Bediüzzaman Said-i Kürdi

Vahdettin İnce/Yazar
1.03.2014

Önce Said-i Kürdi Kürtlükten çıkarıldı. Sonra da bizzat hareketin kamuya açık literatüründen... Operasyon tamamlanmıştı. Bugünlerde Medrese-i Yusufiyelerden gelen kibrit kutularına yazılmış iman hakikatleri yerine e-postalardan tapeleri alıyor oluşumuz başka ne ile izah edilebilir?


Bediüzzaman Said-i Kürdi

Kim ne derse desin sosyal, siyasal ve dini hayatımız üzerinde iki Said’in ve bir Seyyid’in büyük etkisi var; Şeyh Said, Said-ı Kürdi ve Seyyid Rıza. Her üçünün de Kürt ve gerçek sosyal tabanlara hitap eden güçlü dindar figürler olduklarını bir kenara not edin, daha başka ortak özelliklerinin yanında. Mesela mezar yerlerinin bilinmemesi. Çünkü yazının akışı içerisinde de görüleceği üzere aynı merkezden planlanmış operasyonlara tabi tutulduklarının sırrı bu ortak özelliklerinde gizlidir.

Bu kişilerin bugünlerimizi de etkileyen çıkışlarını ve hangi operasyonlara tabi tutulduklarını anlamak için kısa geçmişimizi şöyle bir hatırlayalım:

Yeni bir devlet kurulacaktı. Kürtlerle Türklerin Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve İstiklal Harbi günlerinde ortaklaşan umutları bu yeni devletle birlikte mücessem hale gelecekti. Nitekim Kurtuluş Savaşı sürecinde Mustafa Kemal savaşı organize etmek için Anadolu’ya çıkarken hedefinde Yunan işgali altındaki batı kesimleri değil, Rus işgalinden kurtulmuş Kürt coğrafyası vardı. M. Kemal Amasya’dan itibaren Erzurum’a varıncaya kadar gelecekte kurulacak devletle ilgili olarak Kürtlere umut dağıtıyordu. Bir anlamda Kürtlerin umutlarına tercüman oluyordu. Kürtlerin desteği sağlandı ve ülkenin batı tarafı da işgalden kurtarıldı.  Ama kuruluş aşaması atlatıldıktan sonra umutların, en azından bir kesim (Kürtler) için, karşılığını bulmadığı görüldü. Yeni devlet uygulamalarıyla kendine iki düşman seçmişti. İslam ve Kürtler. Bu, Kürtlerin iki defa düşman sayılmaları anlamına da geliyordu. Yeni devletin rotası belirginleştikçe ve bu rota doğrultusunda adımlar atıldıkça Kürtlerin öfkesi de artıyordu. Artık laik ve Türk ulusçuluğuna dayalı bir devletti Türkiye. 

Sistemi tahkim hareketi

Sistem kararını vermişti ve Türkiye geçmişiyle, medeniyet değerleriyle bağlarını kopararak batı medeniyetinin bir üyesi olacaktı. Bunun için zaman geçirilmeden yapısal ve düşünsel adımlar atıldı. Fakat Kürt coğrafyasından çıkan üç şahsiyet başlattıkları hareketlerle hevesleri kursaklarda bırakıyordu. Şeyh Said, Said-i Kürdi ve Seyyid Rıza.

Şeyh Said, yeni devletin laiklik cihetine karşıtlığını da içeren bir anlayışla Kürt haklarını esas alan silahlı bir hareket başlattı. Devlet, içeriye hareketin bölücü, dışarıya da hilafetçi olduğunu esas alan bir propaganda ile hareketi içeriden ve dışarıdan desteksiz bırakmayı ve en sonunda bastırmayı başardı. Hareket savaş alanında bastırılmıştı bastırılmasına, Kürtlerin zihinlerine de kıvılcım atılmıştı bir kere. Bunun gelecekte büyük bir yangına dönüşmesi muhakkaktı. Bu hareketi hatırlatacak her izin silinmesine girişildi önce. Hareketin lideri Şeyh Said’in mezar yeri belli değil mesela. Bütün bu önlemler yetmiyordu. Şeyh Said destanı bir kartopu gibi dilden dile, masaldan masala, strandan strana büyüyordu ve müthiş bir sosyal muhalefet olarak Kürtlerin arasında gelişiyordu. Ve tabi tarihsel deneyimiyle sistem, hareketi önce dini özelliğinden kurtarmak gerektiğini düşündü. Şeyh Said’i bayraklaştıran, ama onun dayandığı değerlerle her türlü bağını koparan laik Kürt milliyetçisi hareketlerle önce ruh kökünden kopartıldı ve en sonunda rejimle aynı meşrepten beslenen modern laik bir harekete dönüştürmeyi başardı. Şeyh Said’in mezarının bu kez evlatları tarafından ikinci kez ortadan kaldırılması anlamına geliyordu bu.

