Batı, terör ve özgürlük...

Abdülkadir Özkan / Yazar
26.03.2016

9/11 olayları sonrası ABD’nin terörle mücadele adına nasıl bir yol haritası belirlediğini hatırlayanınız var mı? Bugün PKK, DAEŞ gibi barbar terör örgütlerine karşı meşru ve yasal bir mücadele yürüten Türkiye’ye akıl vermeye kalkanların nasıl da “hukuku ve demokrasiyi” rafa kaldırdıklarını biliyoruz.


Batı, terör ve özgürlük...

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye-AB görüşmeleri kapsamında başkent Brüksel’de resmi temaslara başlamasına saatler kala ajanslar, terör örgütü PKK mensuplarının Avrupa Parlamentosu yakınlarında “canlı bomba” anısına “taziye çadırı” kurduklarına ilişkin haberler geçti.

Başbakan hem resmi temasları esnasında hem de Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk ile düzenlediği ortak basın toplantısında Ankara’da 35 kişiyi öldüren terör örgütü PKK’nın sembolleriyle Brüksel’de gösteri yaptığını, bunun Türk halkının acısını göz ardı etmek olduğunu belirterek, “Biz diğer ülkelerin acılarına saygı duyuyoruz, diğerlerinin de bizim acılarımıza saygı göstermesini bekliyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Avrupa ülkelerinin hala aymazlık içinde hareket ediyor olmaları, mayın tarlasında dans etmek gibidir. Ne zaman mayına basacağınızı asla bilemezsiniz. Ama bunun kaçınılmaz bir son olduğu da açıkça ortadadır” şeklinde tepki vererek sitemini iletti.

Hem Devletin zirvesinin hem de Başbakan’ın Avrupalı muhatapları karşısında gösterdiği tepki kayda değer ve anlamlıydı.

İki yüzlü özgürlük siyaseti

Batı’nın terörle mücadele bağlamında Türkiye’ye karşı ortaya koyduğu tavır Batı toplumlarının ve yöneticilerinin “iki yüzlü özgürlük siyasetlerinin” yeniden tartışmaya açılmasına da olanak sağlamış oldu. Batı’nın bu iki yüzlü duruşu gündemden düşürülmeden tartışılmalı. Hem medyada, akademide, sivil toplumda hem de siyasette tartışılmalı. Gerçi kendi siyasi hesaplaşmaları nedeniyle “vatanperverlik” asgari müştereğinde bile buluşamayan muhalefet partilerinin varolduğu bir politik ortamda bunu beklemek ne kadar “rasyonel” bilemiyorum. 

Bugüne kadar “kendi topraklarında gerçekleşen” terör olayları karşısında Batılı ülkelerin nasıl bir özgürlük tanımlaması yaptıklarını hatırlayanınız var mı? Yahut 9/11 olayları sonrası dünyanın en gelişmiş demokrasisi olarak tanımlanan Birleşik Devletlerin terörle mücadele adına nasıl bir yol haritası belirlediğini hatırlayanınız? Bugün PKK, DAEŞ gibi barbar terör örgütlerine karşı meşru, yasal ve hukuki bir mücadele yürüten Türkiye’ye akıl vermeye kalkanların nasıl da “hukuku ve demokrasiyi” rafa kaldırdıklarını hatırlayanınız var mı peki?

Asimetrik savaş

2013 yılında Deutsche Welle’ye 9/11 sonrası yeni dünya düzenini analiz eden Heidelberg Amerikan Araştırmalar Merkezi’nden Martin Thunert’in ifadeleri dikkate değer nitelikle “11 Eylül saldırılarından sonra terörün merkezî niteliğini kaybetmesi nedeniyle, Amerikan askerleri de asimetrik savaş yöntemlerine başvurdu. Bu bağlamda belirlenen canlı hedeflerin mahkeme kararı olmadan öldürülmesi uygulaması yaygınlaştı.”

