Beyaz Türkler Selo’yu neden bu kadar çok sevdi?

MUSTAFA ŞAHİN / Yazar
30.05.2015

Kod adı Selo. Kandil’e, İmralı’ya ve dağdaki ağabeyine vekâleten HDP’nin dönemsel ekran yüzü. Asil değil, vekil. Vekâleti de tam değil, yarım. Eşi var, eşsiz olan Serok! Birleşik bin bir sol fraksiyonun kamburu da vekâleten sırtında Selo’nun. Gülencilerin bile umudu.


Beyaz Türkler Selo’yu neden bu kadar çok sevdi?
“Maske takmak insana yüktür, hem taşıyana hem anlamaya çalışana “

Kod adı Selo. Kandil’e, İmralı’ya ve dağdaki ağabeyine vekâleten HDP’nin dönemsel ekran yüzü. Asil değil, vekil. Vekâleti de tam değil, yarım. Eşi var, eşsiz olan Serok! Birleşik bin bir sol fraksiyonun kamburu da vekâleten sırtında Selo’nun. Gülencilerin bile umudu. Bilen bilir, vekâletin yükü ağır olur ve Stalinist örgütlerde vekil de asil de bir hiçtir. PKK türü lider kültüne tapınılan, Stalinist-Nasyonalist, tekçi örgütlerde insan yok örgüt vardır. Bu tarz kıyıcı örgütler hiyerarşisinde olmadık pozisyonlara atananlar bizatihi bir değer olmadıklarını bilirler. Muvazzafken de infaz edildiklerinde de hiç olduklarını bilirler. Karanlık odalarda tasarlanan, projelendirilen bu örgüt mensupları köy odasını basabilir, köylüyü silahla rehin alabilir, yol kesebilir ama yol açamaz, adam gibi köy odasında oturamaz. Yani bu örgütler tabii cemiyet hayatına tek bir şahsiyet kazandıramaz. Zira propaganda cihazları insani değer üretemez.

Bu tarz örgütler mantaliteleri gereği değer üretmeye ayrılacak emeği gereksiz, lüzumsuz ve israf olarak görür. İhtiyaç duyarlarsa muvakkaten değer üreteni kiralayacaklarını, hatta rehin alacaklarını düşünürler. Tıpkı tebalarından mutlak teslimiyet isteyen ve güç devşirdikçe zamanla katı bir örgüt hiyerarşisine evrilen cemaatlerde olduğu gibi. Kendilerinin bir şey üretmesi, bir öneri getirmesi gerekmiyor. Hazır değer, fikir üretenler varken onların emeğini bedavadan yemek yerine değer üretmeye, kafa yormaya gerek yoktur.

İki eli kanda siyaset!

Selo’nun rakıcı solcu eskilerinden de onaylı vekâletnamesi dağdan, kırsaldan ve adadan tasdikli. Her an devirebileceği masaya bir fikir, bir öneriyle oturması gerekmiyor. İcazet aldığı solcular kafayı sıyırdı. Hepsine Tayyip düşmanlığı yetiyor. Düşman ya indirilmeli ya durdurulmalı. “Se-ni baş-kan yap-tır-ma-ya-cağız”. Misyon bu. Bu üslupla bunca Gezici, Kandilci, Kemalist, Lümpen Devrimci, Kürtçü muhalif hınç ve öfkeyi başına topluyor. Beyaz Türkler bile Selo’yu dizlerinde sektiriyor. “Adamın dibi” diyorlar.

Hem Gezici güruhun hem serhildancıların ortak yatırımına dönüştü. Beşiktaş’ı ateşe verenlerle Ben-u Sen mahallesini ateşe veren çocuklar için ondan bir ütopya örüyorlar. Baronlar bu kez zar diye onu attılar masaya. Onlar her daim hini hacette kullanmak üzere yan ve yörelerinde bu tarz yedek anahtarlara ihtiyaç duyarlar. Çaldıklarını muhafaza etme kaygısı bile bunu gerektirir. Birlikte bir kahve/mırra içmeyecek ağalar/beyler yanı başlarında bu tarz muhafızlar istihdam eder.

Seçim öncesi kendini ele veren derin koalisyon belli ki birilerinin son kozu. 1980-2002 arası kan ve gözyaşıyla birçok hükümetin devrilmesinde birinci amil oldu dahili harici baronların bu taşeron firması. Ne vakit kaos, kriz, kan ve gözyaşı gerekmişse iki eli kanda olsa bile ‘önderlik’ düğmeye, tetikçiler tetiğe basmıştır.

Uğur Mumcu’dan Turgut Özal’a Gordionu çözmek hatta anlamak isteyen herkesi düğümü çözecek, sırrı faş edecek diye refüze ettiler. Şimdi HDP ve Selo eliyle hem düğümün üstüne düğüm atıyorlar hem de sorundan besleneni sorunun kendisi haline getiriyorlar. Selo bundan da mutlu. 

Selo’ya el verenler diyor ki; biz 68’in, 78’in devrimcileri olarak çok yararlıklar gösterdik ama kitlelerle buluşmayı başaramadık ve sandıkta binde birlerde kaldık, sen aş barajı, sonra sosyalizme bakarız. Kırgınlar ama “düşmanımın düşmanı” diye omuz veriyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında “Gezi direnişinde darbeyi gördüm” demişti de Gezici, lümpen devrimciler hışımla lanetlemişlerdi. Dozerlerin önüne yatan “ada kuryesine” rağmen...

