Bayram o bayram ola

Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut / Malatya Turgut Özal Üniversitesi
14.05.2021

Bir dilim tatlının lezzetli ile beş dilim tatlının lezzeti arasında herhangi bir hiyerarşik farklılık yok, tek dilimle yetinebilmeliyiz. Kendimizi durdurmakta zorlanıyor muyuz? O zaman sütlü ve meyveli hafif tatlılarla idare etmeliyiz.


Bayram o bayram ola

Hüzn-ü keder def' ola

Dilde hicâb ref' ola

Cümle günah af ola

Bayram o bayram ola

Alvarlı Efe

Kontrol edilemeyen vaka artışları nedeniyle "tam kapanma" kararının alındığı içinde bulunduğumuz günlerde, pandemi döneminin ikinci Ramazan ayını idrak ederek dost ve akrabalarımızla bir araya gelemeyeceğimiz ikinci Ramazan bayramımıza ulaştık. Her halimize şükürler olsun. Vaka sayıları her geçen gün umut verici ölçüde düşüyor ve bu durum, salgının tedbirler ölçüsünde kaybolacağını açık bir biçimde gösteren en önemli veri olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla hepimiz ne yapmamız, nasıl davranmamız ve hastalığın yayılmasını engelleme noktasında bireysel olarak nasıl bir tutum içerisinde olmamız gerektiğini doğrusu artık çok iyi biliyoruz. Bunu, bir önceki bayramda aramızda olup geçtiğimiz yıl içerisinde koronavirüs nedeniyle vefat ederek bu bayramı göremeyen birçok tanıdığımızın cenazesine katılma fırsatı bile bulamadan kendilerine veda etmek zorunda kaldığımız hüzün verici bir dönemin ardından iyice anladığımız acı bir gerçek.

Son dönemeç

Bayram sonuna kadar sürecek edecek olan zorunlu bütüncül tecrit ve bu süreçte hızla devam eden aşılama çalışmaları ile pandeminin son dönemecine girmek üzere olduğumuz söylenebilir. Elimizdeki bulgular, aşılanmış kesimler arasındaki bulaş ve ağır semptomatik belirtilerin oranındaki belirgin düşüş, yolun sonuna gelinmemiş olsa da normal hayata dönmek için az bir mesafemizin kaldığını gösteriyor. Nitekim dünyanın birçok bölgesinde (Wuhan, Yeni Zelanda, İsrail) normal hayata hemen hemen tamamen dönülmeye başlanmış olması, tarih boyunca birçok felaketi tecrübe eden insanlığın Covid-19'un da üstesinden gelmek üzere olduğuna dair umutlarımızı güçlendiriyor. Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok yerde üretilen aşıların yayılma katsayısı da ivme kazandı ve tedarik sorunları giderek daha hızlı bir biçimde çözülüyor. Bütün bunlara, örneğin ülkemizde yürütülen yerli aşı çalışmalarında tünelin ucundaki ışığın görünmesini de ekleyelim.

Bayram yapmak elimizde

Biz millet olarak bayramları çok severiz. Bayramlarımız bizim için dostlarımızla bir araya gelme, büyük aile sofralarında bir yılın özlemini dindirme, yaşlılarımızı sevindirme, neşelenme ve mutlu olma zamanlarımız değildir yalnızca, aynı zamanda mezarlıklarımızı ziyaret etme, ölülerimizin ardından dua edip kendilerini hayırla yâd etme demlerimizdir. Yoksullarımıza yardım ve hastalarımıza yarenlik etme, çocuklarımızı sevindirme günlerimizdir. Bir süredir bu nimetten mahrum olduğumuz doğru olsa da, zor günlerimizin yakın zamanda sona ereceğinden ve insanlığı kasvete boğan pandemi dönemini dilimizdeki buruk bir tatla anımsayacağımızdan şüphe etmiyoruz. Belki önümüzdeki Kurban Bayramımızda değilse bile bir sonraki Ramazan Bayramımızda yeniden bir araya geleceğiz. Yine mezarlıklarımıza akın edecek, yaşlılarımızı ve hastalarımızı ziyaret ederek dualarını alacak, yoksulları ve çocukları sevindirip bayram sofralarımızı tatlılarla, memleketlerimizin lezzetli yemekleriyle donatacağız. Misafirlerimizle şakalaşacak, dolu dolu şükredeceğiz. Fakat bu güzel günlere bir an önce kavuşabilmek için şu günleri fırsat bilmemiz ve gerçek anlamda iyi değerlendirmemiz lazım. Bazı şeyler elimizde, bizim tasarrufumuzda. Bunu hepimiz biliyoruz.

