Belki de o politik koşullanmadır

Emin İleri / Gazeteci, Siyasal İletişimci
23.03.2024

“Bağrınıza taş basın gidin İmamoğlu'na oy verin” deniyor, blok halde veriliyor. “Yürü Bay Kemal” deniyor yine aynı sonuç. CHP'nin peşine takılarak günün sonunda kendilerini Zafer Partisi'nin otobüsünün arkasında bulan bu seçmen gerçekten bilinçli mi?


Belki de o politik koşullanmadır

Türkiye her seçim iklimine girdiğinde partilerin tabanları konuşulurken artık moda olmuş bir tabir var: "Kürtler politize ve bilinçli bir seçmendir." Aslında kısmen de doğru. Son 20 yılda Kürtlerin çoğunluğu AK Parti'den yana tercihte bulunsa da burada kastedilen seçmen onlar değil. Bu çok aşırı bilinçli ve politize seçmen ifadesi HDP/Yeşil Sol/DEM Parti seçmeni için kullanılıyor.

DEM Parti'nin bugün siyaseten nerede duracağı konusunda bir kafa karışıklığı yaşadığı görülmektedir. Leyla Zana, Ahmet Türk ve Demirtaş gibi isimler son açıklamalarıyla 'üçüncü yol' gibi bir siyaseti salık verirken, Kandil ve etkisinde olan siyasiler ise AK Parti karşıtlığının devamından yana olduklarını beyan etmektedirler.

Bir siyasi partinin amacı hiç kuşkusuz iktidar olmaktır. DEM Parti geleneğine baktığımız zaman böyle bir emare görmüyoruz. Demirtaş'ın henüz Çözüm Süreci'nin devam ettiği mart 2015'te "Seni başkan yaptırmayacağız." çıkışıyla bu gelenek iktidar olmak veya iktidara ortak olmak iddiasını bir kenara bırakarak, iktidarı bloke etmek daha doğrusu AK Parti'yi iktidardan düşürmek için bir pozisyon aldı. Ondan sonraki sürecin faturası da herkesin malumu.

Kaybettirme siyaseti

Türkiye'nin, 2017 referandumu ile bambaşka bir sürece girdiğini muhalefet hala bile tam anlamıyla kavrayamadı. DEM Parti ise hiç anlamadı. "İktidara kaybettireceğiz" siyasetini 2019 seçimlerinde de devam ettiren DEM geleneği, iktidarın doğal hedefi haline geldiği gibi muhalefet tarafından da meşru bir partner olarak kabul görülmedi.

Erdoğan, yeterince güçlü olmasına rağmen yani başkaca ekstra bir oy ihtiyacı olmamasına karşın, ayrıca siyaseten büyük risk de alarak 'toplumsal barış' için Çözüm Süreci'ni başlatmış ve bu doğrultuda HDP, AK Parti tarafından muhatap alınmıştı. AK Parti, bu muhataplığı gizlemeden kamuoyu önünde yaptı. Erdoğan'ın çözmek istediği mesele Kürt meselesiydi ve bu meselenin müsebbibi de CHP. Nitekim CHP bu tarihsel duruşunu sürdürmüş, sürece karşı çıkmıştı. PKK'nın Suriye'deki emelleri için Çözüm Süreci'ni bozması sonrasında oluşan politik ortamı gerekçe gösteren HDP, hem mütedeyyinlerin hem de Kürtlerin tarihsel düşmanı olan CHP'ye "iktidara kaybettireceğiz" söylemiyle açık destek verdi. Buna rağmen CHP ve Altılı Masa, HDP'yi hiçbir zaman meşru şekilde muhatap almadığı gibi konu Çözüm Süreci'ne geldiği zaman AK Parti ile beraber HDP'yi de topa tuttu.

Türkiyelileşmeden marjinalleşmeye

Bu partinin tüm bu tuhaf ve kaybetme üzerine icra edilen 'siyaset'ine tabanı büyük oranda destek verdi. Madem bu taban Türkiye'nin en bilinçli ve politize seçmeni, bu durumda partisine bir fatura kesmesi gerekmez mi? "Bağrınıza taş basın gidin İmamoğlu'na oy verin" deniyor, blok halde veriliyor. "Yürü Bay Kemal" deniyor yine aynı sonuç. CHP'nin peşine takılarak günün sonunda kendilerini Zafer Partisi'nin otobüsünün arkasında bulan bu seçmen gerçekten bilinçli mi?

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Mart'ta Karabük'te yaptığı konuşmada "DEM'in hiçbir söz hakkı olmayan tabanının iradesini, tek parti faşizminin günümüzdeki temsilcisi CHP ile pazarlık masasına sürdüler." açıklamasıyla bu duruma bir kez daha dikkati çekti.

Türkiyelileşme söylemi toplumsal barış adına olumlu bir siyasetti. Bu siyaseti hayata geçirmek için partnere ihtiyaç var mıydı bir yana doğru partnerler ve söylemle bu gerçekleşebilirdi. Peki HDP ne yaptı? Türklerin bile bilmediği, bilenlerin Türk'ten saymadığı marjinal tanımının bile hafif kaldığı oluşumlarla "Türkiyelileşeceğini" iddia etti. Günün sonunda Türkiyelileşemediği gibi Kürtlüğe dair de bir şey kalmadı. Üstüne bu ülkenin hiçbir ferdiyle duygudaşlık bağı olmayan marjinal yapılara mensup kişilerin ağılıkta vekil yapılması ve parti yöneticisi olmasına da bu "bilinçli seçmen" tarafından bir itiraz gelmedi.