Ekran yüzü eşbaşkanın dili terbiye edilmemiş ama zırhlanmış. Özsaygısı olmasa da özgüveni var. Bilgisi yok, fikri var. Vekaletli avukat, aktivist, sosyalist. Dağın da şehrin de sırrına vakıf. İfade gücü fena değil. Bir zekâ karışımı olarak sunuluyor. Ödevini de yapıyor. Tavında dövüyor lafı. Kendini kendi eliyle kıvama getiriyor, coşturuyor ve lafı gediğine koyuyor. Öyle ki, bunu kendi kendine bile yapıyor. Yani kendi lafına bile laf sokuyor.

Eli kanlı retçi

Dili, sosyal medya dili. Esprileri tek kullanımlık. Kültürel referans değeri yok. Her söylediği ayaküstü. Gelenekten, mirastan hissedar değil. Folklor, koku, tat yok. Küçük harfle ‘sırrı’ bile değil. İlla yakacak kendini. Türkiye’ye nüfuzu bir yana, Kürtlerin kültürel değerlerinden hiçbirine bir atıf yok dilinde. Agresif, sinir bozan, zehir saçan, kışkırtıcı, intikamcı ve silme örgütsel politik bir dil. Laf sokmayı fikir beyanı sanıyor. Bu üslup ergenler arası iş görür ama hiçbir mecliste kimseye hürmet getirmez, itibar kazandırmaz. Zira insanlar konuşmacının ne dediğine baktıkları gibi nereden konuştuğuna da bakarlar.

Eşbaşkan Selo, hazır konserve laflarını servis ettikten sonra, ardı sıra bir de dönüp bakıyor lafına. Lafın nereye gittiğine değil de kendinden nasıl çıktığına hayret eder gibi. Ve her seferinde her ne görüyorsa gülümsüyor. Yer aldığı projeyi en iyi o biliyor. Kalıplaşmış laflara, dalaşmaya, sinir harbine, lastik yakmaya epey alışkın. Belli ki öğretmenlerine dahi ayar vermiş. Muhatabının düşemeyeceği seviyeyi biliyor ve çamura yatıp ‘hadi gel’ diyor. Duracağı bir yer yok. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Yüz danışmanını da al gel, birlikte ekrana çıkalım” diyor. Başbakan Davutoğlu’na “Sen de bize oy ver kurtul” diyor.   

Devirmeyeceği çam, kırmayacağı cam yok. Kobani sonrası gösterdi hamurunu. Vicdani retçi görünümle ateşe verebileceğini gösterdi sokağı. Verilen 40 bin cana 52 ölü can daha kattı. Lafı bile olmadı. Şiddet çağrısıyla ölümlerine doğrudan sebep olduğu çocuk annelerine ‘özür dilerim’ bile demedi. Nasılsa bir işaretiyle “öl de ölelim” diyecek ve kaybedeceğini kaybetmiş, geleceksiz nice çocuk var. Önderliğe feda edilecek binlerce genç beden var. Başka kimin var, öl dese ölecek kurşun askeri. Akdeniz’de Mavi Marmara gemisine İsrail askerleri indiğinde PKK militanları da eş zamanlı olarak Amanos’tan inmiş ve İskenderun’da kanlı bir saldırı yapmışlardı. Dar, zor ve kritik zamanlarda kumaş salıyor kendini.

Geç kalmış Gezici

Tekrar ona gelelim. Teori bilmese de pratiği var. Şiddetsiz bir surata sahip. Şehirli ahali nezdinde bile o hınzır gülümsemesiyle iş yaptı. Lafa parende attırabiliyor. Gidenler, ölenler, kalanlar kimin umurunda dercesine. Batıya, doğuya, dağa, şehre ayrı bir dil ve tarz geliştiriyor. Güneydoğu’da “sen bunun manasını bilirsin” notuyla beraber evlere Sırp Çetniklerinin bayrağındaki kuru kafalı tehdit mektupları gönderiyor batıda Gezici güruhun ruhunu zapt ediyor. Kutsalsız örgütün boyun eğdiği hegemonyaya teba olmanın gereği olarak her tür vandal, azgın, sapkın, kaotik gruba aynı anda kucak açıyor.

Yüzü başkalarının acısının tadını çıkarıyor. Materyalist örgütün kutsaldan arındırarak özgürleştirdiği ve aldığı o ırkçı aşıyla dağa çıkarabildiği, sokakları ateşe verebildiği o genç kitleye artık başka kimsenin ulaşamayacağından emin. Ölüme gözü kapalı gönderecek, canlı bomba olacak adamın varsa gerisi çorap söküğü. Selo bunu biliyor. Gezi’de espriyi havada kapan, o orantısız zekâ küplerine, o baş edilmez ateş toplarına, Taksim’den Tahrir çıkaracak olan çapulculara pabucu ters giydirecek kadar. Onlar tomanın tazyikine bile dayanamadı. Ve onlar enerjilerini tomaların önüne döküp evlerine gitti. Selo ise topluyor. Çarşıya karşı çıktığı halde. Bir emir eri olmasa belki o da bağlamasıyla Gezi’ye çıkar, sosyalist devrimi hızlandırır, tarihi sürüklerdi. “Solun kâbesi Taksim”de bütün avazıyla, haydin hep beraber Çav bella, çav çaav çaaav... Kızıl ordu korosunun şefi ya da mahmur kampı gece bekçisi olarak.

Selo bir buluş, bir merhem. Dağı da biliyor şehri de. Türkü barlarda şansı daha çokken okumuş avukat olmuş, hak ve özgürlüklere adamış kendini. Örgüt keşfetmiş ve şimdi jilet gibi, ustura gibi bir siyasetçi. Gezi’de darbeyi gördü ama treni kaçırmadı. Orada işe yarar bir meşruiyet alanı olduğunu da gördü. Belki de Gezideki kusurunun özrü olarak Taksim’e “Kâbe” dediği içindir ki o gün “saza niye gelmedin” diyenler bugün onun sazına, sözüne gidiyor.

[email protected]