Suriye 2011'den bu yana neredeyse her gün bir “sorun” olarak gündemimize sokuldu. İktisadi, siyasi ve askeri veçheleriyle çokça ele alındı ancak kültür sanat camiasının Suriye'yi bir imkân olarak yeterince ele aldığını söyleyemeyiz. Oysa son devrimin ardından Suriye, Türkiye için özellikle Orta Doğu hinterlandında tam bir “soft power” dinamiğine dönüşmüş durumda.
Rasim Elibol/ Yazar
1980'lerin sonunda Joseph Nye dış politikayla ilgili "Yumuşak Güç" isimli bir makale yayımlar. Makalenin ardından Birinci Dünya Savaşı sonrası geliştirilen ve devletlerin arka planda kültürel hegemonya oluşturmak ve asimilasyon için hazırladığı programların uygulama alanı olan kültürel diplomasi bambaşka bir forma bürünür. Artık etki alanındaki toplumları kaba kuvvet yerine kültür, sanat, dil ve sporla ikna dönemi başlar. Elbette geleneksel dayatmacı kültürel diplomasi de özellikle geri kalmış ülkelerde egemen güçlerin ciddi kazanımlar elde etmesini sağlayan hamleler yaptı. Mesela, 1950'lerde Sovyet Bloku, Amerika'daki siyahî düşmanlığını aleyhte propaganda olarak kullanmaya başlayınca Amerika; İran, Pakistan, Lübnan, Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Arjantin dâhil olmak üzere Asya, Avrupa ve Güney Amerika'da ırklararası "Caz Elçileri" turnesini başlattı. Turne CIA ortaklığıyla yapıldı. Konunun önemi çok açık. Dikkat çekmek için tekrar söylüyorum, az önce CIA ortaklığıyla yapılan kültürel bir etkinlikten bahsettim. Aleyhte propagandaya karşı kültürel etkinlikle mukabele etmekten... Üstelik CIA ortaklığıyla... Üzülerek belirtmek gerekir ki kültürel diplomasinin bir ülke için esasen beka meselesi denebilecek bir alan olduğu, maalesef bizim kültür sanat camiamız tarafından hiçbir zaman yeterince idrak edilemedi.
130 ülkede faaliyet gösteren Alliance Francaise ve 120 ülkede faaliyet gösteren Alman Goethe Enstitüsü'nden yazıyı uzatmamak adına bahsetmeyeceğim. Ama İngiltere'nin uluslararası arenada eğitim ve kültürel faaliyetlerini yürüten ve 100 ülkede aktif olan British Council isimli kuruluşa sadece 2014-2015 yıllarında çeşitli kalemlerde toplam 975 milyon sterlin (42.900.000.000 TL) bütçe sağladığına değinmeden geçemeyeceğim.
British Council, Irak savaşı sonrasında ajandasına imaj düzeltici kültürel etkinlikleri ekleyerek özellikle Orta Doğu ülkelerinde İngiliz kültürel diplomasisinin merkezlerinden biri olmuştur. Kültür, sanat, eğitim ve spor alanında projeler yapan British Council, İngiltere'nin film ve yönetmenlerini tanıtma, film eğitimleri verme, yerel ortaklıklarla yapılan filmlerin dünya çapındaki festivallerde yer almasına katkı sağlama, yerel yeteneklere burs verme gibi birçok faaliyet yürütmektedir. Son yıllarda bu projelerde en çok kullandığı tema ise özgürlük. Beyaz adamın kurtarıcılık kompleksiyle okuyabileceğimiz bu faaliyetler, Nijerya, Suriye, Filistin gibi bölgelere özellikle odaklanmış durumda. Yukarıda bahsettiğimiz "Yumuşak Güç" ögelerinden en önemlisi olan British Council'in ayrıca spor alanındaki faaliyetlerine konu dışına çıkmamak için değinmiyorum.
