‘Benlik teknolojileri’ ve kendini yönetme pratikleri

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
12.12.2015

Lemke, Foucault’nun “hazmı güç bir yemek” diye tasvir ettiği bir devlet kuramı ortaya koymaktan kaçmadığını, aksine bu kuramı inşa etmek üzere pek çok yeni malzemeyi mutfağa taşıdığını söylüyor.


‘Benlik teknolojileri’ ve kendini yönetme pratikleri

Biyo-politika ve yönetimsellik kavramları Fransız filozof ve düşünce sistemleri tarihçisi Michel Foucault’nun ölümünden önceki son eserlerinde bilgi/iktidar kompleksini irdelemek üzere geliştirdiği kavramlardır. Bu kompleksi daha önceki eserleri Hapishanenin Doğuşu, Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu gibi eserlerinde kurumlar ile bireyler arasındaki ilişkiler çerçevesinde ele alan Foucault biyo-politika ve yönetimsellik kavramları ile devlet kuramı etrafında aynı sorunların irdelenebileceğini göstermiştir.

Foucault, böylelikle kurumların uyguladığı teknikleri araştırmak için kullandığı inceleme yöntemlerini devletin (egemenin) toplumu yönetmek üzere kullandığı disiplin pratiklerini araştırmak için de kullanılabileceğini söyler. Foucault’nun tasvir ettiği şekliyle yönetimsellik,  klasik yönetim anlayışından farklı olarak iktidarın toplumun tüm hücrelerine yaygınlaştığı ve hatta bizatihi toplum tarafından da üretildiği bir yordamdır. Bu açıdan başta demografik usuller olmak üzere toplumsal zemindeki bütün ilişkileri kapsar.

Biyo-politika alanındaki en önemli yorumculardan biri olan Thomas Lemke, Türkçe’deki bu ikinci kitabında Foucault yorumcuları tarafından genellikle göz ardı edilen bir konuya değiniyor: Devlet ve biyo-iktidarın ilişkisine. Lemke kitabında Foucault’nun 1970’lerin ikinci yarısından itibaren “iktidarın soykütüğü”nü yeniden ele alarak detaylandırdığını ileri sürüyor. Ona göre, bu kavram Foucault’nun eserlerinde kritik bir role sahiptir, çünkü iktidar sorununu çok geniş bir bağlamda konumlandırmaya imkan tanır. Yönetimsellik kavramı ilkin iktidar ve öznelliği aynı potada eritir ve tahakküm süreçlerinin “benlik teknolojileri”yle nasıl ilişkili olduğunu gösterir. Ayrıca, politik yönetim süreçlerinin “kendini yönetme pratikleri”yle nasıl eklemlendiğini soruşturmak da böylece imkan dahiline girer. Bunların yanı sıra yönetimsellik kavramı, Foucault’nun erken dönem çalışmalarında üstünde ayrıntılı bir şekilde durduğu bilgi ile iktidar arasındaki ilişkileri de açıklamaya imkan sağlar.

Foucault’un College de France’ta verdiği derslere dayanarak “modern devletin soykütüğü”nün teorik ve yöntemsel içerimlerini tartışan Lemke, Foucault’nun yaklaşımının üç önemli bakış açısı içeren üç analitik boyut tarafından şekillendirildiğini düşünür: Bu analitik boyutlardan ilki nominalist bir yaklaşımla devletin “tarihsel ontolojisi”ni soruşturur. İkinci boyut olan yönetimin analitiği politik teknolojilerin yanı sıra benlik teknolojilerini de işin içine sokarak sadece maddi değil, simgesel araçları da kuşatan daha genel bir teknoloji kavramını kullanır. Üçüncü analitik boyut ise devleti, kamusal ile özel, devlet ile sivil toplum arasındaki dışsal sınırları tanımlayarak devlet aygıtlarının içsel yapısını da belirleyen politik stratejilerin bir etkisi ve aracı olarak kavrar.

Lemke, Foucault’nun “hazmı güç bir yemek” diye tasvir ettiği bir devlet kuramı ortaya koymaktan kaçmadığını, aksine bu kuramı inşa etmek üzere pek çok yeni malzemeyi mutfağa ilk kez onun taşıdığını ileri sürüyor. Bu çerçevede biyo-politika literatürünün esaslı bir eleştirisini de yapan Lemke, yönetişim ve yönetim arasındaki ayrılıkları işaret ederek, Foucault’nun düşüncenin patikalarında açtığı yeni yolları irdeliyor.

[email protected]

Foucault, Yönetimsellik ve Devlet, Thomas Lemke, Çev. Utku Özmakas, Pharmakon, 2015

Adil hayat üstüne umutlu deneme

Lewis Mumford’un 1944’te yazdığı İnsanın Durumu küresel insanlık haline dair bir deneme. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yazılan benzeri pek çok kitaptan farklı olarak teknolojiyi öcüleştirmektense insan oluş tarzlarının zemini olarak ele alıyor. İnsanın dünyayı şekillendirirken kendisini ve yeni dünyaları nasıl şekillendirdiğini, yaratımın getirdiği yıkımı ve dramı Faust’un diliyle anlatıyor. Sosyal bilimlerin giderek uzmanlaştığı, tarihsel çalışmaların ‘mikro’laşarak birkaç ay yahut seneden öteye konuşmaktan kaçındığı günümüzde, Mumford bütüncül perspektifin kıymetli efkarını ve her şeye rağmen insanın dilediğinde adil bir yaşamı inşa edebileceğine dair yılmak bilmez ümidini paylaşıyor.

İnsanın Durumu, Lewis Mumford, Çev. Yusuf Kaplan, Açılım, 2015

En eski meslek: Dilencilik

Dilencilik tarihin en eski mesleklerinden biri. Aslıcan Kalfa-Topateş, kitabında her şeyden önce dilenciliğin, yoksullar için bir hayatta kalma stratejisi olduğunu hatırlatıyor. Tarihsel devamlılık olduğu gibi, bir değişim de var ama: Feodaliteden kapitalizme ve kapitalizm içinde refah devletinden küreselleşmeye, dilenciliğin “bağlamının” nasıl değiştiğini görüyoruz. Kitabın geniş bölümünü, Türkiye’nin toplumsal tarihinde dilenme kültürü ve onun değişimi oluşturuyor. Dilenciler nasıl algılanıyor, nasıl muamele görüyorlar, onlar kendi faaliyetlerini nasıl algılıyor, gördükleri muamelelere nasıl tepkiler geliştiriyorlar? Yoksullukla ve sosyal yardım rejimiyle dilencilik arasındaki ilişki nasıl biçimleniyor? Yüz çevrilen, “görülmeyen”, en fazla “sosyal bir yara” deyip geçilen bir olgu hakkında sosyolojik bir çalışma.

Dilenciler, Aslıcan Kalfa-Topateş, İletişim, 2015