Beş büyük medeniyetin dördü Asya’da doğdu

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
2.06.2018

Klasik oryantalist ve Avrupamerkezci önyargıları her fırsat düştüğünde eleştiren, oryantalizmin ve Avrupamerkezciliğin tarihçilikteki etkilerini sona erdirmeyi amaçlayan Hodgson’ın, Edward Said’den çok daha önce Avrupamerkezci üstünlük söylemlerinin kültürel ve ahlaki saltanatını sarstığını vurgulamak gerekir.


Beş büyük medeniyetin dördü Asya’da doğdu

Oswald Spengler, Arnold Toynbee, William H. McNeill gibi ‘dünya tarihi’ yazımına önemli katılar sunmuş soy tarihçilerden biri de Marshall G. S. Hodgson’dır. Asıl uzmanlık alanı Ortaçağ İslam tarihi olan Hodgson’ın dünya tarihi anlayışının farklı kültürelliklerin kesişim noktası olan Ortadoğu’yu çalışırken şekillendiğini söylemek mümkün. Klasik oryantalist ve Avrupamerkezci önyargıları her fırsat düştüğünde eleştiren, oryantalizmin ve Avrupamerkezciliğin tarihçilikteki etkilerini sona erdirmeyi amaçlayan Hodgson’ın bu açıdan Edward Said’den çok daha önce Avrupamerkezci üstünlük söylemlerinin kültürel ve ahlaki saltanatını sarstığını vurgulamak gerekir. Özgürlük ve rasyonellik anlatısı olarak Batı tarihi ile kültürel durgunluk ve despotizmin bir öyküsü olarak Doğu tarihi karşıtlaştırmasına dayalı klasik oryantalizmin akademik peşin hükümlülüklerine meydan oku-yan entelektüel ve ayrıntılara düşkün bakış açısı ile Hodgson’ın Foucault, Said vb. teorisyenleri öncelediği de öne sürülebilir bu bakımdan.

Başarılı bir ‘öteki’

İslam medeniyetini çağdaş Batı medeniyetinin bir kardeşi olarak gören bakış açısıyla Hodgson, İslam’ı Batı’nın kendini nitelediğinden daha zengin ve başarılı bir öteki olarak değerlendirir. Beş büyük medeniyetin dördünün ortaya çıkış yerinin Asya olmasından yola çıkan Hodgson, bir dünya tarihi bakış açısından medeniyet tarihinin kaçınılmaz bir biçimde Asya merkezli olması gerektiğini ileri sürer. Geleneksel ve modern çiftlerinin kavramsal temellerini oluşturduğu statik medeniyet özlerinin hikayesine dayalı dünya tarihi olarak anlaşılan klasik paradigmayı sarsan bir yaklaşım-la özellikle modernleşme teorilerinin benimsediği Batılı istisnailiği kısmen de olsa arınmış bir modernlik yaklaşımına katkı sağlayan Hodgson’ın böylelikle modernleşme kuramlarına hakim Avrupamerkezciliği de kısmen de olsa alt edebildiğini düşünebiliriz. Hodgson’a göre genelde Batılılaşma ile karıştırılan modernlik, küresel bir süreçtir. Batı, tarım uygarlığının sınırlarını aşabilmiş ilk örnek olmasına karşın, bu gelişmenin dünya tarihi bağlamına yerleştirilerek okunması gerekir. Hodgson’a göre, kültürel yeniliklerin piramidal birikimi göz önüne alınırsa tarım uygarlıklarının şartlarından kopuş yerkürenin herhangi bir yerinde eninde sonunda gerçekleşecekti. Hodgson bu konuda şu çarpıcı tespiti yapar: “Sanayi devrimi ilk burada başladı diye bir Avrupa tarihi anlayışı İngiltere tarihine nasıl indirgenemezse, dünya tarihi de sanayileşmenin ilk kez buradan yayılması hasebiyle Batı tarihine indirgenemez.”

Hodgson’ın vakitsiz ölümünün ardından, onun yarım kalmış Dünya Tarihinin Birliği kitabından seçtiği bölümler ve daha önceden yayınladığı makaleleri bir araya getirerek Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek kitabını oluşturan Edmund Burke III, Hodgson’ın  bilimsel bir disiplin olarak dünya tarihine ilişkin fikirlerinin çoğunun bugün de geçerliliğini koruduğunu düşünmekle birlikte, onun dünya tarihi araştırmasında medeniyetlere dayalı yaklaşımın sınırlılıklarını bilmesine karşın, yine de bu yöntemi kullanmaya devam ettiğini belirtir. Tüm bu çekincelerle birlikte Hodgson’ın kitabı gerek Avrupamerkezcilik ve çokkültürlülük tartışmalarına sunduğu katkı, gerek İslam medeniyetini dünya tarihi çerçevesinde ele alırken benimsediği sağduyulu ve nesnel bakış açısı gerekse de dünya tarihini belli bir bölgeye odaklanarak o bölgenin üstünlüğünü ilan etme aracı kılan yaklaşımlara yönelttiği eleştiriler bakımından kayda değer bir kitaptır.

Felsefenin yapısal sorunları

Felsefenin ne olduğu sorusunu sorarak bir akademisyen olarak kendi çalışma sahasının eleştirel bir değerlendirmesine girişen Ayhan Bıçak kitabında bir düşünce tarzı olarak felsefenin yapısını sorgularken felsefe yapmanın anlamını, felsefede amaçların belirlenme şeklini, filozofun niteliklerini, felsefenin kurucu unsurlarını, felsefe yapmayı mümkün kılan sorunlar ve düşünceleri ve bunlarla birlikte felsefenin konularını yöntemini ve bu yönteme ait unsurları, felsefenin başta din, bilim, ahlak ve siyaset olmak üzere çeşitli alanlarda nasıl işlediğini ele alıyor. Bunlarla birlikte felsefenin eleştirisi, felsefenin yapısal sorunları, toplum ve felsefe ilişkileri, felsefe ihtiyacı, felsefe tasavvuru vb. konulara da kitapta yer verilmiş olması kitabı değerli kılıyor. Felsefenin Yapısı ve Sorunlar, Ayhan Bıçak, Dergah, 2018

Taşra, şehirlerin nesi olur?

Edebiyat, sinema, mimari, politika, kültür vb. toplumsal hayatın çeşitli alanlarında sık sık karşılaştığımız taşra kavramı hem fiziksel hem de fikri göstergeler bağlamında kavranır. Modernleşme ve şehirlileşmenin kendisi dışında kalan pek çok şeyi ortadan kaldırdığına şahit olurken, sosyolog İbrahim Nacak bu süreci taşra gerçekliği üzerinden okuyarak taşra olgusunun bir ötekileştirme üzerinden anlaşıldığı varsayımına dayanıyor. Taşra olgusunu merkezin dışında ya da ötesinde bir alan olarak tahayyül etmenin problemli olduğunu düşünen Nacak, büyük şehirlerde bile taşra ile merkezin nasıl iç içe geçtiğini göstermeye çalışıyor. Taşra: Kentin Ötekisi, İbrahim Nacak, Çizgi, 2018

@uzakkoku