Bedenin ontolojik statüsü

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
5.08.2017

Hüseyin Çil, son 30 yılda yazılmış 10 İslami romanda ‘beden ve kimlik’ söylemlerini analiz ettiği doktora çalışmasının kitaplaşmış hali olan ‘Bedeni Kurgulamak’ta İslamcılık literatürünü beden sosyolojisi ve edebiyat sosyolojisinin tazeleyici bakış açısıyla yorumluyor.


Bedenin ontolojik statüsü

Türkiye’de son 30-40 yıldır sosyal, siyasal ve entelektüel hayatta sürekli tartışılan konuların başında gelir İslamcılık ve İslami kimliğin yine sosyal, siyasal ve ekonomik değişim ve dönüşümlerle ne tür bir değişim gösterdiği. İslamcılık ve İslami kimlik hakkında bu yıllar boyunca yürütülen tartışmaların yüklü bir külliyat oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Bazen İslamcılığın görünmezleşip öldüğü, bazen ılımlı bir muhalefet yürüttüğü sistemle bütünleştiği, bazen de İslamcılık ve İslami kimlik olarak adlandırılagelen oluşumların heterojenleşip sekülerleştiği şeklinde dile getirilen birçok anlatı da bu külliyatın önemli bir parçasıdır.

İslamcılığa yönelik sekülerleşme anlatılarıyla el ele gelişen değişim-dönüşüm anlatısının bedeni sözkonusu ettiğinde daha da yoğunlaştığını kaydeden Hüseyin Çil, son 30 yılda yazılmış 10 İslami romanda ‘beden ve kimlik’ söylemlerini analiz ettiği doktora çalışmasının kitaplaşmış hali olan Bedeni Kurgulamak’ta hem İslamcılık üstüne oluşan bu literatürü beden sosyolojisi ve edebiyat sosyolojisinin tazeleyici bakış açısıyla yorumluyor hem de söz konusu anlatıların neredeyse zihinle birer sabite haline dönüştürülmüş bazı kabullerini tartışmaya açıyor.

Bedensizleştirilmiş özne

Beden sosyolojisi disiplininin her şeyden önce klasik sosyologları ve sosyolojinin klasik kavramlarını yeni baştan, eleştirel bir gözle okumaya imkan tanıdığını söylemeli. Klasik özne, bilinç, sosyal eylem, sosyal yapı vb. kavramları eyleyen ‘beden’ler olmaksızın ele almanın güçleştiği, hatta klasik sosyoloji kuramlarının genelde ‘bedensizleştirilmiş’ özne tasavvurlarından yola çıkarak ifade edildiği göz önüne alınırsa sosyolojideki Kartezyen ayrımları ve sosyal inşacı tutumları elimine etmenin en uygun yolu olarak özneyi bedenden bedeni özneden ayrı bir tasarımmış gibi ele almanın yanlışlığını vurgulamak gerekiyor. Bu aynı zamanda bedenin ontolojik statüsünü öne sürmenin başka bir çeşidi.

İslamcılığı eleştiren birçok bakışın son 30-40 yıldaki sürece ilişkin olarak bize anlattıkları hikayede olup biten şudur: İslami kimliğin bugüne uzak bir tarihsel dönemde sonradan eklemleneceği bir ‘öteki’yle (‘sistem’le) arasında bir ‘mesafe’ vardır. Bu mesafe süreç içerisinde siyasal-ekonomik alanların ihtiyaç ve baskıları ile İslamcılığın ‘dünya nimetleri’yle tanışmasının sağladığı şevkle daralmış, handiyse İslamcılık sistemle kaynaşmıştır. Eleştiri sahiplerinin iddialarına göre İslamcılar dünya nimetlerinden yararlanmalarının bedeli olarak dinleriyle aralarındaki bağı zayıflatmışlardır. İslamcılığa dönük sekülerleşme anlatılarının özünde ileri sürdükleri bu hikayenin çeşitli versiyonlarıdır.

