Batı medyasının Türkiye saplantısının son örneği: Reuters Raporu

Doç. Dr. Veysel Kurt / İstanbul Medeniyet Üniversitesi
9.09.2022

Uluslararası aktörler ve medyanın Türkiye'deki süreçleri kendi çıkarları doğrultusunda bir etkileme kabiliyet ve potansiyeli azaldıkça, gerçeklik seviyesini önemsemeksizin algı oluşturmaya dönük haberler servis ettiğini ifade etmek mümkündür.


Batı medyasının Türkiye saplantısının son örneği: Reuters Raporu

Uzunca bir süredir uluslararası medyanın Türkiye'ye yaklaşımında objektif ve tarafsız haberlere rastlamak çok istisnai bir durum olarak varlığını sürdürüyor.

Yaftalamaya yönelik çaba

Bu anlamda yakın dönemdeki kırılma noktalarına bakıldığında, Gezi olaylarının ilk kırılma noktasını teşkil ettiği artık genel geçer bir kabul haline geldi. Sonrasında 17-25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimi, siyasal sistemin değişim süreci ve Türkiye'nin Suriye'deki operasyonları gibi Türkiye için dönüm noktalarını teşkil eden gelişmelerle ilgili kullanılan dil ve içeriklerin gittikçe gerçeklerden uzak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve siyasi çizgisini yaftalamaya dönük bir çaba ile örüldüğü açıkça ortaya çıktı. Dolayısıyla geri dönüp bakıldığında hemen her kritik aşamada uluslararası medyanın müzmin muhalif olarak ön plana çıkan bir azınlık dışında Türkiye'deki seçmenlerin, siyasetçilerin, akademisyen ve araştırmacıların düşüncelerini yok sayarak haber servis ettiğini ifade etmek mümkün. 15 Temmuz öncesinde yapılan haberlerde, darbe dahil antidemokratik bir girişimle olası bir iktidar değişimini meşrulaştıracak bir dil kullanıldığını görüyoruz. 15 Temmuz sonrasında ise Erdoğan siyasetini neredeyse darbenin müsebbibi olarak mahkum etmeye dönük çabanın ön plana çıktığına şahit olduk.

Etkileme potansiyeli azaldıkça...

Aynı tablo Anayasa referandumu ile Türkiye'deki siyasal sistemin değişimi tartışmalarında da kendini gösterdi. Bu durumu daha da ilginç kılan şey ise henüz nasıl bir sistemin uygulanacağına yönelik bir açıklama olmaksızın bu tarz haberlerin çok yaygın bir şekilde karşımıza çıkmış olmasıdır. Buradan yola çıkarak uluslararası medyanın Türkiye'deki herhangi bir gelişme ya da süreci etkileme potansiyeli ile takındığı tutum arasında bir ilişki kurmanın mümkün olduğu ortaya çıkıyor. Daha açık bir deyişle genel anlamda uluslararası aktörler ve medyanın Türkiye'deki süreçleri kendi çıkarları doğrultusunda bir etki yaratma kabiliyet ve potansiyeli azaldıkça, gerçeklik seviyesini önemsemeksizin algı oluşturmaya dönük haberler servis ettiğini ifade etmek mümkündür.

Sistem değişim sürecinde Reuters, Frankfurter Allgemeine, Deutche Well, Der Spiegel, BBC, CNN gibi ana akım Batılı medya kanallarına bakıldığında bu konuyu kendi ülkelerindeki birçok gündemden daha fazla işlediklerini ifade etmek mümkündür. Peşinden ülke siyasetçilerinin de benzer söylem ve yaklaşımlarla açıklama yapmaları ise gayet manidar.

Bu tablo bize özellikle Türkiye söz konusu olduğunda Batı medyası ile siyaseti arasındaki söylem birliğini ve Türkiye'deki siyasal süreçlerin uluslararası medya ve siyasi aktörler için bir dış politika meselesi olduğunu açıkça gösteriyor.