Pandemi ile mücadelemiz sırasında rehavete kapılmanın, bunalarak olması gerekenden erken davranmanın ve kişisel korunma tedbirlerini gevşetmenin neye mal olabileceğini ülkece gördük maalesef. Vaka, hastalık ve ölüm sayıları hızlı bir biçimde arttı. Aylar boyunca harcadığımız çabanın her an boşa gidebileceğini, umudun avuçlarımızın arasında ufalanıp kaybolabileceğini ve normal hayatımıza dönebilme yönündeki beklentilerimizin birdenbire endişeye dönüşebileceğini acı bir şekilde tecrübe ettik. Bu durum, aynı zamanda bazen önemsememe eğiliminde olduğumuz, "aman canım, ne olacak" dediğimiz en küçük tedbirlerin bile aslında ne kadar önemli olduğunu gösterdi bize. Yine bu kapanma günlerinde sergilediğimiz tutumun sürecin geleceği açısından ne kadar belirleyici olabileceğini de. Bundan dolayı yaşadığımız günlerin, belki de pandemi döneminin en kilit zamanları olduğunu ve bütün yaz mevsimi ile sonrasını etkileyeceğini söyleyebiliriz.

Pandeminin tarihinde kilit noktası olan bu günlerde kendimizi ne kadar yalıtırsak, şu ya da bu sebeple sokağa ne kadar az çıkarsak, örneğin günlük alışverişlerimizi yapmak için gittiğimiz marketlerde ne kadar az vakit geçirirsek, dışarı çıkmak için değil de bir an önce güvenli evlerimize dönmek için ne kadar çok gerekçe üretirsek ve bu süreci ne kadar sade bir şekilde tamamlarsak o kadar başarılı olacağız. Üstelik bu başarının kişisel bir başarı olmadığını da biliyoruz. Attığımız herhangi bir yanlış adım yalnızca bizi etkilemiyor, hepimiz birimizin, birimiz hepimizin eline bakıyoruz. Hepimiz birimize, birimiz hepimize ihtiyaç duyuyoruz. Milletçe aynı bedenin azaları olduğumuzu bu sefer biraz kötü bir şekilde, ama bir kez daha idrak ettik. Elimizdeki bütün imkânları bu büyük mücadelemiz için kullanmalıyız. Ve manevi bir iklimi soluduğumuz Ramazan ayının ardından, bu mübarek ayda kazandığımız alışkanlıklar pandemiye güçlü ve bir daha toparlanamayacağı bir darbe indirmek için harika bir fırsat. Oruç tutup ibadet ettiğimiz, gün boyu aç kalarak irademizi terbiye ettiğimiz Ramazan günlerinde, bizi örneğin susuzluktan dudaklarımız çatlamışken bile elimizi bir bardak suya uzatmaktan alıkoyan irademiz en büyük silahımız. Bunu en verimli şekilde kullanmak aklın, aidiyetin, merhametin ve kardeşliğin temel gereği. Bayram sonrasında vaka sayıları ve bulaş oranı iyice düşüp de çabamızın sonuçlarına mutlulukla şahit olduğumuzda, inanıyorum ki hepimiz kendimizi gerçek birer kahraman gibi hissedeceğiz. İşte o zaman, hiç kimseyle görüşemediğimiz ve ağız tadıyla geçiremediğimiz bayramımız bile bizim için gerçek bir bayram olmuş olacak. Bayramdan çıkıp yeni ve uzun bir bayrama gireceğiz.