Diğer taraftan DEM Parti geleneği 'Türkiyelileşme' iddiasıyla ittifak ettiği gruplarla aslında marjinalleşti. Metropollerde yaşayan ve beyaz Türklere öykünen küçük bir yüzde dışında DEM Parti seçmenini oluşturan ana omurga sünni-Müslüman. DEM Parti, bu mütedeyyin-muhafazakar tabana rağmen zoraki bir sekülerlik dayatıyor. Tabanın aslında bu seküler tutuma bir desteği yok. Kürtleri temsil etme tekelini bir şekilde elinde tutan bu yapıya seçmen 'Kürtlük haysiyeti' namına oy veriyor. Parti yöneticileri de tabanın hassasiyetlerini dikkate almak yerine Avrupa ve Türk sekülerinin isteği doğrultusunda bir siyaset benimsiyor.

Bugün meclisin üçüncü büyük partisi olan DEM Parti, Demirtaş'ın deyimiyle bir 'yöre derneği' gibi hareket etmektedir. Bu kadar güçlü toplumsal desteğe rağmen iktidar olmak veya iktidar ortağı olmak yerine, muhalif üniversite gençliği refleksinde bir 'siyaset' benimsemesinde ittifak kurduğu marjinal grupların etkisi yadsınamaz.

Peki tüm bu olanlara rağmen bu partiye oy vermeye devam eden seçmenin davranışını nasıl açıklayacağız? Bu geleneğin ham tabanı, ölümler üzerine kurulan bir bağ ile oluştu ve devam ediyor. İkincisi, seçmenini suçlulaştırarak bir de mahpusluk üzerinden bir birliktelik oluşturdu. Parti yıllardır belli aralıklarla çeşitli başlıklar altında yürüyüş veya mitingler düzenliyor ve vekilinden tutun en küçük üyesine kadar polise tokatlattırarak, suçlulaştırarak oluşan mağduriyet üzerinden "bedel" kavramını yüceleştirerek bir 'siyaset' izliyor. Tüm bunları Kürtlerin talepleri için yaptığını da söyleyerek tabanını aslında bir duygusal koşullanma haline sokuyor. Bu da politik bir koşullanmaya evriliyor.

'Kral yapıcı' rol için tarihi fırsat

Bu seçmenin özellikle İstanbul seçimlerinde nasıl bir tavır alacağı konusunda Demirtaş'a büyük bir sorumluluk düşüyor. Başak Demirtaş'ın adaylığına parti tarafından vize verilmeyeceği anlaşılınca Demirtaş yaptığı açıklamada Başak Hanımın adaylığının amacı 'üçüncü yol'u görünür kılmak olduğunu belirtmiş, "Başak Demirtaş'ın adaylık iradesi sıkılı yumrukları açmak, tokalaşmayı hatırlatmak içindi. Bunun kıymetini anlayamayanlar bundan sonra yumruk yediklerinde ah vah etmesinler en azından" ifadelerini kullanmıştı. Ayrıca Başak Hanım üzerinden yapılan siyasi hamleyi 'toplumsal barış' için önemsediğini de vurgulamıştı.

Siyasi gücünü kullanıp partileri veya liderleri iktidar yapan kişi veya gruplar için 'kral yapıcı' terimi kullanılır. HDP/DEM geleneği de bu role sahip olduğunu iddia ederek bunun üzerine bir siyaset yürütüyor. 2023 seçimlerden sonra hem HDP'ye yönelik eleştirileri hem de İBB adaylığı konusunda Başak Demirtaş üzerinden yaptığı çıkış ve mahkemede yaptığı savunma ile artık farklı bir noktada olduğunu ilan eden Demirtaş 'kral yapıcı' rolünü bu sefer gerçek anlamda icra edebilir. 2023 seçimlerinde HDP bu 'kral yapıcı' rolü Özdağ-Oğan ikilisine kaptırmıştı. Ancak tarih tekrar kendilerine bir fırsat sunuyor. Bu da sadece Demirtaş'ın bir twet mesajına bakar. Demirtaş'ın 2019'da İmamoğlu için 'bağrınıza taş basın' gibi bir açıklama yapmasına da gerek yok. DEM Parti'nin kendi adayı var. Meral Danış Beştaş için destek çağrısı yapacak bir twet atması, Türkiye'nin yakın geleceğinde ilk başta 'sıkılı yumrukların tokalaşmasına' vesile olacağı gibi uzun vadede siyasi dengeleri değiştirecek büyüklükte bir etkiye sahip olacak. Çünkü bu politik koşullanma halinde olan seçmen Demirtaş ile sarsılmaz bir bağ kurmuştur. 2019 seçimlerinde bu seçmen Öcalan'ın 'tarafsız kalın' çağrısı yerine Demirtaş'ın 'bağrınıza taş basın' çağrısını dinlemişti.

Ancak Demirtaş böyle bir çağrı yapmasa ve bu seçmen kitlesi blok halinde DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş'a oy verirse işte o zaman gerçekten bir bilinçli seçmen kitlesinden bahsedebiliriz.

[email protected]