Seyyid Rıza, Şeyh Said’le hemen hemen aynı gerekçelerle ama Alevi Kürtler arasında dini (Alevi) talepleri esas alan bir Kürt hareketi olarak Dersim dağlarında patlak verdi. Devlet, Türklere bunun bir bölücü Kürt hareketi, Sünni Kürtlere de bunun bir Alevi-Kızılbaş isyanı olduğunu söyleyen bir propaganda ile hareketi desteksiz bıraktı ve bastırdı. Gelecek nesiller üzerinde etkili olmaması için de bu hareketi çağrıştıran her izi yok etti. Tıpkı Şeyh Said gibi Seyyid Rıza’nın da mezar yeri belli değil. Ama kıvılcım bir kere atılmıştı. Dilden dile, nesilden nesile Dersim dağlarında Seyyid Rıza destanı yankılanıyordu. Operasyonun ikinci ayağı tıpkı Şeyh Said hareketinde olduğu gibi hareketin ruh kökünden koparılması şeklinde gelişti. Yine Seyyid Rıza’yı bayraklaştıran Alevi Kürt milliyetçiliği kısa sürede Marksizme evrildi ve Seyyid Rıza’nın mezarının bu kez evlatları tarafından ortadan kaldırılması sağlandı. 

Zindandan zindana sürgün

Said-ı Kürdi ise, bu iki liderden farklıydı. Öncelikle geleneksel İslami ilimlerin yanında batı bilimine de aşinaydı. Meşrutiyet döneminden itibaren devlet mekanizmasına yakın olmuştu. Devletin işleyişini biliyordu. Biraderim dediği (merhum Şeyh Melik Fırat’ın ifadesine göre) Şeyh Said ve Seyyid Rıza tecrübesi gözlerinin önünde cereyan etmişti. Bu yüzden kendisini ve hareketini zor kullanarak ortadan kaldırmaya amade odaklara o fırsatı vermedi. Türklerin ve Kürtlerin ruh köküne vurgu yapan söylemi ve en önemlisi şiddetten uzak silahsız hareketiyle bazı kesimlerin ellerini kollarını bağlıyordu. Devletin içinde kilit noktaları ele geçirenler, hareketi kriminalize etmeyi başaramadıkları için Şeyh Said ve Seyyid Rıza tecrübelerinde olduğu gibi kısa sürede bastırıp yok edemiyordu. Kemalist de olsa rejim, şiddeti bütünüyle dışlayan sivil bir hareket başlatan Said-i Kürdi’yi asamıyordu. Bunun için onu önce ana kitlesinden koparıp ülkenin batı kesimlerinde mecburi iskana tabi tuttular. Asılsız gerekçelerle zindandan zindana sürdüler. Said-i Kürdi, insanların umutlarını yitirdikleri o zor zamanlarda çok etkili bir dil kullanarak insanlara umut aşılıyordu. Zindandan kibrit çöplerinden yapılmış çerçevelerle süslenmiş burma bıyıklı fotoğrafların gönderilmesine alışmış Anadolu insanı kibrit kutularına yazılmış risale bölümlerini okuyarak geleceğe umutla bakıyordu. İstikbal inkılabatı içerisinde en yüksek gür seda İslam’ın sedası olacaktı. Tanzimattan beri üst perdeden konuşmaya, elit kesimlere hitap etmeye alışmış alimlerin aksine Anadolu halkını muhatap alıyordu. Said-i Kürdi dinin halkın gündelik refleksi haline gelmesini temsil ediyordu. O kadar etkili oldu ki entelektüelleri kısa sürede devşiren Kemalizm Anadolu halkını bir türlü teslim alamadı. Said-i Kürdi’ye bu dünyayı dar ettikleri halde ve ilk iki örnekte olduğu gibi ölümünden bir sene sonra mezarından çıkarıp bilinmeyen bir yere gömdükleri halde etkisini yok edemiyorlardı. 

