Beyaz Saray’a giden yol paradan geçiyor

Dr. Murat Güzel / Bethlehem, PA
9.01.2016

ABD’de sadece son seçimlerde değil, 1970’lerden bu yana yapılan başkanlık seçimlerinin hepsinde, daha fazla maddi destek alan aday yarışı zaferle tamamlayarak, Beyaz Saray'a yerleşmiştir. Ülkenin gündemini çok yoğun şekilde ABD’nin Ortadoğu politikası ve iç güvenlik meseleleri belirliyor olmasına rağmen, ABD Başkanını Beyaz Saray’a götürecek mekanizma bu “sorunlara” iyi bir çözüm sunan aday olmayacaktır.


Beyaz Saray’a giden yol paradan geçiyor

ABD’de bu yıl kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri için partilerin aday adayları arasında tartışmalar devam ederken, özellikle ülke güvenliği meselesi ve Müslümanlar gerek Cumhuriyetçilerin gerekse Demokratların ana gündem maddelerini oluşturmakta. Aday adaylarının tartışmaları televizyon ekranlarında adeta bir “show” haline dönüşürken, iki taraf da ekranlarda üç kez karşı karşıya gelerek seçmen karşısına çıktılar.

Terör örgütü IŞİD’in yükselişe geçmesi ile hali hazırda ekonomik sıkıntı içinde olan Avrupa’da yükselen ırkçılığın bir yansıması olarak son seçimlerdeki sağcı partiler yükselişe geçmişti. Aynı gelenek ABD’de Cumhuriyetçi adayların söylemleriyle devam ediyor gibi görünse de, Hillary Clinton ismi başkanlık için öne çıkıyor.

Son anketlere göre emlak milyarderi Donald Trump yaklaşık olarak Cumhuriyetçilerin oylarının yüzde 40’ının desteğini alırken en yakın takipçisinden yaklaşık iki kat daha fazla destek görüyor. Trump kendi destekçileri tarafından adeta “Müslümanların ve mültecilerin istilası altındaki” ABD için bir kurtarıcı olarak görülüyorken, diğer Cumhuriyetçi adayları destekleyen seçmen ise Trump’a oy vermeyeceklerini söyleseler de kendisini samimi buluyorlar.

Demokratlar ise, Cumhuriyetçilerin seçim çalışmalarını getirdikleri ırkçılık noktasında, kendi kartlarını açarak bir karşı duruş halindeler. Hillary Clinton yaptığı konuşmalarda Müslümanlara sahip çıkıyor, diğer iki aday ise cami ziyaretlerinde bulunup sık sık Müslüman toplumla omuz omuza durarak desteklerini gösteriyor.

Trump’ın ve diğer Cumhuriyetçi adayların ABD halkına Müslümanlar üzerinden saldığı korkuya karşılık ise, Demokrat adaylar bir “Trump başkanlığı” korkusu ile daha ılımlı Cumhuriyetçilerin ve kararsız seçmenin oylarına talip.

Üç G değil para belirleyici

Seçim çalışmalarındaki heyecan bir Hollywood senaryosunun heyecanını aratmıyor gibi ama aslında işin gerçek kısmı bir işletme sorusu kadar sıkıcı.

Amerikan seçimlerinde tartışma, siyasal safları belirleyen ve şimdiye dek bütün seçimlerde sürekli tartışma konusu olan G’ler, yani God (tanrı), Gun (silah) ve Gay (eşçinsel) etrafında dönmesine rağmen, şimdiye kadar yapılmış seçimler gösteriyor ki aslında zafere giden yol buralardan değil adayların kampanyaları için topladıkları paradan geçiyor. Her ne kadar siyasetçilerin bu meseleler hakkındaki gafları yada gündelik siyasete dair yaptıkları tartışmalar ülkenin ana akım medyası tarafından en çok ekranlara taşınan konular olsa dahi, Beyaz Saray’a giden yol ne bu tür tartışmalardan geçiyor ne de bu tür tartışmaların galibi de başkan olabiliyor.

ABD’de son 45 yılda yapılan 11 seçimin sonuçları, daha çok bağış toplayan adayın yarıştan zaferle çıktığını ortaya koyuyor. Bu sebeple, başkan adayları bir taraftan televizyon ekranlarında Suriyeli mültecileri ya da Müslümanları tartışırken, diğer bir taraftan da bağış topluyor. Seçimlere daha bir yıl olmasına rağmen, siyasi bağışlar için rekabete çoktan başladı. 

Obama seçimi kaça kazandı?

