Batı’daki aktivist Türkiye analizleri ve iç siyasete yansımaları

Kemal Yıldırım - Araştırmacı / New York
6.06.2015

Son 12 sene zarfında AK Parti iktidarına karşı yürütülen iddialar bir karalama kampanyasının ötesine geçemedi. Türkiye bir yere gitmedi, ekseni kaymadı, NATO’dan atılmadı, siyaset mühendisliğine soyunan kalemlere inat bölgesindeki duruşunu bazen ABD’ye rağmen sürdürmeye devam etti.


Batı’daki aktivist Türkiye analizleri ve iç siyasete yansımaları

Amerika’da yayınlanan Türkiye ilgili analiz ve haberler artık iyiden iyice siyaset mühendisliği çabasına dönüşmeye başladı. Eskiden sadece yanlış Türkiye okuması, saha bilgisi eksikliği, yanlış karşılaştırma ve analoji ve kötü habercilik olarak adlandırılabilecekken ilerleyen dönemlerde fazlasıyla kendisini tekrarlayarak kendine has bir model ortaya çıkarmaya başladı. Temeli Ak Parti iktidarı karşıtlığına dayanan bu modelde analizin yerini aktivizm alırken ABD-Türkiye ilişkileri konulu tartışmaların yerine de Türk iç politikası odaklı tiradlar oturdu. Bu yazı ve analizler bir yandan Türkiye algısı ve Türkiye gerçekleri arasındaki makası iyiden iyiye açarken öte yandan da Türkiye ile ABD arasında sanki daha önceleri sorunsuz ve anlaşmazlık olmaksızın altın bir çağın yaşandığı sanrısını ortaya çıkardı. Bu durum da aslında ikili ilişkilerde yaşanmamış bir duruma yönelik sahte bir nostaljinin ve ikili ilişkilerin günden güne kötüleştiğine yönelik bir karamsarlığın yaratılmasına sebep oldu.

Aslında Türkiye ile ilgili ABD’de yayınlanan bir çok analiz ve haber artık iyice tatsız tuzsuz sabun köpüğü dizilere benzemeye başladı. Her analiz birkaç heyecanlı detaydan sonra bir zamanlar Mavi Ay dizisinin yakın zamanlarda da House of Cards’ın başına gelen hal gibi bir ilişki dramasına dönüşüyor. Bu ilişkinin iyi gitmemesinin sebebi Türkiye bu durumda kötü adam da Ak Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak sunuluyor. Sonunda suçlusu belli bu ilişki dramasında ‘kötü tarafı’ terbiye etmek üzere de ortaya bir dizi öneri ve soru işareti konuyor. Türkiye’yi yalnız mı bırakalım; yoksa Türkiye bizi terk edecek mi; Türkiye kendine yeni bir partner mi arıyor tarzı soru ve önerilerin malum analizlerde ucu bu aralar hep ortak bir noktayı gösteriyor. Sanki bu iktidar gücünü kaybederse, ABD-Türkiye ilişkilerinin de yoluna gireceği yolunda kampanya yapılıyor.

Aslında mesele Türkiye-ABD ilişkileri olduğunda daha önce de farklı dönemlerde kendini gösteren sorun şimdilerde daha ciddi bir şekilde ortaya çıkmış durumda. İkili ilişkilerde ortaya çıkan soru ve sorunların yakın zamanlardaki tartışılma biçimi ciddi stratejik gerekçeler ortaya konulup, jeopolitik, askeri ve siyasi değişkenler dikkate alınıp ekonomik ve sosyal yönlerin de hesaba katıldığı bir sağlıklı tartışma zemininde gerçekleşmiyor.

Özellikle Türkiye’de yaşanan dönüşümleri müteakiben mesele Türkiye’nin iç politikasına odaklanıp Türkiye’de son iki senedir yaşanan iç politik gelişmeler ikili ilişkilerin temel değişkeniymişçesine ele alınıyor. Özellikle ülkelerin iç politikasındaki gelişmelere pek de ilgi duymayan bir yönetimin iktidarda olduğu Amerika’da ikili ilişkileri Türkiye’deki iç politik gelişmelere bağlamak da ciddi bir çabayı beraberinde getiriyor. Niyet okuma çabaları bu çalışmanın temel metodolojisini oluşturuyor. Bunun yanında Washington’dan Türk iç politikasını okuma biçiminde yaşanan sorunlar, aktörleri tanımadaki zorluk, ve kamu oyunun etkisini hafife alma, bu analizlerin başlangıç noktasındaki problemi yansıtıyor. Türkiye’de herhangi bir muhalefet partisi üyesinin her gün telaffuz edebileceği argümanlar İngilizce yazılıp basıldığı zaman sanki daha farklı bir anlam ve öneme bürünüyor. Bu argümanların Türkiye’de kendine bir kitle bulması ve bir kısım Türkiye’yi Batı’dan okumaya meraklı zevat tarafından Türkçe olarak yeniden üretimi artık Türkiye konusunda yapılan argümanlarda garip bir sarmalın oluşmasına neden oluyor.