Said-i Kürdi’nin bu etkisi elbette samimiyetinde ve onu motive eden medrese geleneğinin temsil ettiği değerlerde yatıyordu. Hala ayakta olan medreselerde var mı bilmiyorum, ama benim okuduğum medresede Perşembe akşamları talebeler piyes oynarlar. Bunlardan birinde kravatlı takım elbiseli bir adam köye geliyor ve köydeki tüm hayatı a’dan z’ye zor kullanarak değiştiriyordu. Köylüler çaresiz boyun eğiyorlardı. Sonra geleneksel kıyafetleri içinde bir alim ortaya çıkıyor ve kendisinden şiddet esaslı bir mukavemet başlatmasını isteyen köylülere mücadelenin barışçı ve iman esasına dayanması gerektiğini söylüyordu. Sonunda kazanıyordu. Said-i Kürdi’nin bu motivasyonla hareket ettiğini düşünürüm hep. 

Nurculuğun dönüşümü

Said-i Kürdi’nin iman ve ihlastan kaynaklı bu özgüveni ve motivasyonu ile başlattığı hareketi etkisizleştirmek için devreye başarısı en az iki kere kanıtlanmış bir plan sokuldu. Hareketi köklerinden koparacak bir dönüşüme tabi tutmak. Said-i Kürdi gerçek bir karizmaydı. Bunu yok etmek son derece önemliydi. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra bir karizma inşa sürecine tanık olduk. O karizmanın etrafında nurculuk hareketinin önemli bir tabanının kümelenmesi sağlandı. Bu arada 12 Eylül öncesinde kendi ifadeleriyle komünistlere karşı kahramanca savaştıkları halde dindarlık ve dini bilgiler noktasında İslamcılara karşı hep bir eziklik hisseden bazı milliyetçiler de canlı kanlı karizma bir evliyanın, hem de milliyetçi söylemi güçlü bir ermişin yanında yer almakla kendilerini dini bilgileriyle döven İslamcılara karşı bir moral üstünlük sağlayacaklarını ve belki 12 Eylül sonrası sükunet ortamında tabanlarının önemli bir kısmını İslamcılara kaptırmanın rövanşını alabileceklerini düşünmüş olacaklar ki bu dönüşmüş nurculuğa bağlanmakta bir beis görmediler. Dönüşmüş nurculuk da onlara cömert davranıyordu. Önce Said-i Kürdi Kürtlükten çıkarıldı (Said Kürdi’nin seyyidliğine ilişkin söylemler bu çerçevede değerlendirilmelidir). Sonra bizzat hareketin kamuya açık literatüründen çıkarıldı. Operasyon tamamlanmıştı. Said-i Kürdi’nin mezarının ikinci kez, bu sefer evlatlarının elleriyle ortadan kaldırılması ameliyesi gerçekleşmişti. (Said-i Kürdi’nin Risale-ı Nur’da iki mezarından bahsetmesi ilginçtir. Belki de böyle bir tehlikeyi sezmişti kim bilir*) Bunu biz, Türkiye’yi öz değerleriyle barıştırmaya, Türk-Kürt çatışmasına son vermeye, Kurtuluş Savaşı’yla somutlaşan Anadolu insanının umutlarını gerçekleştirmeye çalışan hükümetin yıkılması için amansız bir mücadeleye giren iç ve dış mihrakların başlattığı savaşın ön cephesinde bu dönüşmüş kitleyi görünce anladık.

Bugünlerde Medrese-i Yusufiyelerden gelen kibrit kutularına yazılmış iman hakikatleri yerine epostalardan tapeleri alıyor oluşumuz başka ne ile izah edilebilir?

*”Yıkılmış mezarıma bir mezar eklenmiştir” (Said-i Kürdi)

 

[email protected]