Alman Bilim ve Politika Vakfı’ndan Amerika uzmanı Peter Rudolf’un yaklaşımı ise Türkiye’ye “hukuk ve demokrasi” dersi vermeye kalkışanların nasıl “hukuku ve özgürlükleri hiçe saydıklarına” dair bir başka tespit:

“Gizli istihbarat servisleri yaygınlaştırıldı. Özel Kuvvetler adı verilen, teröristler ve gerilla birimleriyle mücadele için oluşturulan askerî birlikler ve insansız savaş araçları gittikçe daha çok kullanılır oldu. Bunlar 11 Eylül saldırıları nedeniyle oluşturulan ama daha sonra da uygulamada kalan gelişmeler. Ayrıca askerî operasyonlar, önleyici operasyonlar kapsamında meşruiyet kazandı ve iyice benimsendi. Bunun sonucu olarak da -Irak Savaşı’nın da gerekçelerini oluşturan- gelecekteki olası tehditlerin ortadan kaldırılmasına yönelik operasyonlar düzenlenmeye başladı. Önleyici operasyonlar olağan hale geldi. Bunlar daha önceki yıllarda sürekli uygulanan yöntemler olmamıştı.”

Ölümcül kimlikler

9/11 saldırıları sonrası dünyayı yeni bir “Haçlı Savaşı’na” davet eden dönemin Amerikan Başkanı George W. Bush’un ifadesiyle “Birleşik Devletlerin, özgürlüğüne karşı girişilen bu savaş karşısında” Irak ve Afganistan işgallerine nasıl zemin aradığını, bölgede öldürülen yüzbinlerce masumun, yok edilen hayatların, katledilen bebeklerin, namuslarına el uzatılan Müslüman kadınların nasıl hayattan koparıldıklarını, bölgenin mezhepsel zenginliklerinin nasıl “ölümcül kimliklere” dönüştürüldüğünü ve Guantanamo gibi en ağır işkencelerin uygulandığı tutukluluk ortamlarına “hukuk ve adalet” adına nasıl meşruiyet kazandırılmaya çalışıldığını dün gibi hatırlıyoruz. Hatırlıyoruz, çünkü her gün Bağdat’ta yüzlerde insan ölmeye devam ediyor. Ölümün artık sıradanlaştığı yeni bir sözde “demokrasi modeli” getirdiler Ortadoğu’ya...

Paris saldırıları sonrasında Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’ın açıklamaları da hafızalardan silinmiş değil. Ne demişti Fransız Cumhurbaşkanı “Mücadeleye liderlik edeceğiz ve merhametsiz olacağız. Burada bu mezalime uğrayan insanların arasında olacağız. Çünkü bu kapasiteye sahip teröristler, çok kararlı bir Fransa’yı, birlik içinde bir Fransa’yı karşılarında bulacaklarını bilmeli”... “Merhametsizlik” nasıl bir terörle mücadele biçimi olarak hukukileştirilebilir? Yahut “merhametsiz” olacağını dünyaya ilan etmiş bir devlet başkanından mücadelesinde “hukuka ve demokrasiye” bağlı kalmasını beklemek çok mu saflık olur? Saldırı sonrası operasyonları “cadı avına” dönüştürmüş, Müslümanları potansiyel birer terör şüphelisi gibi görmüş, Paris sokaklarında hayatın olağan akışını durdurmuş ve ülke sathında olağanüstü hal ilan etmiş bir devletten söz ediyoruz.

Terörle savaş, hassas ve bir o kadar da denge gerektiren bir mücadele biçimidir. Sivillerin varlığını görmezden gelerek, milyonları “olağan şüpheli” ilan eden “Batı aklının” bugün meşru müdafaa gereği kendi sınırlarını ve vatandaşlarını korumakla ve gözetmekle yükümlü bir iktidara akıl vermeye kalkışması kendi karanlık tarihini örtbas etmeye yetmez.

Türkiye, PKK, DAEŞ ve diğer bütün terör yapılanmalarıyla meşru ve hukuki düzlemde hem kararlılıkla mücadele edecek hem de özgürlüklerin önündeki bütün engelleri kaldırma konusundaki kararlılığından asla taviz vermeyecektir.

“Batı aklının” asıl rahatsızlık duyduğu nokta da bu.

[email protected]