Batı’nın kursağında kalan heves: Katalonya referandumu

Hasan Hüseyin Öz / Araştırmacı-Yazar
7.10.2017

Avrupa Birliği, zaten tam anlamıyla birliğe entegre olmamış İngiltere’nin ayrılışından daha büyük siyasal bir krizle yüz yüze. Bu krizin birincisi ırkçılık ise ikincisi etnik ayrılıkçılıktır. Katalonya bunun görünen yüzü. Birinci Dünya Savaşı sonrası Wilson tarafından ortaya atılan ve birçok itirazlara neden olan “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, ekonomik kriz yaşayan Avrupa’nın üzerinde bir hayalet gibi dolaşıyor.


Batı’nın kursağında kalan heves: Katalonya referandumu
Dikkat ettiniz mi; Amerika’nın eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger, 94 yaşında olmasına aldırış etmeden televizyon televizyon dolaşarak “Küllerin içinden yeni bir dünya düzeni ve yeni bir toplum yaratmamız şart! Yeni dünya düzeninde tek bir ülke olacak ve küresel hükümeti kuracaktır!” tezini anlatıyor. Malum, Amerikan derin devletinin en karanlık yüzlerinden biridir Kissenger. Onda kavramlar tersyüz edilmiştir; Mesela “düzen” kelimesini kullandığında bilin ki “kaos ve karmaşayı” kastetmiştir. Yani o, bir yıkım mühendisidir: Devletleri ve toplumları toza dönüştürerek, kapitalizm için kullanışlı bir dünya yaratmak onun en büyük idealidir. “Küresel hükümet” tezi tam da buraya dayanmaktadır. 
 
Kissenger’ın temel tezlerinden biri “Vestfalya’dan bu yana haritalar her yüzyılda bir değişir” tezidir. İlk bakışta bu tez, tarihsel bir gözlem, kendiliğinden gerçekleşen bir durum gibi algılanabilir. Kapitalist krizler teorisine bakacak olursanız bunun hiç de tarafsız bir gözlem olmadığı görülür. Zira ideal manada “yaratıcı yıkım” teorisinin bir ürünüdür bu tez. Kapitalizmin krizler üzerine yükselen bir sistem olduğunu düşünecek olursanız ne dediğimiz daha net anlaşılacaktır. Uzatmadan konumuza dönelim; Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp İkinci Dünya Savaşı’nda hitama eren bir sürecin, bir mühendisliğin oluşturduğu düzen sona ermek üzeredir. Bir de burada İsmet Özel’den alıntılayarak söyleyecek olursak, “ne dünya sistemi olmadan kapitalizm olabilir, ne de kapitalizmin uygulama alanı bulamadığı bir ortamda dünya sistemi işleyebilir.” Temel mesele budur. Henry Kissenger ve benzerlerinin paniği buradan kaynaklanıyor. Yaratıcı yıkım teorilerinin temelinde de kapitalizmin bu zaafı var. 
 
Naçizane benim tezim ise bugünkü kriz, dünya sistemi krizinin ötesinde bir anlam taşıyor. Yani, Vestfalya ile paradigma haline getirilen, pratik anlamda 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da başlayıp daha sonra da dünyanın dört bir yanına yayılan ve Batı’yı, dolayısıyla tekelci sermayeyi koruyan “uluslararası hukuk sistemi” –ki “kendi kaderini tayin hakkı” bunun eklentilerinden biridir- işlerliğini yitirmiştir. Meselesinin, asıl gelmek istediğimiz nokta olan Katalonya Referandumu ile alakası ise şudur: Ben, meselenin tam da merkezinde Henry Kissenger ve arkadaşlarının savunduğu fikir olduğunu düşünüyorum. Nasıl mı? Asıl konuya geçelim o halde. 
 
Batı’nın Katalonya şoku
 
Kimilerine göre etnik ve dini ayrışmaların çağına girdik. Özellikle Kuzey Irak ve Katalonya referandumları, bu sürecin en önemli görüngülerinden. Her ne kadar birincisi bölgemizde gerçekleştirilen tasarım çerçevesinde beklenirken, ancak “erken bir gelişme” olarak yorumlanırken, ikincisi ise zaten yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla uğraşan Avrupa’nın birliği açısından “şok” bağlamında ele alındı. Hatta öyle ki, AB’nin taşıyıcısı rolündeki Almanya’dan, İspanyol polisinin uyguladığı şiddete karşı yarım ağızla bir kınamayla birlikte “Ayrılıkçılık hiçbir sorunu çözmez” açıklaması geldi. Ne var ki, kimileri de şimdiden Katalonya’nın en büyük endüstrilerinden biri diyebileceğimiz Barcelona futbol takımının hangi ligde oynaması gerektiği tartışmalarında da görülebileceği gibi, Avrupa içinde birlik fikrinin o kadar da kabul gören bir gerçeklik olmadığı ortada. 
 
