‘Beyaz Brezilya’ başkanını buldu: Bolsonaro

Şerif Egemen Ahmet / Star Dış Haberler Editörü
3.11.2018

Eski asker yeni Başkan Bolsonaro’nun seçilmesi, ülkede ‘kaostan çok istikrar gelecek’ havası yaratmış gibi gözüküyor. Bunun nedeni ise, düzenin yerleşiklerinin halka kaşıkla da olsa bazı hizmetler vererek ABD’ye kafa tutmaya kalkan PT iktidarının son kalıntılarından da kurtulma umudu. Peki, Bolsonaro’nun “Brezilya’nın solla flörtü artık bitti” ifadesiyle duyurduğu PT iktidarı neden ‘ülkenin sahipleri’ için bu kadar korku duyulan bir dönem?


‘Beyaz Brezilya’ başkanını buldu: Bolsonaro

Brezilya’da 28 Ekim Pazar günü düzenlenen başkanlık seçimlerinin ikinci turunu, beklendiği gibi 21’inci yüzyıl popülizminin Latin Amerika şubesi, fikirlerindeki benzerlik nedeniyle ‘Tropiklerin Trump’ı olarak adlandırılan Sosyal Liberal Parti (PSL) adayı Jair Bolsonaro oyların yüzde 55,2’sini alarak kazandı. Rakibi İşçi Partisi’nin (PT) solcu adayı Fernando Haddad yüzde 44,8’de kaldı. Zafer konuşmasında seçimini “Brezilya’nın kaderi değişti” cümlesiyle özetleyen eski Yüzbaşı Bolsonaro, böylece CIA destekli bölge aktörleri ve finans-kapital çevresinin arzuladığı şekilde, 16 yıllık PT hakimiyetinin son kalıntılarını da söküp atacak sürecin fitilini yaktı.

Ülkedeki 1964-1985 yılları arasındaki askeri diktatörlük döneminden övgü ile söz eden, ekonomide özelleştirmeye ağırlık vermeyi hedefleyen, Evanjelik değerleri savunan, şiddete karşı daha fazla şiddet prensibiyle ‘beyaz Brezilyalıları’ silahlandıracağını vazeden, Paris İklim Anlaşması’ndan çıkma garantisi veren Bolsonaro, dünyadaki müesses nizam bekçilerinin endişeyle karşıladığı klasik bir 21’inci yüzyıl aşırı sağcı-popülistleri kulübü üyesi (İtalya’da Matteo Salvini, ABD’de Donald Trump, Fransa’da Marine Le Pen, Filipinler’de Rodrigo Duterte, vb.) bir isim. Fakat türevlerinin aksine eski asker yeni Başkan’ın seçimi, ülkede ‘kaostan çok istikrar gelecek’ havası yaratmış gibi gözüküyor. Bunun nedeni ise, düzenin yerleşiklerinin halka kaşıkla da olsa bazı hizmetler vererek ABD’ye – Hugo Chavez’in Venezuela’sı ve Evo Morales’in Bolivya’sı ile birlikte – kafa tutmaya kalkan PT iktidarının son kalıntılarından da kurtulma umudu. Peki, Bolsonaro’nun “Brezilya’nın solla flörtü artık bitti” ifadesiyle duyurduğu PT iktidarı neden ‘ülkenin sahipleri’ için bu kadar korku duyulan bir dönem?