Sürekli yanlışlanan tezler

Türkiye son 12 senedir işte bu sarmalın içinde sürekli olarak farklı aralıklar ve dalgalarla kendini bu gereksiz tartışmanın içinde buluyor. Bu analiz ve haberler 12 senedir okuyucularını Türkiye’nin Batı ve ABD tarafından kaybedilmek üzere olan bir ülke olduğuna inandırmaya, Türkiye’nin güvenilir bir müttefik olup olmadığını sorgulatmaya, ve Türkiye’nin ne şekilde terbiye edilmesi gerektiğini konuşturmaya çalışıyor. Türkiye’deki muadil analizler de Türk kamuoyuna Türkiye’nin ABD tarafından yalnız bırakılacak, Batı tarafından terk edilecek, ekseni kaymış, menzili meçhul bir ülke olduğuna inandırma çabasında. Washington’da yapılan bir kısım Türkiye analizi ile Türkiye’de bu analizlerin kendini yeniden üretme biçimi, zamanlaması, tonu ve muhtevası arasındaki benzerlikler yanlışlanan tezler, patinaj yapan argümanlar ve en sonunda siyaset mühendisliğine yaklaşan duruşlara rağmen varlığını sürdürüyor.

Meselenin temelinin ve bu analiz ve haberlerin nasıl bir yol haritası izlediği ve ne şekil bir kalıp ortaya koyduğunu anlamak oldukça önemli bir mesele. İki ülke arasında yaşanan en ufak anlaşmazlık sırasında bir koro halinde ortaya konulmaya başlayan bu söylemin asıl motivasyonu konusunda aslında kafamızdaki soru işaretleri hiç sone ermedi. Bu kritik dönüm noktalarında ortaya konan haber ve analizler bir yandan Türkiye’yi uluslararası camiada zor durumda bırakacak bir algı çalışmasını beraberinde getirirken öte yandan da Türkiye’deki Ak Parti muhalefetinin ekmeği suyu haline geldi. En son örneklerinden birini Kobani krizinde gördüğümüz gibi Türkiye’yi askeri müdahaleye zorlamaya ve Türkiye’yi Suriye politikası konusunda baskı altına almaya yönelik bu çalışmaların önemli bir ayağı bu tip ‘güvenilemez bir müttefik’ imajı ve söylemi yaratmaktan geçiyor. Bu durum kendine batı kamuoyunda ve Türkiye’deki muhalefet de bir karşılık bulduğu sürece bir tenis topu gibi benzer argümanlar sınırın bir o tarafında bir bu tarafında kendini göstermeye devam ediyor.

Bu durum aslında son on iki senedir oldukça istikrarlı bir biçimde kendini göstermeye devam etti. Neler okumadı Türkiye kamuoyu, neler konuşup vaktini heba etmedi geçtiğimiz yıllarda. Amerika’ya Türkiye’deki ‘İslamcı iktidar’ yerine  ‘Cumhuriyetçi laikler’ ile konuşmasını salık verenleri, Türkiye’yi Nazi Almanyası’ndan daha korkunç bir devlet olarak ortaya koyanları, Türkiye’yi hasta adam ilan edenleri, Türkiye’yi NATO’dan atalım naralarını, Türkiye’yi yalnız bırakalım çağrılarını. Bu çapsız çağrılar ilginç bir biçimde Washington’dan daha çok İstanbul medyasında köpürtülerek ortaya kondu. Washington’daki dış politika yapıcılarından kimsenin ciddiye almayacağı argümanlar Türkiye’de medya tarafından sürekli olarak Ak Parti’ye karşı bir sopa gibi gösterilmeye çalışıldı. Ak Parti iktidarı karşıtı çevreler Washington’da yazılan her kelimede bir erdem ararken, her sıradan Türkiye uzmanının isminin başına yüceltici sıfatlar dizilerek söylediklerinin önemi artırılmaya çalışıldı. Ancak meselenin daha da ilginç noktası Türkiye’deki iktidarı ABD’deki think tankler ve bir kısım medya ile terbiye etme girişiminin iki ülke arasında ilişkiler iyileştiği anlarda duruluyor ve Ortadoğu’ya yönelik her bölgesel sorunda meselenin yeniden alevleniyor olmasıydı. Bu dönemde nasıl bir şaşkınlığın sonucu ise Türkiye karşıtı yazılan her cümlenin ABD yönetimi için farklı manalar farklı sinyaller farklı mesajlar içerdiği yolundaki metin analizleri ile yatıp kalktık. Eyvah Türkiye battı diyenler ile ABD buna çok kızacak kaygısı taşıyanlar ilişkilerin artık normalleştiği yavaş yavaş olması gerektiği yatay şekle dönüşmeye başladığının çok da farkında değildi. İki normal ülke arasında yaşananlar görüş ayrılıkları çıkar çatışmaları öncelik tartışmaları tam da bu ilişkinin artık eski hiyerarşik ve dikey yapısından kurtulduğunun işaretiydi aslında. Ancak bu yıllarda Washington’daki analizcilerin argümanı, networkü ve etkisini sorgulanmak yerine Washington’da yazılan her satır büyük uzmanlık ürünü muamelesi gördü. Türkiye’de birbirimizden hiç esirgemediğimiz eleştirellik yazının kaynağı Washington veya başka bir batılı başkent olduğunda rafa kaldırıldı. Her yazılan doğru, her yazılan güvenilir ve her yazılan Beyaz Saray’a ulaşırmış gibi bir hava oluştu.