Futbol deyip geçmeyin. Futbol bir endüstri, gösteriyi esas alan modern tüketim toplumunun en büyük göstergelerinden biri. Neymar’ı PSG’ye 222 milyon dolara satan bir Barcelona’dan bahsediyoruz. Demem o ki, futbol endüstrisi Avrupa’nın en önemli ekonomik kalemlerinden biri. Daha sonra açacağız, Avrupa Birliği’nin tarihinin en önemli ayağını ordoliberalizm çerçevesinde “ekonomik entegrasyon” oluşturuyordu. 90 bin sayfaya ulaşan Avrupa Birliği mevzuatının büyük kısmını da hukukla birlikte ekonomi oluşturuyor. Dolayısıyla zaten üretim ve büyüme sıkıntısı yaşayan, enflasyonu bir seviyenin altına düşürmemek için vatandaşlarına havadan para pompalayarak tüketimi de artıran Avrupa’da ekonomik ilişkilerde önemli bir paya sahip futbol, sadece futboldan ibaret değil.
 
Evet; futbol sadece futbol değildir, bir kılıftır. Buradan yol alarak, başka kılıflara geçebiliriz. Avrupa’da hukuk bir kılıftır. Avrupa Birliği, bana göre zaten tam anlamıyla birliğe entegre olmamış İngiltere’nin ayrılışından daha büyük siyasal bir krizle yüz yüze. Bu krizin birincisi ırkçılık ise, ikincisi etnik ayrılıkçılıktır. Katalonya ise bunun görünen yüzü. Birinci Dünya Savaşı sonrası Wilson tarafından ortaya atılan ve birçok itirazlara neden olan “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, yukarıda belirttiğimiz gibi ekonomik kriz yaşayan Avrupa’nın da üzerinde bir hayalet gibi dolaşıyor. Kim ne derse desin, bana göre hukuk kavramıyla kılıflanan birlik projesi iflasın eşiğinde. Hem de ırkçılık ve etnisite düzleminde. 
 
‘Avrupa halleder’
 
AB, kimilerince kızıl elma mesabesinde olduğu için bu gerçek bizde pek bilinmez. Ama Avrupa’da bağımsızlık yanlısı birçok etnik yapı var. İspanya ve İngiltere’nin adı çıkmış. Belçika, İtalya ve Fransa bu noktada listenin devamını teşkil ediyor. Orta Avrupa ve özellikle Balkanlardaki yapılar listenin uzayıp gitmesine sebep oluyor.
 
Refah sistemi bu haritanın görülmesini engelliyor. Fakat bugün yaşanan ekonomik kriz, başka bölgelerde yaşanan çatışmalardan dolayı yaşanan göç dalgası, ilk başta ırkçılığı yükseltirken, bunun doğal sonucu olarak da ayrılıkçı hareketleri de güçlendirecektir. 
 
Özellikle Batı Avrupa ülkelerinde kavga genellikle refah üzerinden çıkmaktadır. Artık bölgeler arası refah paylaşımında büyük sorunlar yaşanırken, İspanya özelinden söyleyecek olursak, en fazla kamu borcu olan Katalanlar, kişi başına 27 bin avro olan milli gelirlerinden de kimseye pay vermek istemiyorlar. Tabii bu tek gerçek değil. Buradaki asıl nokta, etnik yapıların harekete geçmesidir. Avrupa eğer ekonomik büyümesini artıramazsa ve şimdilik görece bir dengeye sahip refahını koruyamazsa –ki bana göre orta vadede bu çok zor görünüyor- mevzuat kılıflarıyla çerçevelenmiş birlik hukuku, harekete geçmiş fay hatları karşısında çaresiz kalacaktır. 
 
