Batı'daki İslamofobi ile mücadelede Türkiye önemli bir misyona sahip

Kaan Elbir / TRT Deutsch Genel Yayın Yönetmeni
15.01.2022

Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde nefret söylemleri, ayrımcılık ve İslamofobi hiç olmadığı kadar yükseldi. Müslümanlara, mültecilere ve göçmenlere karşı nefret söylemleri dijital alanı esir almış durumda. Türkiye'nin iletişim stratejisi ise bu nefretle mücadelede önemli bir rol oynuyor.


Batı'daki İslamofobi ile mücadelede Türkiye önemli bir misyona sahip

Almanya'da medyanın geçmişi, ilk gazetelerin yaklaşık 400 yıl önce ortaya çıkmasına kadar uzanıyor. Bu nedenle Almanya'da uzun ve köklü bir basın geleneği olduğunu söylemek mümkün. Bu gelenek beraberinde gazete tüketimini yaşamın bir parçası haline getiriyor. Almanya'nın federal yapısından ötürü eyaletlerde yayınlanan bölgesel ve yerel gazeteler de dahil edildiğinde Almanya'da günlük 1500'ün üzerinde farklı gazete yayınlanıyor. Toplamda günlük yaklaşık 16 milyon gazete satılıyor. Ancak bu sayılar her geçen gün düşüş gösteriyor, zira dijital medya hayatın birçok alanını değiştirdiği gibi medya tüketim alışkanlıklarını da değiştiriyor. Yeni ya da dijital medya olarak tanımlanan internet tabanlı medya platformları baskılı gazetelerin ve yerleşik TV kanallarının yerini alıyor. Dijital alanlarda medya faaliyeti yürütmenin geleneksel medyaya oranla daha mütevazı bütçeler gerektirmesi büyük bir avantaj olarak karşımıza çıkıyor ancak dijital dünyadaki denetim yetersizliği birçok alanda hak ihlallerini kolaylaştırıyor. Yabancı düşmanlığı, Müslüman karşıtlığı, cinsiyetçi ayrımcı yaklaşımlar dijital medyada hızlı şekilde yayılabiliyor.

Alternatif medya

Geleneksel medyanın baskın olduğu dönemlerde bilgi daha sınırlı bir zümre tarafından üretilerek halka ulaştırılırken, dijital medyayla birlikte alternatif medya platformları kendisine alan açabiliyor. Bu nedenle dijitalleşmenin gelişmesinin medya çeşitliliği açısından zenginlik getirdiği görülürken, diğer yandan bilgi kirliliği, fake-news ve ırkçı düşüncelerin kolaylıkla yayıldığı bir ortamı da beraberinde getiriyor. Geleneksel medya, büyük şirketlerin sahip olduğu, kontrol ettiği ve tek yönlü iletişim yöntemleriyle yayılan medyayken, yeni medya, internet bağlantısı olan herkes tarafından dijital olarak üretilip dağıtılabilen ve genellikle iki yönlü iletişimi içeren bir alan. Herkesin üretmesi ve dağıtması büyük bir çeşitlilik sunuyor ancak beraberinde nefret suçlarını, bilgi kirliliğini ve toplum huzurunu tehdit eden içeriklerin üretilmesini ve yayılmasını hızlandırıyor.

Nefret söylemi

Müslümanları hedef alan saldırılar ve çevrimiçi nefret söylemleri artıyor.

"Nefret söylemi" geleneksel anlamıyla, bir grubu ya da bir grubun mensubunu grup kimliği temelinde kötülenmesi olarak tanımlanıyor. Grup, bir entik kimlik, ırk, cinsiyet ya da din gibi kapsayıcısı, çok geniş bir alanı ifade edebiliyor. Bu açıdan İslam'a ya da Müslümanların dinden kaynaklanan kıyafet, örtünme, ibadet gibi günlük uygulamalarına yönelik hakaretleri yada saldırıları nefret suçu olarak değerlendirmek mümkün.

Organizasyon kolaylığı

Dijital medyanın yayılmasıyla birlikteyse aşırı sağ gruplar internet üzerinden hızlı şekilde organize olabiliyor ve fiziki saldırılara geçebiliyor. Bunun somut örneklerini birçok Avrupa ülkesinde görmek mümkün. Sadece Almanya'da 2020'de Müslümanlara ve İslami kurumlara bir önceki yıla göre daha fazla saldırı gerçekleştirildi, tehdit mektupları gönderildi. Federal İçişleri Bakanlığı'nın Sol Parti'den gelen bir soru önergesine verdiği yanıtta, Almanya genelinde en az 901 islamofobik suç kayıt altına alındı. Oysa 2019'da 884 olay kayıtlara geçmişti. Her ne kadar iki sayı arasında çok büyük bir fark olmasa da saldırı ve tehdit mektuplarının giderek yükselmesi Müslümanların kendisini baskı altında hissetmesine yol açıyor. Bu tür yabancı ve Müslüman karşıtı eylemler ise son yıllarda chat gruplarında organize ediliyor.