Gelelim bize! Elbette son yıllarda özellikle televizyon dizileri alanında çok büyük başarılar elde ettik. Kültür sanat ihracatımızın son yirmi yılda katbekat arttığı ortada duran bir gerçektir. Ancak bu başarıyı Suriye krizi özelinde görmek mümkün değil. Suriye krizinin başlangıcından itibaren kabul ettiğimiz milyonlarca sığınmacı, bütün alanlarda bizimle iç içe yaşadı. Milyonlarca Suriyeli çocuk bizim çocuklarımızla aynı sınıflarda Türkçe eğitim gördü, arkadaş oldu. Milyonlarca Suriyeli genç bizim sanatçılarımızı dinledi, bizim filmlerimizi izledi. Milyonlarca Suriyeli kadın bizimle aynı marketlerden, aynı semt pazarlarından alışveriş yaptı. Yine milyonlarcası ile iş hayatında birlikte mesai yaptık, birlikte molalara çıktık, aynı toplu taşıma araçlarıyla birlikte işe gidip eve geldik. Aynı hastanelerde tedavi olduk, aynı eczanelerden ilaç aldık. Aynı halı sahalarda futbol oynadık, aynı turnuvalarda satranç maçları yaptık. Aynı polisler tarafından denetlendik, trafikte aynı kurallarla hareket ettik. Aynı camilerde ibadet ettik, aynı bayramları birlikte kutladık, hatta asrın felaketini birlikte yaşadık. Kısaca milyonlarca Suriyeli ile hayatı paylaşmadığımız bir alan kalmadı.
Egemen güçlerin "soft power" dinamiği haline getirdiği bütün enstitü ve kuruluşların asla başaramayacağı bir entegrasyon ve kültür aktarımı, iç politikaya çokça malzeme yapılmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük aksiyonu olmuştur. Bu aksiyon Türkiye için kilometre taşlarından biri, Orta Doğu içinse tam bir dönüm noktasıdır. Sığınmacılar için sağlanan sosyal imkân ve destekler, harcanan bütçe sürekli dillendirilse de böyle bir entegrasyon sürecinin egemen güçlerin yöntemleriyle yapılması durumunda harcanacak bütçeyle kıyaslanınca bugüne kadar yapılan bütün eleştirilerin ne kadar önemsiz olduğu aşikardır. İngiltere, hemen yanı başımızdaki bir ülkede, "Kurtarıcı Beyaz Adam" sosuyla kurmaya çalıştığı kültürel hegemonya için iki yılda 975 milyon sterlin harcamakta bir beis görmemiştir. Bu bütçenin Suriye krizinin başlangıcından bu yana toplamda ne kadar olabileceğini tahmin etmek zor değil. Kaldı ki Batılı ülkelerde de bu enstitülere ayrılan bütçe birçok kez tartışma konusu olmuştur. Ancak hiçbir Batılı ülke iç politikada eleştiriliyor diye bu çalışmalardan imtina etmemiştir. Görünen o ki asla da imtina etmeyecektir.
Bütün muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya şehre yeni bir adam gelir ya da şehirden biri yolculuğa çıkar. Suriye kriziyle birlikte şehirlerimize milyonlarca insan geldi. Hem de sırtlarında dünyanın en ağır dram ve trajedisiyle mahallelerimize dağılıp hepimize komşu oldular. Milyonlarca hikâye... Birlikte okula gidip ortak hayaller kuran bir Suriyeli çocuk, sınıf arkadaşından ayrılmıştı. Nişanlı bir çift düğünlerini yapıp dünya evine giremeden yollara düşmüştü. Bir futbol takımı tam kümeden çıkacakken bomba sesleriyle tarumar olmuştu. Yeni bir ev alan aile o evde bir gece bile kalamadan kendilerini kamplarda bulmuştu. Bir öğretmen, tam okuma-yazmaya başlamak üzere olan bütün öğrencilerini kaybetmişti. Bir kanser hastası, tedavi olduğu doktorunu kaybetmişti. Bir terzi siparişini aldığı elbiseyi teslim edemeden şehrini terk etmişti. Hiçbir şey olmasa bile milyonlarcası yurtlarından ayrılıp bir hasret girdabına sürüklenmişti. Elbette milyonlarca yarım kalan hikâye ve bir o kadar da sona ermiş hikâye gelmişti şehirlerimize. Belki de tarihimizin en dramatik göç dalgasını yaşadığımız bu dönemde kültür sanat alanında çok iyi bir sınav verilemedi.