Cuntayı deviren parti

Şubat 1980’de kurulan PT, Bolsonaro’nun minnetle andığı ve 1964’ten beri sürmekte olan askeri diktatörlük rejimine karşı 1970’lerin sonlarında yükselen öteki Brezilyalıların mücadelelerinin bir ürünüydü. 1978 ve 1979’da Sao Bernardo, ABC, Santo Andre, Sao Caetano, San Jose gibi bölgelerde özellikle metal sanayisinden on binlerce işçinin toplu grevlerinin yaktığı ateş, cuntacıları yavaş ve tedrici bir şekilde ‘demokratik düzene’ geçmeye zorladı. Askerden kurtulmayı başaran Brezilya işçi sınıfı, yeni düzene adapte olmak adına Ocak 1979’da yaptığı çağrıyla tam bir sene sonra kendi partisi olan İşçi Partisi’ni (PT) kurmayı başardı. Parti, Kurtuluş Teolojisi olarak bilinen sosyalizan Hıristiyanların ve aydınların katılımı ile genişlerken, kendisi de bir işçi olan Lula da Silva’nın önderliğindeki Mücadele Birlik Grubu yönetimde çoğunluk eğilimi haline geldi. Bolsonaro’nun bayıldığı cuntadan kurtuluş sürecinde başı çeken Lula’nın PT’si, eşitlikçi söylemi ve ezilenlere olan bağlılığıyla, demokrasiyle geçişle bölge parlamentolarında sandalye kazanmaya başladı. Grevlerden vekillik sandalyelerine geçişle iktidar konusunda umudu artan PT, 1960’tan sonra düzenlenen ilk başkanlık seçimlerinin düzenlendiği 1989, 1994 ve 1998’daki yenilgilerin ardından 2002’de, Lula’nın elde ettiği yüzde 61’le iktidara gelmeyi başardı.

Sakallı başkan

Tam sekiz sene iktidarda kalan Lula, ülkedeki düzeni sosyalist hale getirmek için tam anlamıyla ters yüz etmese de – Wall Street’in hiç hoşuna gitmeyen- sosyal politikalara alan açan bir ekonomi stratejisi izledi. Borçları erken ödeyerek standby anlaşmalarına son verip IMF’i defeden Lula yönetimi, sanıldığının aksine özel sektöre pek dokunmadı. Sadece kamu kaynaklarının önemli bir bölümünü yoksul ailelere yapılan maddi yardımlara ayırarak, sekiz yılda asgari ücreti yüzde 54 oranında artırarak yoksulluk oranını düşürmeyi başardı. Açlık sınırında yaşayan 44 milyon kişiye üç öğün yemek kampanyası başlatan ve en alt gelir seviyesindeki 12 milyon aileye bütçeden ayda 65 dolar yurttaşlık aylığı bağlayan hükümet ayrıca, 50 milyondan fazla kişiye de çocuklarını okula göndermeleri karşılığında maddi yardım sundu. Sosyal yardımlar ve eğitim sistemindeki düzenlemeler fırsat eşitliği sunarak Brezilya’nın ötekilerini düzene entegre etti. Durumu daha iyi anlamak için 7 Ekim’deki başkanlık seçimlerinin ilk turunda Financial Times’a konuşan bir Brezilyalı seçmene kulak verelim: “Haddad’a oy verdim; çünkü o, Lula’nın başlattığı, yoksulları koruyan programı sürdürecek. Benim gibi siyah olan yeğenim PT sayesinde mühendis oldu.”

İçeride yoksulları kollayan PT iktidarının elbette bir de dış yansıması mevcut. İşçi Partisi döneminde Brezilya, Latin Amerika’da ABD emperyalizminin hakimiyet alanını küçülttü. ABD’yi dışlayan iki kıtasal iş birliği örgütünün Unasur ve Mercosur’un liderliğini üstlenen PT hükümeti, başta Hugo Chavez’in Venezuela’sı olmak üzere bölgedeki solcu iktidarlarla sıkı bağlar kurdu. Bölgesel siyasetle kendini sınırlamayan Brezilya, Çin, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika ile BRICS’i kurdu. İran’ın ABD karşısında korunduğu nükleer müzakerelere Türkiye ile birlikte garantör oldu. Irak Savaşı ve Küba ambargosuna tepki gösteren, Kolombiya’daki Amerikan askeri varlığına karşı çıkan Lula yönetimi, son kırmızı çizgiyi de aşarak İsrail’in 1967’deki işgali öncesi sınırlarıyla Filistin Devleti’ni resmi olarak tanıdı.

