Batı, Türkiye ile iş birliğinin öneminin farkında

Faruk Önalan / Yazar
24.06.2022

Stratejik konumu ve gücü ile ön plana çıkan Türkiye olmadan ne Akdeniz'de ne Kafkasya'ya da ne Balkanlar'da ne de Ortadoğu'da hamle yapılamayacağı tartışmasız bir gerçek olarak ortadadır. “Gölge CIA” diye tabir edilen Stratfor'un kurucusu George Friedman bir panelde Türkiye hakkında şu sözleri sarf etmişti: “Askeri kapasite olarak –muhtemelen- İngiltere hariç Avrupa'nın en iyisi. Bölgede hiçbir politik müzakere yok ki, tartışma sonunda ‘Türkler ne istiyor' sorusuna gelmesin.”


Batı, Türkiye ile iş birliğinin öneminin farkında

"Avrupa'nın şımarık çocuğu" Yunanistan, son yıllarda artış olmakla birlikte 1960'lı yıllardan bu yana Ege adalarını silahlandırarak uluslararası anlaşmaları açık bir şekilde ihlal etmektedir. Türkiye ilk tepkisini, Rodos ve İstanköy'ü silahlandırdığı gerekçesiyle 29 Haziran 1964 tarihinde "nota" vererek göstermiştir.

Üsse bile çevrildiler

1913 Londra protokolü doğrultusunda 1923 Lozan anlaşması gereğince; Doğu Ege adaları Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya'da "hiçbir deniz üssü ve istihkâm kurulmayacak, Yunan savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır" kararı taraf ülkeler tarafından kabul edilmiştir. 1913 ve 1923 anlaşmalarına atıf ile yürürlüğe giren 10 Şubat 1947 Paris Barış Anlaşmasına göre de "Oniki Adalar" olarak bilinen Aspitalya Adası (Astypalaia), Rodos Adası, Herke Adası (Halki), Kerpe Adası (Karpathos), Çoban Adası (Kasos), İlyaki Adası (Tilos), İncirli Adası (Nisiros), Kelemez Adası (Kalimnos), İleriye Adası (Leros), Batnaz Adası (Patmos), Lipsi Adası(Lipsos), Sömbeki Adası(Symi), İstanköy Adası (Kos) ve Meis Adası'nın (Kastellorizo) silahsızlandırılması kabul edilmiştir. Mutabakata göre söz konusu adalarda kolluk kuvvetleri dışında silahlı kuvvet bulundurulmayacak, tahkimat yapılmayacaktır. Tüm bunlara rağmen adalar silahlandırılmış, bazıları Amerikan üssüne çevrilmiştir.

Yunanistan uluslararası hukuku açıkça çiğneyen adımlarını meşru göstermek adına kendince "savunma mekanizması" geliştirmiştir. Bu doğrultuda en çok kullandıkları argümanlar, Ege ordu komutanlığının kurulmasının Yunanistan'ı açık bir tehdit olduğunu öne sürmeleri ve Türkiye'nin Ege ve Akdeniz'deki sondaj faaliyetleridir.

Jeffrey bile Türkiye haklı dedi

Türkiye uluslararası hukuktan kaynaklı haklarını ararken bir eski Türk büyükelçinin televizyonlarda Yunanistan'ın tezlerini savunması Yunan kamuoyunda büyük sevinçle karşılandı. Tüm yazılı ve görsel medyada büyükelçinin sözleri yer aldı. Uluslararası platformlarda bu sözleri dayanak olarak göstermeye başladılar. Tam bu sırada ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi ve eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'in, 1914 protokolünden Lozan'a, 1947 Paris Anlaşmasından Yunanistan'ın 6 mil deniz, 10 mil hava sahası iddialarına kadar tüm meselelerde Türkiye'nin yasal olarak haklı olduğunu açıklaması ülkede şok etkisi yarattı. Bir yanda Atina'nın tezlerini savunan emekli bir Türk Büyükelçi diğer yandan Ankara'nın Ege'deki davasında sonuna kadar haklı olduğunu belirten eski bir Amerikan Büyükelçisi... Üzerinde fazlaca yorum yapmayı gerektirmeyen düşündürücü bir durum. -PKK'ya destek veren- İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılım talebine karşın Türkiye'nin şerhine katılmayan milletvekiline, partisinden herhangi bir tepki gelmediği bir ortamda, Yunan söylemlerine destek veren bir diplomatın varlığına şaşmamak gerekir.

