Batı’nın yeni stratejisi: İslâm dünyasını Endülüsleştirmek

Belkıs İbrahimhakkıoğlu / Edebiyatçı-yazar
18.05.2018

İsrail’in asıl korkusu İran’dan ziyade güçlü ve boyun eğdirilemez bir Türkiye’dir. Asıl hedefleri Türkiye’yi bölüp İsrail’in ekmeğine yağ sürmek olan Suriye ve Irak’taki terör örgütlerine ABD’nin yaptığı o akıl almaz silah ve mühimmat yardımının başka bir izahı var mıdır?


Batı’nın yeni stratejisi: İslâm dünyasını Endülüsleştirmek

Fransa’nın ünlü filozofu Jean-Paul Sartre, 1953 yılında Libération gazetesine “Hasta Hayvanlar ve Kuduz” başlıklı bir makale yazar. Amerika Birleşik Devletleri hakkında daha o zaman teşhisini koymuştur ve o teşhis o günden bugüne hiç değişmemiştir. Şöyle diyordu Sartre: “Dikkat! Amerika kudurmuştur! Bizi Amerika’ya bağlayan bütün bağları derhal koparmalıyız! Yoksa, biz de ısırılacak ve biz de kuduracağız!”

ABD Başkanı’nın yapıp ettiklerine ve son açıklamalarına bakarsak gerçekten de ABD’nin tâ o zaman kudurmuş olduğunu ve o kudurganlığın günümüzde zirve yaptığını görürüz. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden kabadayılıkla resmen haraç almıyor mu? Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, Suudi Arabistan’ı Ortadoğu’nun baş belası İsrail ile kol kola, omuz omuza yürüyecek bir hale getirmesi, Meksika sınırına duvar örmesi, o kudurganlığının dışa vuruşundan başka nedir?

“Amerika kudurmuştur!” diyen Jean-Paul Sartre, Amerika’nın hastalığına teşhisi koyarken, kendisiyle fikir tartışmaları yapmış olan Roger Garaudy de ABD’nin bu kudurganlığının sebep ve kökenini gözler önüne serer.  Amerikan Efsanesi kitabında ABD’nin vampir gibi diğer milletlerin kanıyla beslendiğini açıklar. Ayrıca eserin “ABD İsrail’in Sömürgesidir!” başlıklı bölümünde Amerika’nın İsrail’in gerçek anlamda bir kuklası olduğunu apaçık ortaya koyar.

Bizden niçin rahatsızlar?

Roger Garaudy, Çöküşün Öncüsü ABD kitabında da Amerikalı üst düzey bir yetkilinin ağzından şu düşündürücü ifadeyi aktarır: “Bölge ülkelerinin aşırı güçlenmesine fırsat vermemeliyiz. Bölge ülkelerinin erişebilecekleri silahların hızlı teknolojik gelişimine dikkat etmeliyiz. Bütün dünyanın ekonomik pazarlarına ve sanayi ihtiyaçlarımızı desteklemek için gerekli kaynaklara engelsiz girebilmemiz için her türlü tedbiri önceden almamamız kaçınılmazdır!”

ABD’nin ülkemize karşı son yıllarda takındığı hasmane tavrın altında yatan bir gerçek bu; diğer gerçek de, İsrail’in çevresinde güçlü ülkelerin bulunmaması stratejisidir. Çünkü İsrail’in güvenliği, ABD’nin en öncelikli ve olmazsa olmaz şartıdır. Türkiye’nin çok güçlü bir ülke olması İsrail’i çok rahatsız eder, İsrail’i rahatsız edense ABD’yi çok daha fazla rahatsız eder.

Bırakın Türkiye’nin güçlü ülke olmasını, güçsüz de olsa bölünmemiş bir ülke olarak ayakta kalması da İsrail’i rahatsız eder. Bunu nereden biliyoruz? Roger Garaudy’nin İsrail Sorunu adlı kitabında yer verdiği İsrailli bir devlet ileri geleninin şu sözünden: “İsrail’in güvenliği, Çanakkale Boğazı’ndan başlar!”

Bunun anlamı nedir? İsrail’in Filistinlilere zulmetmesine dur diyecek, sesi çıkan bir Türkiye’nin olmaması lazım!

Şu gerçeği hangi partiden olursa olsun, vatanını hakikaten seven bütün siyasetçilerimizin mutlaka bilmesi ve aklından hiçbir zaman çıkarmaması gerekir: İsrail’in asıl korkusu İran’dan ziyade güçlü ve boyun eğdirilemez bir Türkiye’dir!

Asıl hedefleri Türkiye’yi bölüp İsrail’in ekmeğine yağ sürmek olan Suriye ve Irak’taki terör örgütlerine ABD’nin yaptığı o akıl almaz silah ve mühimmat yardımının başka bir izahı var mıdır?

15 Temmuz denemesini başaramayan ABD, bize karşı şimdi çok sinsice bu tezgâhı kuruyor. Aslında pek sinsice de değil, alenen ve göz göre göre yapıyor! Bunu görüp anlamamak için kör olmak gerek!