Dilma’nın düşüşü

İki dönemlik peşi sıra başkanlığın ardından anayasal olarak aday olamayan Lula’nın yerine 2010’da PT tarafından Dilma Rousseff  podyuma sürüldü. Lula’ya göre yaklaşık yüzde 7’lik oy kaybı ile göreve başlayan Dilma, 2008 finansal krizinin çevre ülkelerde ağırlığını hissettirdiği dönemde selefinin politikalarını sürdüreceği sözünü verdi. Enerji Bakanı olduğu dönemde Petrobras aracılığıyla Amerikan petrol devi Exxon’un Brezilya’daki faaliyetlerini engellemesi nedeniyle ABD’nin oklarını üstüne çeken Dilma, 0’a yakın büyümeyle atlattığı zorlu başkanlık döneminin ardından yüzde 51’le 2014’te yeniden seçilmeyi başardı. Dilma’nın Lula’nın sahip olduğu popülerliğe erişemediğini gören ve kıl payı seçilmesiyle cesaretlenen finans-kapital çevreleri, PT iktidarını alaşağı etmek için fırsat kollamaya başladı. İlk olarak ekonomik saldırı başladı. Petroldeki düşüş ve ABD merkezli kriz sonrası başlayan yabancı sermayenin tedirginliği Brezilya’yı vurdu. Dış dengenin kaybolması ve sermaye akışının zayıflaması ile birlikte Dilma önce kamu harcamalarını azaltarak kemer sıkmaya yöneldi. İşe yaramayınca PT’li Başkan teslim oldu. Merkez Bankası faizleri yüzde 14’ün üzerine yükseltti. Maliye Bakanlığı’na tanınmış neo-liberal ekonomist Joaquim Levy getirildi. Tahmin edilebileceği gibi Levy’nin musluğu ilk kıstığı yer sosyal yardımlar oldu. Rousseff’in yeniden başkanlığa seçilmesinden iki ay sonra ise bu sefer sahneye ‘renkli devrimciler’ çıktı. Liberal medyanın halkın öfkesi olarak yansıttığı, gerçekte küçük burjuva ve beyaz yakalı Brezilyalıların önderlik ettiği sokak gösterileri ülkeyi sardı. Tam bu anda PT’nin parlamentoda çoğunluğu kaybetmesi, darbe için zaman kollayan ABD destekli sermaye çevrelerine beklediği fırsatı sundu.

Görev süresinin bitimine 33 ay kala Dilma, 2014 başkanlık seçimlerinde Petrobras üzerinden kampanyasını fonladığı gerekçesiyle, ceza davası dahi açılmadan, bir parlamento oylaması ile görevden uzaklaştırıldı. Ana akım medyanın köpürtmesi ve sermaye emrindeki yargının tezgahladığı darbe sonrası Dilma’nın yerine Başkan Yardımcısı Michel Temer getirildi. Brezilya’nın ilk kadın Başkanı operasyon sonrası yaptığı açıklamayla durumu şöyle özetledi: “Şirketlerin istediği oldu.” Ağır rüşvet ve yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya olan Temer önce parlamento desteğiyle önce aklandı, hemen arından da ‘öteki Brezilyalılara’ fayda sağlayan politikalara saldıran neo-liberal programı devreye soktu.

Sermayenin aradığı kan

Halk desteğinin yüzde 5’te kaldığı Brezilya’nın en sevilmeyen Başkanı Temer’in darbe dönemi sona ererken, arkasında küçülmüş, yoksulluğun arttığı ve tamamen kutuplaşmış bir ülke bıraktı. Ülke, bir tarafta PT dönemindeki sosyal yardım sistemini özlemle anan ‘siyah’ Brezilyalılar diğer tarafta ise solcu iktidarın son kalıntılarını da söküp atmak isteyen ‘beyaz’ Brezilyalılar arasında bölündü. İşte 2018 Ekim ayında gerçekleşen başkanlık seçimlerine bu atmosferde girildi. PT’nin yeniden popüler lider Lula’yı aday gösterme kararı ise ikinci darbenin fitilini ateşledi. Yoksullara en ufak bir tavize tahammülü kalmayan sermaye ve emrindeki yargı, anketleri önde götüren Lula’ya karşı yolsuzluk davası tezgahladı. Mülkiyetinde olmamasına, hatta hiç uğramamasına rağmen Lula, kendisine rüşvet olarak verilen lüks bir konutu beyan etmemekle suçlandı. Apar topar karar çıkarılarak 10 yıl hapis cezasına çarptırılan Lula tutuklanırken, sermayenin yeni diktatörlüğünün önündeki son engel de kaldırıldı. PT, Lula yerine Arap kökenli olduğu için ‘Osmanlı torunu’ olarak bilinen Fernando Haddad’ı aday gösterdi. Ancak sağ kanattaki politik aktörler hala çok çeşitli, dağınıktı.