Nükleer tehdidi unutamayız

Geçtiğimiz aylarda Miçotakis'in, nükleer saldırı ile tehdit etme cüretini bir kenara atamayız. "Bir saldırı halinde Avrupa'nın tek nükleer gücü ve BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olan tek Avrupa Birliği ülkesi (Fransa'yı kastediyor), ülkemizin yanında olacak" sözlerini küresel zirve ve toplantılarda hatırlatmak önemlidir. Zira Rusya'nın Ukrayna krizi sonrası "nükleer kapasite" hatırlatmalarına başta ABD olmak üzere ayağa kalkanlar Yunanistan'ın söz konusu tehdidini görmezden geldiler. Mevcut dünya şartlarında böyle bir şeyin mümkün olamayacağının farkında olsak da bu düzeyde bir tehdide başvurmak bile başlı başına bir suçtur.

'Türkiye'ye ihtiyacımız var'

Ayrıca "milli güvenliğini koruma" kapsamında icra ettiği operasyonlar sonrası Türkiye'yi hedef alan söylemlerin tamamı havada kaldı –ki öyle olmak durumdaydı. Atina'nın taleplerine Avrupa Birliği'nden bir yetkili aylar önce şu cevabı vermişti: "Göç, NATO, terörle mücadelede Türkiye'nin işbirliğine ihtiyacımız var. Bazı üye ülkeler Türkiye'den geçen enerji nakil hatlarına muhtaç, bu yüzden adımlarımızı dikkatli hesaplıyoruz. Daha geniş ekonomik yaptırımlar beklemeyin."

Stratejik konumu ve gücü ile ön plana çıkan Türkiye olmadan ne Akdeniz'de ne Kafkasya'ya da ne Balkanlar'da ne de Ortadoğu'da hamle yapılamayacağı tartışmasız bir gerçek olarak ortadadır. "Gölge CIA" diye tabir edilen Stratfor'un kurucusu George Friedman bir panelde Türkiye hakkında şu sözleri sarf etmişti: "Askeri kapasite olarak –muhtemelen- İngiltere hariç Avrupa'nın en iyisi. Bölgede hiçbir politik müzakere yok ki, tartışma sonunda 'Türkler ne istiyor' sorusuna gelmesin." Suriye'de, Irak'ta, Dağlık Karabağ'da, Libya'da yapılan askeri hamleler, Balkanlar ve Kafkasya'daki etkin nüfuz, sahadaki gerçekliğin en belirgin kanıtlarındandır. Özellikle Rusya-Ukrayna krizi, ABD ve Avrupa'nın Türkiye'nin önemini (Boğazların kapatılmasının yanında iki ülke ile olan diplomatik ilişkilerin dengede ve düzeyli yürütmesi) net bir şekilde kavramalarına vesile oldu. MEE'ye verdiği demeçte Türkiye'nin Ukrayna'daki rolünün olağanüstü olduğuna vurgu yapan James Jeffrey, bu noktada bir başka gerçeği daha itiraf etti; "Çatışma herkesi şu noktaya getirdi: ABD, İran ve Rusya gibi bu bölgedeki büyük oyunculara karşı çıkmak istiyorsa, bizim köşemizde Türkiye'ye ihtiyacımız var."

İzmir Seferihisar'da gerçekleştirilen Efes-2022 Tatbikatının Seçkin Gözlemci Günü'nde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Adaları silahlandırmaktan vazgeçin, şaka yapmıyorum" sözleri muhataplarınca ciddiye alınması gereken belki de son uyarı olarak kayıtlara geçti. ABD'nin, Avrupa'nın hatta İsrail'in arkasında olduğunu düşünen Atina yönetimi ise yakın geçmişte yaşanan örneklerden ders almamakta ısrar etmektedir. Türkiye'yi Antalya Körfezi'ne sıkıştırma planının aşamalarından biri olan Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi (EASTMED), Türkiye'nin Libya hamlesiyle hayata geçirilemeden (ABD'nin de açık ikrarı ile) bitirilmiştir. İsrail, Türkiye ile enerji ve güvenlik konularında işbirliğini sağlamlaştırmak için adımlar atmaktadır. Diğer taraftan ABD ve Batı ülkelerinin destek verdiği Afganistan yönetimi, Taliban güçleri tarafından hezimete uğratılmış, tahliye operasyonlarında dahi Türkiye'nin yardımına muhtaç kalmışlardır. Arkalarında durdukları Ermenistan'ın Dağlık Karabağ'daki büyük yenilgisi, Hafter güçlerinin Trablus'ta bozguna uğratılmasının yankıları bugün bile devam etmektedir. "Yanınızdayız" denilen Ukrayna'nın geldiği durum ortadır. Rusya'nın enerji kaynaklarına bağımlı olan Avrupa kademe kademe bu durumdan kurtulmaya çalışıyor ancak kısa vadede bir çözüm üretebilecek durumda değiller.

