Ben de kendimi gazeteci sanırdım

Cemal Aydın / Mütercim
13.05.2022

Günümüzde televizyon haberleri tam bir rezalete dönüşmüş bulunuyor. İzleyicileri hasta edecek türden öyle haberler, öyle aile içi kavgalar veriliyor ki şahsen bir dakika bile bakamıyorum, sinirlerim bozuluyor. Halkın psikolojisini bozacak derecede o saçma haberlere, şiddet haberlerine neden yer veriliyor?


Ben de kendimi gazeteci sanırdım

Benim gazetecilik maceram önce sancılı, sonra hayli öğretici oldu. O yüzden bu mesleğe ilgi duyan kimselerin yaşadığım gazetecilik hatıralarımdan yararlanabileceklerini umuyorum. Fatih'teki bir konferans salonunda Arap ülkesinden gelen bir konuşmacı önemli şeyler söylüyordu. Yanımda oturan Beşir Ayvazoğlu'nun kulağına "Maalesef yanlış tercüme edildi. Konuşmacı öyle değil, şöyle diyor!" diye fısıldamıştım. Fransızcanın yanında Arapça da bildiğimi gören Beşir Bey, kendisinin o zamanlar kültür sayfasını hazırladığı Tercüman gazetesinde çalışmam için bana teklifte bulundu. Böylece 1986'dan 1992 yılına kadar dış haberler servisinde çalıştım. İlk bir ay cehennem azabı çektim desem yalan olmaz. O azap şükür ki bir ay sürdü, devam etseydi istifa edecektim. Tepeden inme getirildiğim için servisin şefi/müdürü olan Zafer Atay, tavrı ve tutumuyla beni kabullenmediğini îmâ ediyordu. Onca emekle özene bezene yaptığım haberleri ya çöpe atıyor veya servisteki bir arkadaşa "Al şunu da haber yap veya falan haberle birleştir!" diyordu. Bu da benim çok ağırıma gidiyordu.

Nasıl kadrim bilinmez

Nasıl ağırıma gitmez, ben ki daha önce uzun yıllar hiç de fena satmayan bir gazetenin (bir partinin gazetesinin) dış haberler sayfasını yönetmiştim. Orada sayısız haber yazmış, sayısız makale yayımlamıştım. Nasıl olur da benim kadir ve kıymetim bilinmezdi?

Günlük Fransızca ve Arapça gazetelerden, haftalık Fransızca ve Arapça dergilerden pek çok haber yapıyordum, fakat hiçbiri kabul görmüyordu. Gazete ve dergileri didik didik ediyor, bence nice paha biçilmez, çarpıcı haberler buluyor, makaleler yazıyordum, fakat şefimiz görmezden geliyordu. Nihayet bir ay kadar sonra Zafer Atay, ikindiye doğru, sayfanın tamamlanmasının ardından beni yanına çağırdı ve bana "Bak Cemal, seni uzun zamandır takip ediyorum. Diğer arkadaşlar İngilizce gazete ve dergileri pek okumadıkları hâlde, sen çok okuyor ve dikkat çekici haberler de buluyorsun. Fakat sen haber nasıl yapılır bilmiyorsun!" dedi. Ardından da bir saat kadar şu bilgileri verdi:

İlk paragrafta haberin tam bir özeti verilir. Habercilikte '5N, 1K' diye bir kural vardır. O yüzden ilk paragrafta ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman ve kim sorularının cevabı yer alır. İkinci paragrafta biraz ayrıntısı, üçüncü ve devamındaki paragraflarda giderek daha fazla ayrıntılar aktarılır. Yani okur, ilk paragrafı okur okumaz meseleyi tam anlamıyla kavrayıp öğrenir. Merakını gidermek için de diğer paragrafları okur.

Okuyan herkes anlamalı

Haberde kullanılan dil çok önemlidir. Haber, öyle sade ve anlaşılır bir dil yazılmalı ki, sıradan bir adam, ilkokul mezunu olan bir kimse bile, rahatça okuyup anlayabilsin.

Diğer çok önemli bir nokta, haberde sadece şu iki zaman kullanılır: Di'li geçmiş ile şimdiki zaman. Yani geldi, yaptı, etti veya geliyor, yapıyor, ediyor gibi. Bu ikisinin dışındaki zamanlar ancak röportajlarda kullanılabilir.

Habere başlık atarken, haberin hem özünü veren, hem de okurun merakını kamçılayan başlık atılır. Spot veya spotlar çıkarılırken de, tıpkı haber başlığında olduğu gibi, haberi okutturmaya ve son derecede merak uyandırmaya yönelik olmasına dikkat edilmelidir. Habere konulacak resim ve görüntüler de çok iyi seçilmeli, resim seçiminde okurun dikkatini en fazla çekecek olanlar konulmalı."

Daha sonraki bilgilendirmelerinde de röportaj, mülâkat, söyleşi ve makale yazımında, bunların başlıklarında, ara başlıklarında, paragraftan parafa geçişte nelere dikkat edilmesi gerektiği konularını da aklımda kalacak şekilde bazı üslûp sahibi ünlü gazetecilerin yazdıklarından numuneler göstererek anlattı.

Lütfedip gazeteciliği öğrettiği o derslerinde Zafer Bey bana öyle kıymetli bilgiler verdi ve ben onların hepsini de zihnime öylesine nakşettim ki, o günden sonra yaptığım hiçbir haberim çöpe atılmadı. Tam aksine pek çok haberim birinci sayfadan girdi ve sürmanşetten verildi.

