Batı’daki İslam düşmanlığı neden Türkiye’nin meselesi?

Mustafa Yeneroğlu / İstanbul Milletvekili / TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı
30.01.2016

Artan İslam düşmanlığı yurt dışındaki vatandaşlarımızın iş, eğitim ve sosyal alanda ciddi sorunlarla karşılaşmasına neden olmakta ve onların topluma eşit katılımlarını büyük ölçüde engellemektedir. Avrupa’daki İslam düşmanlığıyla mücadele, aynı zamanda orada yaşayan vatandaşlarımızın güvenliğini sağlamak ve yaşadıkları ülkedeki varlıklarını yerel toplumla harmoni içinde yürütebilmeleri için adımlar atmayı da beraberinde getiriyor.


Batı’daki İslam düşmanlığı neden Türkiye’nin meselesi?

Suriye’deki iç savaş sonucu Avrupa’da artan mülteci sayısı senelerdir “İslam” ve “Müslümanlar” üst başlıklarında gerçekleşen ve oldukça popüler olan tartışmaları farklı bir boyuta taşıdı. Birçoğu için ölümle sonuçlanan uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından Avrupa sınırlarına giriş yapan mülteciler, göç alan toplumların yeni kültür ve kimliklerle “baş edebilme” becerisini de yeni sınamalarla karşı karşıya bıraktı.

Bu esnada 1960’lı yıllarda işçi göçünün başlamasının ardından çoğulculuk ve çokkültürlülük gibi kendi iddialarıyla imtihan edilen birçok ülkede, mülteci tartışmasının “İslamlaştırılarak” asıl meselenin yine arka plana atıldığını görüyoruz. Avrupa’da mülteciler üzerinden başlayan tartışma popülistten aşırı sağa kadar, kendilerini ağırlıklı olarak çokkültürlü yaşamın karşısında konumlandıran partiler tarafından korku üzerinden hararetli tutuluyor. Mültecilerin, Müslümanların ve azınlıkların omuzlarına basılarak yapılan seçim kampanyalarında “İslamlaşma” ya da “yabancılaşma korkusu” (Überfremdungsangst) gibi, II. Dünya Savaşı öncesini hatırlatan ve son 20 senedir Avrupa kamusal hafızasında oldukça olumsuz konotasyonlarla yer edinmiş spot kavramlar yeniden popülerleşiyor. Bu olumsuz dilin sadece aşırı sağ olarak nitelendirilen partiler tarafından değil, merkez partiler tarafından da; aynı şekilde sadece toplumdaki marjinal birkaç aşırı sağcı grup tarafından değil, orta sınıf tarafından da benimsendiğini endişeyle gözlemliyoruz. İslam düşmanlığının siyasi kültüre ve topluma nüfuz ettiğini gösteren bu tartışmaların yanında ortaya çıkan kasvetli tabloda “Avrupalı” (ya da Alman/Fransız/Avusturyalı) mevcudiyetine karşıt “öteki” homojen bir kimlik ve tehdit olarak sunulan Müslümanlara yönelik saldırılar giderek artıyor.

Bu suçlar resmî olarak “yok”

Avrupa’da en çok vatandaşımızın yaşadığı Almanya’da federal hükûmetin verdiği bilgiye göre 2015 yılının eylül ayına kadar camilere yönelik saldırı, hakaret ve gamalı haç işareti çizilmesi gibi 36 İslam karşıtı eylem ve yine İslam karşıtı 90 yürüyüş gerçekleşti. Fransa’da İslamofobi izleme kuruluşu CCIF, Ocak 2015’teki Paris saldırılarının ardından Müslümanlara yönelik saldırıların, 2014 yılının ilk çeyreğine göre yüzde 23.5 oranında arttığını kaydetti. (1)  Ayrımcılık ve sözlü sataşmalardan fiili saldırılara kadar uzanan bu saldırılardan sadece çok ufak bir kısmı güvenlik güçlerine bildirilebiliyor, çünkü İslam düşmanı saldırıların kurbanları ya ilgili birimlerin şikâyetleri değerlendirmek konusunda hevessiz olduğunu ya da saldırganların müşfik hâkimler sebebiyle ceza almadan kurtulacağını düşünüyorlar. Müslüman karşıtı suçlara en çok Müslüman kadınlar maruz kalırken, CCIF’in aynı raporuna göre Fransa’da Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen ve mağdurların 8 günden fazla rapor aldıkları fiziki saldırılar yüzde 500, sözlü saldırılar yüzde 100 oranında artmış durumda.