Ülkedeki kutuplaşma sonrası taraflar arasındaki gerginlik, sermayeyi, Brezilyalıları bütünleştirerek veya öyle gibi göstererek sert neo-liberal politikaları kahırsız uygulatacak bir ‘şef’ bulmaya yöneltti. Aranan kan, 1991’den beri parlamentoda Rio de Janeiro milletvekilliği yapan birkaç parti değiştirmiş eski Yüzbaşı Jair Bolsonaro’da bulundu. Suç oranını beyaz Brezilyalıları silahlandırarak çözmeyi öneren, kürtajı yasaklayacağını duyuran, Paris İklim Anlaşması’ndan çıkacağını beyan eden, İsrail elçiliğini Kudüs’e taşıyacağını ve ilk dış gezisini İsrail’e yapacağını bildiren Bolsonaro bir anda favori konumuna geldi. Eski Yüzbaşının övgüyle bahsettiği 1964-1985 yılları arasındaki askeri diktatörlük, taraftarlarının sloganı haline geldi. Kampanyası sırasında Juiz de Fora kentinde bıçaklanan ve bir haftalık istirahatin ardından propagandaya devam eden Bolsonaro, Evanjelik seçmenin gözünde politik bir Mesih’e dönüştü. Sosyal medya kullanımı (Propaganda ekibi, özellikle Whatsapp grupları kurarak milyonlarca kullanıcıya PT aleyhine yalan haber gönderdi) ile gençleri kazanan Bolsonaro, finans-kapitalin kalbini ise ‘gereksiz harcamaları durdurma’ ve piyasaya sıfır müdahale sözüyle fethetti. Piyasalar da bu mesajları karşılıksız bırakmadı. Bolsonaro’nun ilk ve ikinci tur zaferlerinin ardından Brezilya borsası yükseldi, ulusal para değer kazandı.

Generaller ve Chicago Boy

Bolsonaro’nun başkanlığa seçilmesi ile bugün Brezilya, eli silahlı generallerin sermayenin politikalarına bekçilik yaptığı bir ülkeye dönüşme riskiyle karşı karşıya. O Globo gazetesine göre Yüzbaşı’nın kabinesinde en az dört veya beş isim eski askerden oluşacak. Orkestranın şefinin Lula ve Dilma’ya kurulan komploların mimarı Onyx Lorenzoni olması beklenirken, Bolsonaro’nun harbiyeden öğretmeni olan CIA’in bölge şefleriyle içli dışlı ilişkilere sahip Augusto Heleno’nun da Savunma Bakanlığı’na getirilmesi öngörülüyor. Lula’yı tutuklatan Yargıç Sergio Moro Adalet Bakanı olmak için şimdiden istifasını sunarken, kabinenin gözdesi ise sermayenin sabırsızlıkla beklediği Chicago Üniversitesi mezunu olduğu için ‘Chicago Boy’ olarak tanınan ultra-liberal 69 yaşındaki ekonomist Paulo Guedes. Bolsonaro’nın maliyenin anahtarını teslim ederek ‘süper bakan’ yapacağı Guedes’in Brezilya’yı son refah devleti kalıntılarından arındıracağı kesin. Ancak yeni Başkan’ın işi sandığı kadar kolay değil. Yoksullukla yakından ilişkili suç oranını şiddetle bastırmak isteyen Bolsonaro’nun, sosyal politikaları tırpanladıkça, Evanjelist tabanı, eli silahında bekleyen general bakanları ve sermayenin baskısı arasında nasıl manevralar yapacağını zaman gösterecek.

[email protected]