Ekonomik savaş

Alman ekonomi bakanı Rusya'nın ekonomik bir savaş yürüttüğünü, etkilerinin koronavirüs salgınından daha fazla hissedileceğini söylüyor. Alternatif enerji kaynaklarına erişim için en önemli ülke ise kuşkusuz Türkiye. Eski Yunan Başbakan Aleksis Çipras, içinde bulundukları durumun vahametinin farkında olarak, özellikle yaz aylarında gerginliğinin sonuçlarının ekonomik olarak ağır olacağını belirtiyor. Durum ortada iken, uzlaşma yerine çatışmanın kimseye fayda sağlamayacağı açıktır. Bazı Yunan parlamenterler dahi Miçotakis'in ülkeyi ABD üssüne dönüştürdüğü için tepki göstermekte, büyük güçlerin planlarına alet olduklarını yüksek sesle haykırmaktadırlar. Çipras da "Batı'nın ileri karakolu" haline geldiklerini belirtip Miçotakis'in girdiği yanlıştan bir an önce dönmesini istemiştir:

'Bir başımızayız'

"Umarım olmaz ama eğer egemenliğimizi savunmamız gerekirse, kendimizi kandırmayalım, bir başımıza olacağız."

Yunanistan uzlaşmaz tutumunda ısrar eder ve silahlandırdığı adalar konusunda geri adım atmaz ise Türkiye bunu haklı olarak uluslararası hukuka taşıyacaktır. Çünkü birçok ülkenin imzasının bulunduğu 1923 ve 1947 anlaşmaları açıkça ihlal edilmiştir. Bu bağlamda söz konusu adalar üzerindeki Yunanistan hâkimiyetinin sona erdirilmesi talebi Ankara'nın en doğal hakkıdır. Adaların, Lozan ve Paris anlaşması ile Yunanistan'a silahsızlandırma şartıyla verildiği BM'ye hatırlatılmış, bundan vazgeçilmezse adaların egemenliğinin tartışılacağı açık bir dille vurgulanmıştır.

Balkanlardaki Türk nüfuzu

Çıkılan yolda Balkanlar özellikle Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile omuz omuza hareket etmek önemlidir zira Atina, Ankara'nın bu ülkeler üzerindeki nüfuzundan fazlasıyla rahatsızlık duymaktadır. Ayrıca mevzu "milli bir mesele" olduğundan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin haklarını savunma noktasında iktidarıyla muhalefetiyle tek bir ses olarak, birlikte mücadele verilmesi beklenendir. Ama ne yazık ki "Mavi Vatan" olgusunu idrak edemeyen ya da kabullenemeyen bir kesim var. İstanbul'u Yunan toprağı olarak gösteren haritanın yakın zamanda Amerikan CBS televizyonunda gösterildiğini yeniden hatırlamakta fayda var. Neyse ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'un girişimiyle bu kabul edilemez "hata" düzeltilmiş, kanal yönetimi özür metni yayınlamıştır.

Son olarak bugün Ege'de yaşadığımız sorunların kaynağına dair Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın altı yıl önce yapmış olduğu bir konuşmada sarf ettiği cümleler oldukça dikkat çekicidir:

Zafer bu mu?

"Şu anda Ege'yi görüyorsunuz, bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. Zafer bu mu? Oralar bizimdi, oralarda hala bizim mabetlerimiz, camilerimiz var. Ama şu anda Ege kıta sahanlığı havada ne olacak, denizde ne olacak hala bunu koşuyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz. O anlaşmada masaya oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını vermediler, veremediler. Veremedikleri için onun sıkıntısını biz yaşıyoruz."

[email protected]