Benzer bir durum 2018 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında ve sonrasında da devam etti. Seçim sürecinde bu medya organlarının web sitelerinde basit bir arama yapıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İngiltere, Almanya Başbakanları ya da Fransa Cumhurbaşkanı'ndan çok daha fazla haber yapıldığını tespit etmek mümkün. Bu yaklaşım ve atılan manşetler, kullanılan yaftalayıcı dil ile birlikte düşünüldüğünde söz konusu medya organlarının Türkiye söz konusu olduğunda nasıl bir yayın çizgisine sahip olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Benzer tablolar Fırat Kalkanı ile başlayan Türkiye'nin Suriye'de terörle mücadele kapsamındaki operasyonlarında ve Türkiye ile DEAŞ'ın ilişkilendirilmesi konusunda da söz konusu olmuştur. Bu gelişmeler–özellikle Zeytin Dalı Harekatı- sırasında medyanın PKK'yı sahiplenecek şekilde yaptığı haberler ile birçok Batı ülkesinin Türkiye'ye savunma sanayii alanında uyguladığı ambargoların birbirini tamamlamış olması da dikkatlerden kaçmamalı.

Neden yeni bir aşama?

Reuters'ın İletişim Başkanlığı ve Türkiye'deki medya ile ilgili analizi, yukarda özetlemeye çalıştığım tablonun değişmediğini hatta Turgay Yerlikaya'nın ifadesi ile 'yeni bir aşama'ya taşındığını düşündürtüyor. Açıkçası bu durum arz ettiği önem itibariyle üzerinde durulmayı fazlasıyla hak ediyor.

Uluslararası siyasetin doğası gereği sert bir zeminde seyrettiğini ve medya dahil bir çok aracın bu anlamda araçsallaştırıldığını hepimiz biliyoruz ve artık bu durumun kanıksandığını ifade etmek de mümkün. Batı dünyasının bu anlamdaki mahareti medya, akademi, STK ve buna benzer unsurları daha 'profesyonel' bir düzeyde kullanması; başka bir deyişle bu alanlardaki birçok kurumu siyasi bir unsur olarak devreye sokarken muhataplarını tarafsızlık ve objektiflik konusunda inandırmış olmasıdır. Özellikle kendi ülke yönetimleri ile ilgili zaman zaman yaptıkları eleştirel haberler de bu anlamda bir araç olarak kullanılıyor. Türkiye ile ilgili haber, yorum ve kullanılan dile bakıldığında ise tarafsızlığın bir masaldan ibaret olduğunu da gördük.

Reuters'ın haberinde yeni olan şey ise uluslararası bir medya organının Türkiye'de Başkanlık seviyesinde bir temsil ve işleyişe sahip olan bir kurum olan İletişim Başkanlığı ve Başkanı Fahrettin Altun'u istihbari denebilecek bir yöntemle haber ve analiz yöntemi ile hedefe oturtmuş olmasıdır. İlgili analizin sıradan bir haber olmadığını anlamak ise hem başlık hem de içeriğine göz atmak yeterli. Başlığın Türkçesi şu şekilde: "Reuters'ın Özel Raporu: İçerdekiler Erdoğan'ın Türk haber merkezlerini nasıl evcilleştirdiğini ifşa ediyor". Başlıkta geçen kelimeler bile raporun içeriğini ve dilini ele veriyor. Raporu kaleme alan kişi iddialarını Türkiye'deki haber merkezlerinden görüştüğü bazı isimlere dayandırıyor. Dahası bazı WhatsApp mesajlarını gördüğünü iddia ediyor. Dolayısıyla dedikodu niteliğindeki bilgi kırıntıları ile kamuoyunu inandırmaya dönük bir çaba içine girmiş oluyor. Seçilen konular ve içeriğinin tartışılmasının da yine dedikodu düzeyinde kaldığını ifade etmek mümkün.

Kısacası amacı baştan belli olan ve bilgi kırıntıları ile geçersiz şahitliklerle satır araları doldurulmuş bir analizden bahsediyoruz. Yukarda örneklerle özetlenen son on yıllık serencamın bir parçası olması açısından şaşırtıcı değil. Ancak yeni sistemle birlikte şekillenmiş, uluslararası dezenformasyon ve algı operasyonları ile mücadelede ön plana çıkan bir kurumu hedef alması da manidar.

@VeyselKurt_