Barack Obama’nın başkan olduğu seçimlere baktığımız zaman da bu geleneğin devamını görmekteyiz. Nitekim Obama, 2012 yılındaki seçimlerde 1 milyar 72 milyon 600 bin dolara yakın bağış toplarken, rakibi Cumhuriyetçi Mitt Romney 992 milyon 500 bin dolarda kalmıştı. Obama'ya 2008 seçim döneminde 746 milyon dolar civarı kampanya yardımı gelirken, Cumhuriyetçi aday John McCain’in kampanyasına yaklaşık 350 milyon 100 bin dolar bağışlandı. Obama, bu seçimlerden zaferle çıkarak ABD'nin ilk siyahi başkanı olarak tarihe geçmişti. 

ABD Federal Seçim Komisyonu'nun verilerine göre, 2015’in sonuna kadar en çok bağışı, Cumhuriyetçi aday adayı -adeta sülalesi ABD’yi yönetmiş- Jeb Bush ($128M) topladı. Bush'u, Clinton ($100 M üzeri) takip ederken, en fazla maddi yardım alan üçüncü ve dördüncü aday adaylarını Cumhuriyetçi Ted Cruz ve Demokrat Barnie Sanders oluşturmakta. Özellikle kulislerdeki bu seçimlerde bağışların ikiye katlandığı yönünde bilgiler yer alırken, Clinton bağış hedeflerini yükselterek bu rakamı 2 milyar dolara çıkarmış bulunmakta. 

Aday adaylarının henüz partileri tarafından aday olarak gösterilmemesine rağmen, finansal destek toplamak için daha şimdiden harekete geçmelerinin sebebi ise kısaca bahsettiğimiz gibi bağış miktarı ile oylar arasında doğru orantı olduğunu gösteren geçmiş seçim sonuçları. ABD’de sadece son seçimlerde değil, 1970’lerden bu yana yapılan başkanlık seçimlerinin hepsinde, daha fazla maddi destek alan aday yarışı zaferle tamamlayarak, Beyaz Saray'a yerleştiği görülmekte. 

Ülkenin gündemini çok yoğun bir şekilde ABD’nin Ortadoğu politikası ve iç güvenlik meseleleri belirliyor olmasına rağmen, ABD Başkanını Beyaz Saray’a getirecek mekanizma bu “sorunlara” iyi bir çözüm sunan aday olmayacaktır. Bu bağlamda bazı çıkar gruplarının başkan adaylarının seçim kampanyalarını önemli oranda etkilediklerini görebiliriz.

ABD'deki lobi ve çıkar grupları arasında özellikle ulusal silah lobisi ve İsrail lobisi başta olmak üzere bu yapılanmaların siyasete katacakları paranın, Başkanı seçeceği gözüyle bakılıyor. 

Başkan Barack Obama’nın iktidara geldiğinden beri adeta savaş açtığı silah lobisi Cumhuriyetçilerin en önemli gelir kaynaklarından biri olarak karşımıza çıkarken, İsrail lobisi daha pragmatik bir metod uygulayarak iki tarafı da etkileyebiliyor. Bunun da en net örneklerinden bir tanesini Başkan Obama’nın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile İran nükleer antlaşmasında karşı karşıya geldiğinde, bazı Demokrat senatörlerin Obama’yı değil de, Netayahu’yu desteklemesinde gördük.

Bu bağlamda, aynı kalibrede olmasalar dahi, Gülen yapılanmasının da siyasetçilere para akıtarak siyasetçileri etkisi altına almaya çalıştığı yönünde en son olarak da USA Today gazetesinde bir yazı kaleme alınmış ve Türkiye’de zaten bilinen bu çalışmaları ABD kamuoyu tarafından daha bilinir bir hale gelmişti.

ABD’de eçimler ve lobiler

 Devlet bütçesinden ciddi bir destek almadan bağışlar üzerinden kampanyalarını yürüten adaylar, bir nevi kendisini lobicilerin kucağında buluyor. Çünkü, devletin kampanya için yeterli ödenek vermediği ABD'de adayların, miyarlarca dolar tutan seçim çalışmalarında finansal desteği bu lobi ve çıkar kuruluşları tarafından tedarik ediliyor. Haliyle seçim kampanyasını daha iyi finanse eden aday, daha çok reklam ve daha çok mitingle daha fazla seçmene ulaşarak oylarını artırma imkanı sağlıyor.

Bu bağlamda Charles G. Koch ve David H. Koch, yani Koch kardeşlerin siyaset üzerindeki etkisi, klasik bir örnektir. ABD’nin en güçlü şirketlerinden birinin sahibi olan Koch kardeşlerin 2016 seçimleri için aday adayları mülakata tabi tutarak 900 milyon dolar civarında bir rakamı ayırıp, şimdiye kadarsa $100 milyon doları harcamayarak Cumhuriyetçileri desteklemesi kampanya sistemi üzerine tartışmaları tetikledi. Özelikle bu konu Demokratlar tarafından çok ciddi eleştiri konusu oldu ve buna karşı daha fazla para toplamak adına bir motivasyona dönüştü.