Sağlık algısı değişti

Koronavirüs pandemisinin yaydığı tedirginlik sağlık algımızda ve sağlığımızla ilgili endişelerimizde çok belirgin değişim ve dönüşümlere neden olsa da, pandemi döneminde yürüttüğümüz mücadelenin en önemli faslının kendi sağlığımıza dikkat etmek olduğunu iyice anlamış bulunuyoruz. Bu süreçte fiziksel ve ruhsal sağlığımız arasında bir denge oluşturmak öncelikli tedbirimiz olmalı. Yaşamdan kopmamamız, kendimizi ve hayatımızı sevmemiz, gelecek duygusunu yitirmememiz gerekiyor. Öte yandan Ramazan ayındaki gündelik beslenme pratiklerimiz ve vücudumuzun uyum sağladığı yeni yaşam biçimimiz, bayramla başlayan süreçte sağlığımız açısından bir çeşit kriz üretebilme potansiyelini barındırıyor. Bundan dolayı oruç ve oruç sonrası dönem arasındaki geçişi olabildiğince yumuşak şekilde gerçekleştirmeyi önemsemeliyiz.

Ramazan ayında metabolizmamızda doğal olarak oluşan yavaşlama, vücudumuzda değişen sıvı dengesi ile dolaşım ve boşaltım sistemlerimizin yeni alışkanlıkları, özellikle de korkunç bir virüsle mücadele ettiğimiz böyle bir dönemde, bayramda son derece dikkatli olmamızı gerektiriyor. Vücudumuz, geçtiğimiz bir ayda açlık ve susuzluğa karşı direnç geliştirdi. Bu direnç dolayısıyla bedenimizi metabolizmamızın taşıyamayacağı kadar ağır bir yükle karşı karşıya getirmemeli, onunla doğru bir işbirliği gerçekleştirmeliyiz. Nasıl ki yeni doğan bir bebeğin ağzına çiğneyemeyeceği ve yutamayacağı lokmaları tıkmadan onun durumuna uygun bir besleme rejimini uyguluyorsak, benzer şekilde bedenimize de özenli davranmalıyız. Onu, bizi virüsten koruyacak olanın da o olduğu bilinciyle korumalıyız.

İradenizi kullanın

Metabolizmamızın bir ay gibi görece uzun bir sürede oturttuğu yeni işleyiş biçimini, birkaç günlük bayram süresinde adeta yoğun bir saldırıya tabi tutup ona zarar vererek tahrip etmenin olumsuz geri dönüşleri bizi üzebilir. Tek amacı bizi korumak olduğu için kendisini yeniden yapılandıran fiziksel sistemimizi yağ ve şeker oranı yüksek tatlı, çikolata, şekerleme ya da baştan çıkarıcı hamur işleriyle zor bir savaşa sürmek bize yalnızca fazla kilo değil, aynı zamanda sindirim sorunları, tansiyon, şeker ve reflü gibi birçok sağlık sorunu olarak da dönecektir. Dolayısıyla da Ramazan ayında neler yapabileceğini göstermiş olan irademizi kullanarak bayram sürecini öğünlerimizi organize etmek, hafif yiyecekleri her zaman öncelikli tutmak, öğün atlamadan ve su içmeyi de ihmal etmeden yavaş, az beslenmekle geçirmeliyiz. Abur cuburdan uzak durmalı, sebze ve meyveyi soframızdan eksik etmemeli, en önemlisi de bayramın adeta bir simgesi olan tatlıları çok az tüketmeliyiz. Bir dilim tatlının lezzetli ile beş dilim tatlının lezzeti arasında herhangi bir hiyerarşik farklılık yok, tek dilimle yetinebilmeliyiz. Kendimizi durdurmakta zorlanıyor muyuz? O zaman sütlü ve meyveli hafif tatlılarla idare etmeliyiz.

Ne koyarsan çanağına...

Rahmetli bir büyüğüm (mekânı cennet olsun) şöyle derdi her zaman: "Ne koyarsan çanağına, o gelir kaşığına." Bu kritik dönemde atacağımız her adımın, olumlu ya da olumsuz olarak mutlaka karşımıza çıkacağını aklımızdan çıkarmamalı, en küçüğü de dâhil olmak üzere hiçbir tedbirin önemsiz olmadığını unutmamalı, yarınımızı bugünümüzün belirleyeceğini sabit bir fikir gibi zihnimizde tutmalıyız. Bayramımız bayram olsun efendim!

[email protected]