Aşırı sağcıların chat gruplarında organize olmasına güncel bir örnek yakın zamanda Avusturya'da gerçekleşti. Avusturya İslam Haritası olarak bilinen "Islam Landkarte" 2020 yılında Viyana Üniversitesi İslami İlahiyat Araştırmaları, İslami Din Eğitimi Enstitüsü tarafından yayınlandı. Bu haritada İslami kuruluşlara, derneklere cami ve mescitlere açık adresleriyle birlikte yer verildi. Avusturya'daki Müslüman kamuoyu tarafından "fişleme" olarak algılanan bu haritanın yayınlanmasından sonra aşırı sağcılar tarafından haritada yer alan camilerin yakınlarına "Dikkat! Siyasal İslam tehlikesi" tabelaları asıldı. Bu tabelaları asanların ise "Identitäre Bewegung" isimli harekete mensup aşırı sağcıların oluşturduğu Telegram sohbet gruplarında örgütlendiği ortaya çıktı. Almanya'da internet ortamının yeterince denetlenememesinden istifade eden diğer bir aşırı sağcı grup ise PEGIDA. Almanya'da bir sivil toplum kuruluşunun başkanı olan Anetta Kahane "internette nefret olmasaydı Pegida var olamazdı" diyor. Öyle ki, internet artık aşırı sağcılar için varolabildikleri ve güçlenebildikleri en önemli alan haline geldi.

Politik olarak aşırı gruplar, radikal fikirlerini yaymak için interneti ve özellikle sosyal ağları giderek daha sık kullanırken, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler ve Müslümanlar kendilerine ırkçılık, ayrımcılık ve islamofobiyle nasıl başa çıkacaklarını soruyor. Bunun tek bir yanıtı olmamakla birlikte, aşırı sağcıların kaynak noktası haline gelen dijital ortamların ve yeni medyanın alternatif bir şekilde kullanılması önemli bir araç haline geliyor. Nefret söylemlerine ve saldırılara karşı dijital mecralar kullanılmalı. Ne yazık ki günümüzde aşırı sağcılar, göçmen karşıtları ve ırkçılar internet ortamlarını daha aktif kullanıyorlar. Ancak internet üzerinden artan veya internette beslenerek fiziki vakalara yol açan nefret söylemlerinden internetin mesul tutulması makul bir yaklaşım olmayacaktır. Burada önemli olan internetin hangi amaçla kullanıldığıdır. Bu nedenle interneti nefret söylemlerinin beslendiği bir alan olmaktan ziyade, buna karşı mücadele edilen bir alan haline getirmek gerekiyor. Geleneksel metotlarla artık ırkçılıkla yada İslamofobi ile mücadele etmek yetersiz kalıyor. Zira içinde bulunduğumuz dönem geleneksel medyanın bireyleri tek taraflı bilgilendirmesinin ötesinde, bireylerin karşılıklı olarak tartıştıkları, tarafların birbirlerini yorumlar vasıtasıyla ikna etmeye ve ideolojilerini yaymaya çalıştıkları daha dinamik bir süreç. Bu noktada ise alternatif stratejilere, internet araçlarına ve yeni nesil medya organlarına ihtiyaç ortaya çıkıyor.

TRT yayınlarının rolü

Türkiye'nin misyonu ve gelişen vizyonuyla son yıllarda katettiği ekonomik ve teknik ilerlemeye paralel olarak kamu diplomasisi alanında attığı adımlar islamofobi, ayrımcılık ve nefret suçlarıyla mücadelede önemli bir boşluğu dolduruyor. İletişim Başkanlığı'nın yakın zamanda hizmete sunduğu Sosyal Ağ Haritası bunun önemli bir örneği. Bir başka örnek ise kamu yayıncısı TRT'nin İngilizce ve Arapça başta olmak üzere Almanca ve Rusça gibi dillerde özellikle yeni medya mecralarında yaptığı yayınlar. Bu yayınlar İslamofobik vakaları gündeme taşıyarak toplumsal bilincin oluşmasına ve gelişmesine mühim katkılar sağlıyor. Özellikle aşırı sağın güçlendiği ve islamofobik saldırıların mutat şekilde yükseldiği Almanya ve Avusturya'ya yönelik yayınlar gerçekleştiren TRT Deutsch yeni nesil medyanın bu mücadeledeki önemine iyi bir örnek teşkil ediyor. Kendisi de geride bıraktığı iki yılda Berlin'deki ofisine İslam'a ve Türkiye'ye yönelik tehditler ve hakaretler içeren üç mektup alan TRT Deutsch, toplumdaki entegrasyona katkıya yönelik yayınların yanı sıra, gerçekleşen vakaları da gündem de tutarak yeni vakaların gerçekleşmemesine katkı sağlıyor. Zira bu tür vakaları unutturmamak, vakaların tekrar etmemesi için gerekli. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in söylediği şu söz bunun gerekliliğini ortaya koyuyor: "Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.

@kaanelbir