Bu veriler, ancak kısıtlı kaynaklara sahip sivil toplum kuruluşlarının ya da ayrımcılıkla mücadele derneklerinin bireysel inisiyatifleri aracılığıyla toplanabiliyor, çünkü örneğin Almanya’da Müslüman karşıtlığı motivasyonuyla işlenen suçlar homofobi ve antisemitizm örneğinde olduğu gibi ayrı bir kategoride kaydedilmiyor. Yani Müslüman karşıtı suçlar resmî olarak “yok”lar. Hâl böyle olunca ne sağlıklı bir analizin yapılması ne de saldırılara karşı etkili önlemler alınması mümkün. Bu ilgili devletler tarafından bilinçli olarak yürütülen bir politikanın tezahürü. 

Üstelik bu kısır döngü, Müslüman karşıtı bir saldırı gerçekleştiği anda artan, aradan kısa bir süre geçtikten hemen sonra ise azalan ilgi sebebiyle devam edecek gibi gözüküyor. Avrupa’da kamuoyunun ve siyasetin ilgisi, saldırının şiddetine ve sonuçların dehşetine göre artıp azalırken aslında münferit olayları değil, bunların arkasında yatan nedenleri, yani semptomları değil asıl hastalığı konuşmamız ve acilen çözüm yolları üretmemiz gerekliliği de ortaya çıkıyor. Zira İslam düşmanlığıyla mücadele için yasama, yürütme ve yargı nezdinde Avrupa ülkelerinin atması gereken çok adım var.

Sorumluluk bizde

Batı ülkelerinde yaşayan yaklaşık 5 milyon Türkiye kökenli insanımızı düşündüğümüzde İslam karşıtlığı ile mücadelenin, vatandaşlarımızın Avrupa’daki mevcudiyetlerini -hatta Avrupa ülkelerinin kendi normatif iddialarını- korumak adına ne denli hayati bir husus teşkil ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Artan İslam düşmanlığı yurt dışındaki vatandaşlarımızın iş, eğitim ve sosyal alanda ciddi sorunlarla karşılaşmasına neden olmakta ve onların topluma eşit katılımlarını büyük ölçüde engellemektedir. Avrupa’daki İslam düşmanlığıyla mücadele, aynı zamanda orada yaşayan vatandaşlarımızın güvenliğini sağlamak ve onların içinde bulundukları ülkelerdeki varlıklarını yerel toplumla harmoni içinde yürütebilmeleri için adımlar atmayı da beraberinde getiriyor. Tam da bu nedenle Batı’daki İslam düşmanlığıyla mücadele, orada yaşayan birçok Müslümanın köken ülkesi olarak Türkiye’nin ciddi bir sorumluluğu. Bu açıdan bakıldığında İslam düşmanlığının boyutlarının anlaşılması, nesnel veriler ışığında ve tartışmayı Doğu-Batı çatışması gibi popülist yaklaşımlara kurban etmeden, acil ve etkili çözümlerin üretilmesi Türkiye’nin öncelikli meseleleri arasında yer alıyor.

Sadece tespit yetmez

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun bu ay kurulan “Batı Ülkelerinde İslam Düşmanlığı” başlıklı alt komisyonu İslam düşmanlığının sebepleri ve sonuçlarını araştırarak bu yöndeki mücadeleyi destekleyecek. Komisyon, yurt dışındaki vatandaşlarımızın İslam düşmanlığı bağlamında maruz kaldığı bireysel saldırı ya da sorunları derlemeyecek, bunun yerine daha üst bir bakışla İslam düşmanlığının sebep ve sonuçlarını analiz ederek saldırıların hangi toplumsal dinamiklerden beslendiğini, toplumda İslam düşmanlığının oluşumunda ve artmasında hangi kamu, toplum ve medya aktörlerinin rol oynadığını ve samimi bir mücadele için hangi araçların etkin hâle getirilmesi gerektiğini araştıracak ve önerilerde bulunacak. Hem Türkiye hem de Avrupa kamuoyuyla paylaşılacak olan veriler, İslam düşmanlığıyla mücadele için en gerekli temeli, yani meselenin anlaşılması için mevcut tabloyu ortaya çıkartacak. Türkiye’nin tarihsel ve konjonktürel sorumluluğu açısından meclisteki alt komisyonun önemli bir görevi ifa edeceği ortada. Geriye oluşturulacak veriler ışığında Batı’daki siyasi karar alıcıları gerekli yasama ve yürütme tedbirlerini almak konusunda takip ve ikna etmek kalıyor.

[email protected]