörtüsü konusunda sosyolojik bulgulara atıf yapanlar, en genel anlamda, bu sorunun kamusal alandan dışlandığını düşünen bazı Müslüman kadınların hak ve özgürlük talebiyle, Türkiye toplumunun Müslüman geçmişiyle ve belirli bir dönemden sonra yükselen İslamcılık dalgasıyla ilişkili bir durum olduğunun altını çizmişlerdir. Türkiye modernleşmesinin seyrine paralel gelişen başörtüsü sorunu, Kemalist devlet aklının buyurgan, tepeden-inmeci, ayrımcı ve ötekileştirici politikalarının uzantısı olarak gündeme gelmiştir. Başörtüsü sorunu, kamusal alanı tektipleştirmeye ve seküler bir toplum yaratmaya yönelik siyasal mühendislik faaliyetlerinin ürettiği bir sorundur. 

Başörtüsü sorunu, gündelik hayatla ve sosyo-kültürel dinamiklerle ilişkili bir mesele olduğu kadar, iktidar talebinde bulunan bir toplumsal kesimin varlığı ve buna mukabil iktidarını yitirmek istemeyen statükocu aygıtların direnci ile alakalı bir olgudur. Bir başka deyişle başörtüsü sorununu sosyolojik bir çerçeve içerisinde konuşalım dediğimizde sadece gündelik hayatın modernleşmesinden yahut Nişantaşı kafelerinde oturan başörtülü kadınlardan bahsetmiş olmuyor, pekala bir iktidar paylaşım kavgasını konu edinmiş oluyoruz. Bunu söylediğimizde ne kadar komployu sosyolojinin önüne geçirmiş oluyorsak, Gezi’nin iktidar paylaşım kavgasındaki yerine işaret ettiğimizde de o kadar komployu sosyolojiye yeğlemiş oluyoruz. 

Tam da bu nedenle Gezi eylemlerinin sosyolojisine meraklı bir zihnin, odaklanması gereken en önemli noktalardan biri de iktidar ilişki ve mücadelelerini sorunsallaştırmak olmalı. Zira sosyolojinin yardımıyla sadece alandaki etkileşimleri değil, alanı kuran yapısal dinamikleri de ele almak mümkün. 

Bu meyanda Gezi eylemlerine kaynaklık eden toplumsal talepleri, ortaya çıkan yeni muhalefet dilini, gündelik hayatın siyasal alandaki artan temsilini çözümlemek ne denli gerekliyse, Gezi olayları sürecinde yaratılan anti-politik şiddet ortamını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan nefret dilinin siyasal alanı tahakküm altına alma girişimlerini, vandalizmi, başkaldırı romantizmini, yükselen neo-ulusalcı dalgayı, asparagası bir mücadele ve direnme teknolojisi olarak kullanmayı meşru gören siyasal ontolojiyi ve yeniden devrim rüyaları gören sol radikalizmi de çözümlemek gerekir. 

Gezi olayları söz konusu olduğunda “sadece Gezi Parkı’ndan bahsetmek gerekir, gerisi komplodur” demek ve bunu da sosyolojiye referansla yapmak entelektüel dehşet saçmaktır. Sosyoloji meydanda da sokakta da önemlidir. Gezi’de de Kazlıçeşmede’de, Fatih’te de Harbiye’de de önemlidir. Ve fakat sosyoloji önemlidir deyip, onu da “buyrun burada yapılmışı var” diyerek tek bir formatta muhatabına dayatmaya çalışmak, anlama ve müzakere imkanlarını daha başından yok saymaktır. 

[email protected]