Günümüzün gazetelerindeki haberlere bakıyorum da bana öğretilen o kurallara pek değil, neredeyse hiç uyulmuyor. Haberin başlığına bakıp ne olmuş diye okumaya başlıyorsunuz, işin aslını birinci paragraftan da, ikinci paragraftan da öğrenemiyorsunuz. Ne olup bittiğini tam olarak öğrenebilmek için uzayıp giden o haberi sonuna kadar okumanız gerekiyor ki, ben sıkılıyor ve bırakıyorum.

Benim çalıştığım dönemdeki Tercüman, Türkiye'nin birinci değilse bile, ikinci çok satan gazetesi durumundaydı. Her servisinde en seçkin, en usta gazeteciler vardı. İç haberler/istihbarat, dış haberler, kültür, magazin ve spor servislerinde ülkemizin en tanınmış şahsiyetleri görev yapıyordu. Bu arada tanınmış yazarımız ve mütercimimiz Belma Aksun da "Kadın ve Ev" bölümünü yönetiyordu. Pek çok gelin hanım, ev ve yemek işlerini onu takip ederek öğreniyor ve kendisine teşekkür mektupları yazıyordu.

Gazetenin albenisi

Ayrıca istihbarat ve spor gibi servislerin muhabirlerinden gelen haberlerin toplandığı birkaç tane masa vardı. O masadakiler öyle yetenekli kimselerdi ki, sayfalarca tutan bazen on tane haberi alır, yarım sayfa içinde hepsini özlü, çarpıcı ve doyurucu bir şekilde toplamasını bilirlerdi. Böylece okurların haberleri zevkle okuyabilmelerini sağlarlardı.

Birinci sayfaya girecek haberlere başlık bulan, manşet haberlerin başlığını koyan son derece uzman bir kişi vardı. Onun bütün işi sadece birinci sayfa haberlerinin başlığını bulmaktı. Onun attığı başlıklar gazetenin albenisi olur, gazeteye sürekli okur kazandırırdı. O dönemde Tercüman'ın önde gelen gazetecilerinin yüzde 60'ı sol kesimdendi. Fakat profesyonel kimseler oldukları için kendi görüş ve ideolojilerini asla gazeteye yansıtmaz, o muhafazakâr gazetenin okurunu rahatsız edecek hiçbir habere yer vermezlerdi. Meselâ bir Orhan Tahsin vardı. Yaman adamdı. Dinle pek alış verişi olmadığı hâlde Ramazan ilâvesinin yönetimini yapmakla görevlendirildiğinde parmak ısırtacak, okuru hayran bıraktıracak şekilde en güzel Ramazan ilâvesini o çıkarmış ve okuyucudan tam not almıştı.

Tashih servisi

Bir tashih servisi vardı ki, hepsi de seçkin uzmanlardan, edebiyat hocalarından oluşuyordu. Ünlü köşe yazarlarının bile yanlışlarını bulur, düzeltirlerdi. Dikkatleri dağılmasın, gözlerinden tashih kaçmasın diye, tashihçiler iki gün çalıştırılır, bir gün istirahat ettirilirdi. Günümüzde sanırım öyle bir servis olmadığı için o kadar çok kelime yanlışları, imlâ hataları görülüyor ki şaşıyorsunuz. En basitinden "uhde" (sorumluluk) ile "ukde" (içine dert olan şey), "mahsur" (kuşatılmış) ile "mahzur" (sakınca) kelimelerini birbirine karıştıran haberlere de, yazılara da rastlıyorsunuz. Telaffuz bozuklukları ise, ikrah ettirecek derecede kötü. Afganistan'daki Tâlibânı, Batılılar gibi a'ları uzatmadan Taliban diyenleri mi ararsınız, dâvâ kelimesindeki a'ları kısa okuyarak deve dermişçesine dava diyenleri mi? Asgarî ücret ifadesini askerî ücret diye yazan, televizyonlarda da dillendiren kimseler bile görüyor ve artık ne diyeceğinizi bilemiyorsunuz.

Şiddet öyle çok ki

Öte yandan, günümüzde televizyon haberleri tam bir rezalete dönüşmüş bulunuyor. İzleyicileri hasta edecek türden öyle haberler, öyle aile içi kavgalar falan veriliyor ki şahsen bir dakika bile bakamıyorum, sinirlerim bozuluyor. Halkın psikolojisini bozacak derecede o saçma haberlere, şiddet haberlerine neden yer veriliyor? Niçin müsaade ediliyor? Sonunda bu, o kötü davranışların ve şiddet uygulamalarının halk tarafından normal görülmesini sağlamayacak mı? Böyle bir tehlike nasıl olur da öngörülemez?

Korona virüs çıkmadan önce her yaz Fransa'ya giderdim. Akşam haberlerini kaçırmamaya özen gösterirdim. İnanın, bir kere olsun bizim kanallarımızdaki gibi kepaze ve bayağı haberlere, şiddet sahnelerine, vurdulu kırdılı hadiselere, sokak kavgalarına, araba takla atmış, magandanın biri sokakta kadın dövmüş gibi saçma sapan haberlere hiç rastlamadım. Avrupa ülkelerinde adamlar sofralarından içkiyi eksik etmedikleri, çoğu zaman alkollü oldukları için, oralarda kadınlar bizdekinden çok daha dövülüyor, şiddet görüyor ve çok daha fazla kadın kocası tarafından öldürülüyor. Fakat o tür haberlere televizyonlarda hiç yer verilmiyor, hiç duyurulmuyor. Neden acaba? Bu konulardaki duyarlılık ve bilinçli tutum, ancak yazılı ve sözlü basında görev alanların bilgi, görgü ve kültür bakımından birikimli olmaları sağlanarak gerçekleştirilebilir. Umarım o günleri kısa zamanda görürüz.

[email protected]