Yukarıda yazdım, Kuzey Irak Referandumu için genel yorum “erken olduğu” yönünde. Katalonya ile birlikte bu yorum yerini “kırmızı alarma” bıraktı. Müesses nizam, bir noktada “kendi kaderini tayin hakkı” silahıyla kaşıdığı ve kendi bölgesinin dışında tuttuğu stratejinin kendisi için bir intihar aparatı olduğunu gördü. 
Temel mesele şu; Katalonya meselesi, “Avrupa halleder” denilerek geçiştirilecek bir mesele değildir. “Kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, “demokrasi beşiği Avrupa’da” işlerlik kazandı çünkü. Wilson da İngiltere’nin egemenliği altındaki İrlanda’nın durumu sorulduğunda “Onlar demokratik bir ülkede yaşıyorlar ve meselelerini demokratik yollarla halledebilirler” dememiş miydi? Demokratik İspanya’da yaşayan Katalanlar da meselelerini her ne kadar polis şiddetine maruz kalsalar da demokratik bir yolla hallettiler. Şaka bir yana, müesses nizamın önemli merkezlerinden birinde gerçekleşen ayrılık hareketinin sonuçları elbette çok önemli gelişmelerin kapısını aralayacaktır. 
 
Onun için Avrupa ülkelerinde panik havası hâkim. Özellikle, terör örgütlerini dahi “özgürlük kahramanı” afişiyle sunan,  Türkiye’nin terörle mücadelesine karşı “insan hakları” silahını(!) kullanan bu ülkeler, Katalonya Referandumu hakkında ikircikli tutum içine girerken, bir taraftan da bu olayı gizleme telaşına düştüler. Çünkü mesele zannedildiğinden de büyük. 
 
Selfdeterminasyon, öyle mi?
 
Bütün bu meselelerden sonra hegemonik sistem açısından bütün bu olup bitenlerin ne anlama geldiği üzerinde birkaç cümle kurup, ufuk cümle olarak gördüğüm bir alıntıyla da yazımızı bitirelim. 
 
Kendi kaderini tayin hakkı yani self determinasyon, Birinci Dünya Savaşı’nda başlayıp İkinci Dünya Savaşı ile tamamlanan hegemonik geçiş sürecinin en önemli ilkelerinden biriydi. Diğeri ise Milletler Cemiyeti’nin kurulması ilkesiydi. Birinci ilke, hegemonik güce yeni haritalar çizme izni verirken, ikincisi ise bir noktada kendi emperyal vizyonunu meşrulaştıracak uluslararası hukuk sistemi oluşturma imkânı sağlıyordu.
 
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın sözde Demirperde ülkelerine karşı birleştirilme projesi, ordoliberalizm merkezli ekonomik entegrasyonu, yine ekonomik entegrasyonu sağlayacak hukuk normunun geliştirilmesi vs. hep bu hegemonik güç tarafından kurgulanmıştıı. Tabii bu noktaya gelmişken hemen belirtiverelim; Almanya’nın kontrol altında tutulması meselesi de hegemonik gücün kurguları arasındaydı. 
 
Yani; hegemonik güç birçok etnik yapıya rağmen Batı Avrupa için entegrasyon projesi öngörmüştür. Her ne kadar kendi kaderini tayin hakkı Birinci Dünya Savaşı çerçevesinde ele alınması gereken bir konu gibi görünse de, Batı dışı toplumlarda her dönem uygulanan bir ilke olmuştur. Kimileri bunun sebebinin refahın sağladığı entegrasyon olduğunu söylese de, bu yorumlar genel itibariyle suya sabuna dokunmayanlar tarafından yapılmıştır. Bizce asıl mesele ise bu projenin sömürge projesi olmasıdır. Hem emperyalizme karşı olduklarını söyleyen, hem de “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi çerçevesinde Katalonya Referandumu’ndan hız alan entegristlerin –hadi daha açık ifadeyle söyleyelim etnikçilerin- gizledikleri asıl mesele de budur. Diğer bir gizledikleri konu da Kuzey Irak’taki oylamanın uluslararası hukuk açısından, Irak Anayasası oylamasına katıldıkları için zaten bir irade beyan etmişlerdir. 
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu noktada “kaotik bir dönem” kodlamasıyla yaptığı uyarı çok önemli. Zira bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Yeni denge arayışları, yeni ve fakat geçici bloklaşmaların yaşandığı bir zeminde Kuzey Irak referandumuyla ilgili Cumhurbaşkanı’nın yaptığı “Kadim devletlerin dahi varlıklarını korumakta zorlandıkları kaotik bir dönemde bölgesel bir yapının bağımsızlık iddiası başka güçlerin oyuncağı olmaktan başka bir anlam taşımayacaktır” tespiti herkesin kulağına küpe olmalı.
 
@OZhasanh