Unutmayalım ki tarih körlüğü, idraksizliği, basiretsizliği ve geleceği öngörüp ona göre hazırlık yapmamayı asla affetmez! Bilelim ki bu Anadolu toprağı ileriyi göremeyen nice milletlere ve medeniyetlere mezar olmuştur! Şöyle tarih bilgimizi bir hatırlamak, bu topraklarda yaşayan eski kavimleri bir düşünmek yeter de artar bile!  Cemal Aydın tarafından tercüme edilen Güvercin Gerdanlığı/Kurtuba’ya Ağıt kitabının son bölümü olan “Kurtuba’ya Ağıt” kısmını okurken, dünün Endülüs’üne yapılanların bugün de İslâm dünyasına aynen tekrarlandığını gördüm. Tarihin o dönemine hayali bir seyahat yaptım ve çok hüzünlendim. Aynı şeylerin günümüzde tekrarlandığını görmekse beni yürekten yaraladı, içim burkuldu, kahroldum.

Kültür çölleşmesi 

“Endülüs’ü Kaybettik, Ağıtlar Yaktık” başlığıyla verilen ek bölümde Cemal Aydın’ın Endülüs’le ilgili değerlendirmelerinden birazını sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Bölünüp parçalanmış ülkeler, kendini savunamayacak devletçikler, çok daha acısı birbiriyle çatışma ve savaş hâlindeki günümüz İslâm dünyası neyse İbn Hazm’ın yaşadığı İspanya’daki durum da aynen öyleydi. Endülüs dediğimiz İspanya’daki o devletçikler de, tıpkı bugün olduğu gibi, bir yandan birbirinin gözünü oymaya çalışırken, diğer yandan her biri diğerine karşı gayrimüslim devletlerle işbirliği yapıyordu. Kendi aralarında ittifak kurmayı değil de, İslâm düşmanı bir devletin müttefiki olmayı yeğliyordu.

Oysa bir zamanların Endülüs dünyaya parmak ısırtan bir medeniyete sahipti. Endülüs üniversitelerinde sadece Müslümanlar değil, Yahudiler ve Hıristiyanlar da okuyordu. Daha sonra Batı’ya ışık tutan bütün tanınmış bilgin ve filozoflar Endülüs’te yetişti. Nitekim Roger Bacon orada okudu, Papa 2. Sylvestre adıyla papalık koltuğuna oturan kişi de eğitimini Endülüs’te aldı. Kısacası Endülüs karanlıklar içerisinde yüzen Avrupa’yı aydınlığa kavuşturdu.

Avrupa bugünkü gelişimini Müslümanlara, en başta da Endülüs Müslümanlarına borçludur.

 İslâm dünyasının dev şahsiyetleri Endülüs’te yetişti. İbn Rüşd, İbn Tufeyl, İbn Meserre, İbn Bâcce, İbn Arabî ve daha niceleri… Ayrıca Yahudi şeriatını yeniden düzenleyen Hz. Musa’dan sonra gelen ikinci Musa olarak bilinen Musa ibn Meymun (Batı dillerindeki adıyla Maïmonides) Endülüs’teki yüksek bilim ve fikir ortamı sayesinde ortaya çıktı.”

Cemal Aydın o muhteşem medeniyetin basiretsiz kimseler tarafından çökertildiğine dikkat çekerek şöyle diyor: “Saydığımız o büyük insanlar ve daha nice fikir ve bilim adamları Endülüs’ten kovuldu. İbn Rüşd’ün, Gazzâlî’nin ve daha nicelerinin kitapları ‘sapkınlıktır’ denilerek yaktırtıldı. İbn Hazm’ın İslâm hukuku ve İslâm anlayışıyla ilgili eserleri de yaktırılanlar arasındaydı. Sonunda o basiretsiz insanların baskısı, bütün bilim ve fikir hareketlerini durdurdu. Kültür yönünden ülke çölleşti, kurak ve kısır bir hâle geldi. Endülüs sanat ve edebiyattan, yeni fikirlerden, yeni buluşlardan yoksun kalan her memleketin düşeceği duruma düştü. Gelişme ve kalkınma dibe vurdu. Sonuçta da düşman istilâlarıyla muhteşem bir medeniyet yerle bir edildi. (Endülüs’ün çöküşü ve orada yetişen büyük insanlar hakkında bilgi edinmek isteyenler, Roger Garaudy’nin Endülüs’te İslâm/Düşüncenin Başkenti Kurtuba kitabına bakabilirler.)”

Bizi bekleyen akıbet

Endülüs’te olup bitenleri yakından incelediğimizde görüyoruz ki o güzelim Endülüs’te Müslümanın Müslümana ettiğini hiç kimse etmedi. Avrupa içlerine kadar genişleyen ve her yanı aydınlatan o muazzam ülke küçük küçük devletçiklere bölündü. Bölünmekle de kalmadı, Müslümanlar karşılarındaki kâfirlikle itham edip “Ben senden daha Müslümanım; hayır, sen sapkınsın, asıl Müslüman benim!” gibi kavgalarla birbirilerini yiyip bitirdiler. Müslümanlar Müslümanların şehirlerini, köylerini yakıp yıktılar. Kardeş kardeşi vurdu. Müslümanlar Müslüman diyarlarını viran etti. Daha sonraki düşman istilâsına da böylece zemin hazırladılar.

Derim ki: Müslümanlar kendilerine gelsinler, İslâm dünyası artık derlenip toparlanıp uyansın, yeni bir diriliş hamlesi başlatılsın! Başlatılsın ki Endülüs’ün akıbetine uğramayalım!

[email protected]