Başsavcı dolgu malzemesi midir?

H. Raif Tuna / Hukukçu
4.01.2014

Geçtiğimiz hafta Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan Adlî Kolluk Yönetmeliğindeki değişiklikler, soruşturma sürecinde savcıların başsavcılarına, adlî kolluk görevlilerinin de üst dereceli adlî kolluk amirlerine soruşturma safahatıyla ilgili bilgi vermeleri zorunluluğunu öngörüyordu. Danıştay kararının hukukî dayanak noktası, yargılama alanına ilişkin bir konunun yönetmelikle düzenlenemeyeceği değerlendirmesi...


Başsavcı dolgu malzemesi midir?

Türkiye’de henüz bağımsız bir adlî kolluk kurulmamış olduğundan, adli görevle idari görevleri iç içe geçmiş durumdaki kolluk görevlilerinin sıralı amirleriyle bilgi paylaşımının, soruşturmaların gizliliğine zarar verebileceği haklı bir endişe gibi görünebilir. Ama bir başsavcının, başında olduğu Başsavcılık teşkilatının iş ve işlemleri hakkında bilgi sahibi olmasını aynı mantık örgüsü içinde sakıncalı görebilmek için “Zamanın ruhuna uygun” bir hukuk yorumu gerekir. Hâkimliğin aksine, savcılık kişisel bir otonomiyi değil, kurumsal bir bütünlüğü ifade eder. Hâkim “kişi”dir, savcılıksa bir makam... Bu makamı temsil eden başsavcıdır. Herhangi bir cumhuriyet savcısının yürüttüğü ve/veya yürüteceği soruşturmada, bağlı olduğu -evet bağlı olduğu- başsavcıya bilgi vermesi, onun onay ve denetimine tabi olması yasal kurgunun doğal bir sonucudur. Tartışmalı yönetmelik değişikliği, bu boyutuyla kanununun emrini uygulamacıların gözüne sokmaktan başka bir yenilik getirmiyordu.

 26/09/2004 tarihli ve 5235 sayılı “Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun”un “Cumhuriyet Başsavcılığı” başlıklı üçüncü bölümünde yer alan hükümlere bakmak, bu hususu teyide fazlasıyla yetmektedir. Kanunun 17. maddesinde Cumhuriyet Başsavcılığının görevleri teker teker sayılmış, 18. maddesinde ise Başsavcılığı temsil yetkisinin Cumhuriyet Başsavcısına ait olduğu, Başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlama ve iş bölümünü yapmanın da Başsavcının görevi olduğu açıkça hükme bağlanmıştır. 

Dahası, aynı maddenin ikinci fıkrasında, ağır ceza mahkemesi cumhuriyet başsavcısının; ağır ceza mahkemesinin yargı çevresinde görevli cumhuriyet başsavcıları, cumhuriyet başsavcı vekilleri, cumhuriyet savcıları ile bağlı birimler üzerinde gözetim ve denetim yetkisi bulunduğu belirtilmiştir. 

Adı üstünde, başsavcı

Bu, yönetmelik değil, kanunun buyruğudur! Yani, konuyu yetki yönünden inceleyen Danıştay kararında işaret edilenin aksine, başsavcılar yönünden yasal dayanak zaten bulunmaktadır. Diğer maddeleriyle birlikte incelendiğinde daha açık biçimde görüleceği üzere, sözünü ettiğimiz kanun, adlî ve idarî görevlerin yerine getirilmesinde en üst düzeyde görev, yetki ve sorumluluk sahibi olarak başsavcıyı işaret etmektedir. Ancak bütün adli görevlerin tek başına ifası kabil olmadığından, her başsavcılık teşkilatında, başsavcıya yardımcı olacak yeteri kadar cumhuriyet savcısı görevlendirilmesini öngörmekte, uyumlu ve düzenli bir çalışma sağlanmasını da bu savcılar üzerinde gözetim ve denetim yetkisi verdiği başsavcıdan istemektedir. 

Kanunun oluşturduğu kurgu çok açıktır: Cumhuriyet savcıları ancak ve nihayet başsavcıya niyabeten, onu temsilen, onun adına iş görmektedir. Uzun bir tarihi geçmişi de olan bu çalışma kurgusunun doğal bir sonucu olarak, eskiden bugünün başsavcıları “savcı” olarak, bugünün savcıları da “savcı yardımcısı” sıfatıyla anılırdı. Zaman içinde unvanlardaki değişime rağmen, savcılık teşkilatının örgütlenme biçimi ve çalışma usulleri hiç değişmedi, üstelik 5235 sayılı kanunla yaklaşık on yıl önce yasal bir dayanağa da kavuştu. Kanun lafzında geçen “gözetim ve denetim” ifadesi -elbette eleştiriye açık olmakla birlikte- açık bir vesayet tarifidir. Buna göre başsavcı, emri altında -lütfen zıplamayalım, emri altında- çalışan savcıları gözetip denetleyecek, iş bölümü yaparak kimin hangi alanda, hangi soruşturmada çalışacağını belirleyecek, soruşturma süreçlerinde varsa hataların, yanlışların düzeltilmesini temin edecek ve bunu yapamazsa o hata ve yanlışların hesabını da elbette ilgili savcıyla birlikte müteselsilen verecek!

Maiyetindeki savcının ne yaptığını bilmeyen, bu hak kendisine -kanunla tanındığı halde- çok görülen başsavcı, kendi kristal şatosuna ve kokteyller düzeyinde bir başsavcılık temsiline mahkum edilecekse, HSYK’nın 2011 yılında çıkardığı 10 no’lu genelgesinde yer alan “cumhuriyet başsavcılarının, merkez ve mülhakatlarındaki olayları ve soruşturmaları titizlikle takip etmeleri” buyruğunu nasıl yorumlayacağız? Evet, bugünlerde yayınladığı bildirilerle, yüreği yargı bağımsızlığı için atanlara ilham kaynağı olan HSYK, başsavcıları olaylar ve soruşturmalarla ilgili kati bir tecessüse davet ediyor. Gözüyle görüp okumak isteyen, kurulun internet sitesinden bu genelgeyi bulup 21 no’lu hükmüne bakabilir! Zaten ültimatom tadındaki meşhur bildirisinde de HSYK başsavcılar yönünden bir değerlendirmeye girmemiş, konuyu kolluk mensupları boyutuyla ele almayı tercih etmişti. 

Danıştay, davanın esasıyla ilgili kararını verirken belki 5235 sayılı kanun hükümlerini neden görmediğini veya konuyla ilgili bulmadığını ortaya koyar da, yaralı bilincimiz şu irkiltici sorunun anaforundan kendini azade kılar: Başsavcılık teşkilatı adına bütün soruşturmaların birinci dereceden sahibi ve sorumlusu olan başsavcı, Bugün veya Zaman gazetesi muhabirleri kadar olsun soruşturma içeriklerinden haberdar olma hakkına sahip olmayacak, bunun da adına yargı bağımsızlığı mı diyeceğiz?!!

[email protected]