Suriye krizinin en başından bugüne kadar ülkemiz hakkında uluslararası arenada yapılmayan kara propaganda kalmadı. Medya, diplomatlar ve politikacılar aleyhteki propagandalara karşı mukabele ederken kültür sanat camiası, bu süreçte birkaç istisna hariç edilgen bir destekle yetindi. Belki bu durumun sebeplerinin ayrıca ve etraflıca irdelenmesi gerekir. Ancak şu bir gerçek ki camiamız uluslararası mücadele yöntemlerinden ve dinamiklerinden en önemli alanın kültür sanat olduğunun henüz farkında değil. Farkındaysa hazır değil, hazırsa donanımlı değil, donanımlıysa da yeterince cesur değil. Belli ki bu konuda mazimizden ve Kerküklülerden öğreneceğimiz çok şey var. Saddam Hüseyin Kerkük Kalesi'ni yıkıp erkek çocukları zorla sürgün edince o meş'um hadiseyi tarihe silinmemek üzere kaydeden meşhur Kerkük türküsü yakılmıştı:
Yıktılar kal'amızı / Sürdüler balamızı / Daha can boğazdayken / Çektiler selamızı
Elinde yad elinde / Öt bülbül yad elinde / Bir diyar mezar olsun / Kalmasın yad elinde
Kendi coğrafyamız veya gönül coğrafyamızdan bu tür örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Azerbaycan'da "Laleler" parçası, Anadolu'da "Kırmızı gül demet demet" parçası tarihte yaşanan hadiseleri bir esere dönüştürebilme yeteneğimizin en şık örnekleridir. Kültürel birikimimizin bu konuda yetersiz olduğu söylenemez; ancak uluslararası arenada ülkemizin mücadele enstrümanı olabilecek nitelikte bir yapım veya bir etkinlik tasarımı ortaya koyma noktasında yetersizliğimiz aşikardır.
Hollywood'un en yüksek bütçeli filmlerinden biri olan Pearl Harbor bu perspektiften ele alındığında anlatmak istediğimiz konuya güzel bir örnektir. Filmi izleyip de Japonların yaptıklarına karşı Amerika'nın tepkisini haklı bulmayan çok az izleyici vardır. Film teknik ve tarihi hatalar nedeniyle eleştirmenlerin gündemi olsa da filmin seyircide "Japonlar atom bombasını hak etti." izlenimini oluşturduğuna dair tek kelime edilmemiştir. 140 milyon dolar bütçeyle yapılan film 450 milyon dolar hasılat yapmıştır. Bu, uluslararası arenada filmin arka planda işlediği tezin ve kazandırmak istediği izlenimin kabul gördüğüne işaret etmektedir.
Suriye, son on beş yılda yaşadığı krizin ardından Türkiye için etki alanı olan bir ülke olmaktan çıkmıştır. Sığınmacı kabulümüzden sonra insanımızla bütünleşmiş bir Suriye, artık Türkiye ile birlikte bütün Orta Doğu'yu etkileyecek bir seviye kazanmıştır. Şimdi devrimin yepyeni bir safhası başlamaktadır. Türk insanına entegre milyonlarca Suriyeli yeni dönemi inşa edecek. Devrim öncesi edilgen kalan kültür sanat dünyamızın dinamiklerinin bu dönemi de edilgen geçirmesi düşünülemez.
Orta Doğu toplumları ilhamını artık Anadolu'dan alabilecek bir saha gerçekliğine, imkâna ve fırsata kavuştu. Etki alanlarındaki ülkelere, egemen güçlerin kurtarıcı beyaz adam kompleksiyle yaptığı çalışmaların yakın coğrafyamızda yeniden güçlü bir ilham kaynağı olmasının önüne geçilmeli. Beyaz adam kalıcı olarak evine dönecekse öncelikle at koşturduğu kültür ve sanat alanından sökülüp atılmalı.
Kültür sanat alanı özellikle Suriye konusunda yeniden kendi seyrine bırakılmamalıdır. Bu sorumluluğu devletten ziyade sivil inisiyatif bir araya gelerek yol haritası çıkarıp bir an evvel üstlenmelidir. Zira rotası çizilip hareket alanı resmi makamlarca belirlenen hatta dayatmacı diyebileceğimiz bir kültür ve sanat ürününün ne kadar profesyonel olsa da etkileyicilik konusunda zayıf kalacağı bir vakıadır.
Suriye'deki devrime karşı var olan katı önyargılar, Türkiye'nin en başından beri aldığı tavra karşı bitip tükenmeyen ithamlar, yıllardır önümüze ısrarla ve farklı yöntemlerle sürülen yabancı düşmanlığı, Orta Doğu'da hala özgürlüğünü kazanamamış toplumlar... Ve daha sayabileceğimiz onlarca sorunun üstesinden gelebilmek; doğrunun, gerçeğin ve insanlığın ihyası, ifası ve ifşası için medya ve diplomatların çabasını yalnız bırakmak yakın coğrafyamızın ilham kaynağını yeniden beyaz adama terk etmek demektir. Hülasa, empoze kurtarıcı beyaz adam, Suriye topraklarında gerçek kurtarıcı adam tarafından büyük bir yenilgiye uğratıldı. Onun yeniden dirilmesine sebep olacak atmosferin oluşmasına mani olmak kültür sanat camiasının inisiyatifindedir.