Oysa aynı süreci doğrudan Müslüman öznelerin ele alma şekilleri bu ‘mesafe’ anlatısına tamamen terstir. Özellikle 1980’li yıllarda ağırlıklı söylem mevcut koşullar altında dini yaşama iradesinin öne çıkarılması, ‘halin içinde yaşanacak bir din tasavvuru’nun sahiplenilmesidir. Siyasal alana, ekonomik alana bu irade ve tasavvur çerçevesinde dahil olur. Ki bu tutumun sonraki dönemlerde yaygınlaşacak ‘değişme’, ‘dönüşme’, ‘bozulma’ vb. eleştirileri göğüsleme noktasında İslamcılara önemli avantajlar sağladığı da müşahede edilebilir.

Bedeni İslami kimliğin kurulduğu en önde gelen nokta olarak işaret eden Hüseyin Çil, “İslami kimliğe ilişkin süreç içerisindeki dönüşümleri görebileceğimiz  en pratik ve işlevsel alanlardan birisi” olarak bedenlere ilişkin olanı öne çıkarıyor. Çalışmasında İslami hareketin yeniden yeşerdiği 1970’lerden 2000’li yıllara gelen ve İslamcıların siyasal-toplumsal hayatı dönüştürmeye talip oldukları süreçte İslami kimliğin sekülerleşip sekülerleşmediğine ilişkin bir sorgulamayı yürüten Çil, bu sorgulamasını da neo-liberal ekonomiye entegrasyon ya da verili düzene uyma vb. anlatılardan çok İslami kimliğin daha doğrudan tezahürleri addedilebilecek bedensel görünüm ve pratiklerin mikro deneyimleri zemininde sürdürüyor.

[email protected]

Bedeni Kurgulamak-İslami Romanlarda Beden ve Kimlik Hüseyin Çil Çizgi, 2017

1281’den 1913’e Anadolu’yu paylaşma planları

Romanyalı diplomat Trandafir G. Djuvara, 1281 yılından 1913’e dek paylaşılmasına ilişkin Batılı-Hıristiyan güçlerin hazırladığı projeleri bir araya getiriyor ilginç kitabında. Kitap ayrıca 1570 yılından 1913 yılına kadarki gelişmeleri, yapılan ya da yapılmak istenen değişiklikleri gösteren haritaları da içeriyor. I. François, XIV. Louis, Koca Petro, Büyük Katarina, II. Josef, Napolyon, Aleksandr gibi devlet adamlarından Erasmus, Leibniz, Volney gibi filozof ya da bilim adamlarına kadar birbirinden faklı bütün bu taslakları içeren kitabın Balkan Savaşları esnasında, yani Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan, dolayısıyla Avrupa’dan sökülüp atılmasına ramak kala yazıldığını da unutmamalı.

Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje, T. Djuvara, İş Bankası

Hakikat kaygısı hayatın gözeneklerine sızmalı

Emmanuel Levinas üzerine yaptığı doyurucu çalışmalarla tanıdığımız Özkan Gözel, ‘hakikat kaygısı’ güderek yazdığı yazıları bir araya getirdiği kitabında gündelik hayattan, gündelik hayatın detaylarından yola çıkarak bu kaygıyı açımlıyor. Hayatın hep ‘gündelik’ olduğunu unutmaksızın hakikat kaygısının hayatımızın gözeneklerine sızdığı kanalları açmak gerekiyor. Varlık, zaman, etik, kendilik, ötekilik, ölüm, ideoloji, teknoloji, sanat, dil, iletişim gibi hakikatle/hakikatsizlikle esastan bağlantılı birçok meseleyi bir yandan onların somutlukları ve gündelik anlamları itibarıyla incelemeye çalışırken, diğer yandan onları, ima ettikleri felsefî-metafizik arkaplanı bilhassa hesaba katan bir tarzda ele alıyor.

Öznenin Hakikat Kaygısı Özkan Gözel, İz, 2017