New York Times’ın etkisi

Son 12 sene AK Parti iktidarında sürdürülen bu iddia, suçlama ve yakıştırmalar 12 sene sonra ortaya çıkan tabloda bir karalama kampanyasının ötesine geçemedi. Türkiye bir yere gitmedi, ekseni kaymadı, NATO’dan atılmadı, siyaset mühendisliğine soyunan kalemlere inat bölgesindeki duruşunu bazen ABD’ye rağmen sürdürmeye devam etti. Ne Mısır’da ne Suriye’de geri adım atıldı, yapılan müzakereler sonunda ortaya bir kazan kazan durumu çıktığında iki ülkenin pozisyonlarında yaklaşım meydana geldi. Özellikle Suriye konusunda yaşanan görüş ayrılıkları iki ülke arasındaki ilişkide ciddi bir hasar durumunu meydana getirirken en ağır krizli dönemlerde bile süren temaslar ve ziyaretler iki ülke arasındaki ilişkilerin stratejik doğası ve ilişkilerin geleceği konusunda önemli iyimser ipuçları verdi.

Bu süreçte Amerika’da daha önce daha fazla ideolojik tandanslı medyada görülen kimliksel bazlı Türkiye saldırılarının yerini yakın zamanlarda daha fazla ana akım medyada Türkiye’ye yapılan ağır ithamlarla dolu yazılar almaya başladı. Son zamanlarda New York Times’da Türkiye’ye yönelik yapılan yayınlar bunun önemli bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor. Kobani krizi sırasında ABD yönetiminden üst düzey isimler Türkiye’nin Kobani’ye askeri müdahale konusunda ayak diremesinden duydukları ‘bıkkınlığı’ kamuoyuna duyurmak için New York Times’ı kullanmışlardı. Daha sonrasında IŞİD’in yabancı savaşçıları konusunda yayınlanan bir haberde New York Times bu sefer de haberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Hacı Bayram Camiinden çıkarken çekilmiş bir resmi kullanmış sonrasında bir özür notu ile bu fotoğrafı haberden kaldırmıştı. Bunu takip eden günlerde New York Times sadece haberleri ile değil aynı zamanda gazetenin editoryal yazılarında da Türkiye ve Ak Parti iktidarı hakkında ağır suçlamalarda bulundu. Gazete en son geldiği noktada geçtiğimiz hafta yayınlanan editoryal yazısında Batılı ülkeleri, özellikle de ABD ve diğer NATO üyelerini Erdoğan’a baskı yapmaya çağırırken aynı zamanda basın özgürlüğünün tehdit altında olduğu ve sivil toplum örgütlerinin seçimlerin özgür ve adil yapılması konusunda duydukları endişeleri dile getirdi. 65 senedir seçimlerin özgür ve adil bir şekilde yapıldığı, Ak Parti’nin tek başına iktidar olup olmayacağı ve olamaması durumunda nasıl bir koalisyonun ortaya çıkacağının tartışıldığı bir ortamda hiçbir ampirik datanın ve emsalin olmadığı bir vakada ortaya atılan bu ‘kaygıların’ ciddiye alınıp New York Times tarafından editoryal konusu yapılması sorunlu bir durumun varlığına işaret ediyor. Ortaya çıkarılmak istenen seçimlerin meşruiyetine gölge düşürmek ise şimdiye kadar marjinal bazı grupların ortaya attığı bu gibi iddialar ya itham ya da iftira olmanın ötesine geçemedi. Türkiye’deki seçmenlerde zaten bu türlü manipülasyonlara şimdiye kadar hiç itibar etmedi. Türkiye’deki iç politik gelişmeleri ABD ve diğer NATO üyeleri ile şekillendirme ve siyaset mühendisliği çalışmaları da Türk seçmeninde ve kamuoyunda kendine olumlu bir karşılık bulmadı. Türkiye’de mücadele edilen vesayet sisteminin farklı mekanizmalarının şimdiye kadar Türk siyasi tarihinde en başarısız olduğu unsurların başında da zaten seçmen davranışını şekillendirme çabası yer aldı. Ne 12 Eylül cunta rejiminin mağrur komutanları ve milli güvenlik konseyi, ne post modern darbeciler ve medyadaki uzantıları ne de yargıda parti kapatarak darbe yapmaya çalışan zihniyet seçmen davranışını etkileyemedi. Geldiğimiz noktada ne bir dış güç ne de müttefik ülkeler Türkiye’de bu şekilde bir etki yaratamayacak. New York Times’ta çıkan yazı ve bu gibi analizler de üzerinden zaman geçtikçe o sabun köpüğü dramanın bir parçası olmaktan öteye geçemeyecek.