Ancak her seçimde katlanarak yükselen maliyetler, "adaylar bu kadar yüksek meblağlara ulaşan bağışları nasıl ve nereden topluyor" sorusunu da akıllara getiriyor. Bu noktada, ABD'de siyasi bağışlar, sadece FEC'e kayıtlı bireyler ya da PAC adı verilen siyasi eylem komisyonları yoluyla toplanabiliyor.

Siyasi bağış sistemi, dünyanın diğer yerlerine göre daha şeffaf yapıya sahip olsa da bireyler ile ticari kurumlara yönelik maddi sınırlamalardaki tutarsızlık dikkat çekmekte. FEC’in adaylara, bireysel bağışlar için koyduğu üst sınır, her seçim dönemi için 2 bin 700 dolar. Ancak seçmenler, PAC'ler yoluyla kişi başına 5 bin dolar civarında kadar katkı sağlayabiliyor. Bu rakamın bu sene kişi başına 350 bin doların üzerine çıkarılmasıyla bağışların siyaset üzerindeki korkunç etkisi daha da dikkat çeker bir hale geldi. 

Siyasete paranın karışmayı çok ciddi eleştirilere sebep olurken, diğer taraftan, siyasi bağışların ABD kanunlarıyla  korunma altına alındığı ve demokrasinin bir parçası olduğunu düşünenler ise kampanya desteklerine kısıtlamaları bir çeşit sansür mekanizması olarak görüyor. Yani, paranın siyasete girmesini bir kısıtlama olarak görüyor ve bunu anayasal haklarının engellenmesi şeklinde yorumluyorlar.

Seçimlerin, para ile bu kadar yakın ilişki içerisinde oluşu, aslında ABD içerisinde de büyük bir tartışma konusu, fakat lobilerin Kongre üzerinde çok etkisinin olduğu bir ülkede, henüz bu konuda  radikal bir değişiklik yapmak mümkün görünmemekle birlikte, paranın siyaset üzerindeki etkisini kısıtlamak yerine kişilerin ödeyeceği limitleri daraltıp daha geniş bir nüfusun verebileceği düzeye çekmek çok daha geniş kitleleri sisteme katarak Koch kardeşlerin yaptığı ani ve keskin çıkışları durdurup sistemi daha güvenli hale getirebilecektir..

ABD’de para ve siyasetin kol kola yürüyor oluşu ve belli başlı lobilerin siyaset üzerindeki büyük etkisi aslında ABD’nin filozof olan kurucu babalarının Amerikan anayasasının ve sisteminin temeli olarak ortaya koyduğu  adalet ve insani değerlerle  çatışmaktadır. Bu değerlerin bizim neden umurumuzda oluşu ise, evrensel insani noktalar üzerine inşa edilmiş olmasındandır. ABD’nin kuruluşunda ortaya çıkan değerlerine sahip çıkmak, sadece siyasal bir tercih yapmanın ötesinde, aynı zamanda farklı etnik grup ve dinlerin kendi alanları içerisinde kendi değerleri çerçevesinde bir yaşama alanı sunmasına da yardımcı olmaktır.. Bunun en güzel örneğini ise başkent Washington yakınlarındaki Amerika’nın en büyük camisini barındıran Diyanet Külliyesinde görebiliriz.

ABD’nin kurucu babalarının ortaya koyduğu prensipler, eski başkanlardan Richard Nixon’a da danışmanlık ve büyükelçilik yapmış Dr. Robert Dickson Crane’nin tanımıyla İslam da dahil olmak üzere bir çok farklı medeniyetten alınmıştır. Bu bağlamda bu değerlerin Amerika’da yaşayan insanlar tarafından sahip çıkılması ve korunması ABD’de adalet ve demokrasinin yayılması için önemlidir. Paranın siyaset üzerinde etkisi söz konusu olduğunda, seçimlerde para toplamaktan vazgeçilemeyeceği bir gerçek olmakla birlikte para miktarlarını düşürerek ve paranın siyasete girişinde bir adalet gözeterek mekanizmanın daha eşit bir şekilde yürümesine yardımcı olunabilir. ABD’nin dış siyasetinin sadece kendi bölgesinde değil, bütün dünyada etkili olduğu göz önünde bulundurduğumuzda, güçlü bir ülkede evrensel adalet ve insani prensipler çerçevesinde katkıda bulunmak ve siyasetine yön vermek sadece eleştirmek ve karşı çıkmakla olmaz diyebiliriz.

[email protected]