20 Ocak'ta göreve gelen Biden yönetimi, bir yandan Çin'i çevreleme politikasıyla bölgedeki güç dengesini lehine çevirmeye çalışırken, öte yandan "karşılaşma değil, rekabet" perspektifiyle yeni bir ilişki dengesi kurmaya çalışıyor.
Hakan Çopur / Araştırmacı, Yazar
Henry Kissinger'ın Soğuk Savaş döneminde SSCB ile ABD arasındaki rekabette teraziyi Washington lehine çevirebilmek için ilişkileri iyileştirip geliştirdiği Çin ile bugünkü Çin arasında dünyalar kadar fark var. 2000'lere kadar küresel siyasetteki yerinin neresi olacağı sürekli tartışılan, ancak her zaman geriden gelen güç olarak görülen Çin, artık ABD'nin orta-uzun vadedeki en ciddi küresel rakibi durumunda.
Karşılaşma değil, rekabet
Çin'in teknolojik ve ekonomik anlamda orta-uzun vadede ABD'yi geçeceğini kabul eden uzmanların sayısı artarken, bazıları ise askeri alanı da buna ekliyor. Son yıllarda giderek artan bir hızla Çin, "ABD'nin en güçlü küresel rakibi" haline geldi. 20 Ocak'ta göreve gelen Biden yönetimi, bir yandan Çin'i çevreleme politikasıyla bölgedeki güç dengesini lehine çevirmeye çalışırken, öte yandan "karşılaşma değil, rekabet" perspektifiyle yeni bir ilişki dengesi kurmaya çalışıyor.
Ana başlık Çin
Biden yönetimi, başa gelen her yönetimin yaptığı gibi ABD'nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesini güncellemek üzere çalışmalara başladı ve geçen ay "Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzunu" yayımladı. Kılavuzun vurguladığı ana başlıklardan biri, "Çin'in ABD'nin küresel düzlemdeki en ciddi rakibi olduğu" konusuydu. Rusya'yı "halen yıkıcı etkiler yaratabilecek bir güç" olarak tanımlayan belgede, asıl rekabetin Pekin'le yaşanacağı ve ABD'nin buna hazırlanması gerektiğinin altı çizildi. Bu noktada geleneksel teknolojiler yerine en ileri düzey teknolojilere, siber alana ve uzay teknolojilerine yatırım yapılması gerektiği vurgulandı. ABD'nin askeri ağırlık merkezini Ortadoğu'dan Hint-Pasifik bölgesine ve Avrupa bölgesine kaydırması gerektiği tavsiye edildi. Elbette bu bölgelerde ABD'nin "rakiplerinin" hangi ülkeler olduğunu söylemeye gerek yok.
İç politikayı da etkiliyor
ABD'nin gelecek yıllarının politikalarını belirleyecek olan strateji belgesinde, ABD-Çin rekabetinin artık sadece bir dış politika konusu olmadığı, aynı zamanda bir iç politika meselesi de olduğunun altı çizildi. İki ülke arasındaki özellikle ekonomik ve ticari karşılıklı bağımlılık ilişkisi, Washington'ın bu konuyu neden aynı zamanda bir iç politika meselesi olarak gördüğünü net bir şekilde açıklıyor.
Öte yandan Biden yönetimi, Amerikan çıkarlarını savunmanın ABD sınırlarını savunmanın çok ötesinde olduğunu ve hatta bu sınırların Çin sınırına dayandığını gayet net bir şekilde görüyor. Bu yönüyle hem dünya genelindeki askeri ağırlık merkezini Hint-Pasifik bölgesine kaydırma (ki bu yaklaşım esasen Obama döneminde başlamıştı), hem de QUAD (ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya'dan oluşan dörtlü ittifak) gibi müttefiklikleri güçlendirerek Çin'i bölgesinde siyaseten çevrelemeyi amaçlıyor. Bu amacı gerçekleştirmek elbette yazıldığı kadar kolay değil çünkü her ülkenin Çin'le belli ölçüde var olan ikili ilişkileri ABD'nin "müttefikleri artırma" politikasını zorlayacak gibi gözüküyor.
Alaska'daki maç
18-19 Mart'ta Alaska'da ilk kez bir araya gelen Biden yönetiminin en kıdemli diplomatları ile Şi Cinping'in en kıdemli diplomatları, kameralar önünde bilek güreşiyle başlayan iki günlük görüşmelerden somut bir sonuç elde edemeden ayrıldı. Esasen somut bir sonuç arayışından ziyade tarafların kendi pozisyonlarını en açık şekilde ortaya koydukları bir boks maçını andıran görüşmeler için berabere bitti denilse yanlış olmayacaktır. Açılış sekansında kameralar önünde Çin'in insan hakları karnesini ağır sözlerle eleştiren, Sincan'dan Hong Kong'a ve oradan da Pekin'in kurallara dayalı uluslararası sisteme verdiği zararlara vurgu yapan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, yine kameralar karşısında cevabını aldı. Çin'in en kıdemli diplomatı sayılan Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Yang Cieçı, ABD'deki demokrasinin Çin'e ders veremeyecek kadar defolu olduğunu yine kameralar önünde söyledi.
Gergin başlayan görüşmelerin kalan bölümleri basına kapalı yapılırken, toplantıların sonunda ABD medyasına konuşan Blinken, "Çin'le ilgili tüm endişelerimizi açık bir şekilde dile getirdik, bundan sonra da getirmeye devam edeceğiz" mesajı verdi. Çin'de adeta kahraman gibi karşılanan medyasına konuşan Çinli diplomatlar "verimli bir temas oldu, ancak farklı düşündüğümüz konuları da ortaya koyduk" şeklinde demeçler verdiler. Alaska soğuğunda yapılan bu ilk temaslar, iki tarafın da karşılıklı olarak birbirini tarttığı ilk resmi müzakere olarak kayıtlara girerken, Pekin'in artık Washington'dan bahsederken "eşit seviyedeki iki paydaş" gibi konuşması dikkat çekti.
Pekin ve Ortadoğu
Biden'ın kabinedeki işleri ilgili bakanlara delege ettiği paylaşımcı yönetim biçiminde Blinken, ABD'nin dış politikadaki baş aktörü olarak dikkat çekiyor. Trump döneminde müttefiklerle bozulan ilişkileri tamir etme, diplomatik kurumları yeniden etkin şekilde işler hale getirme, diplomasiyi ilişkilerin ana ekseni yapma gibi mottolarla yola çıkan Biden yönetimi, şu ana kadar Pekin'e karşı hem bölgesel hem de uluslararası müttefikleri artırma konusuna ağırlık vermiş durumda. Gerek Blinken ile Savunma Bakanı Lloyd Austin'in ilk yurt dışı ziyaretlerini Japonya ile Güney Kore'ye yapmaları (Austin ardından Hindistan'ı da ziyaret etti), gerekse aynı hafta içinde Biden'ın QUAD liderleriyle ilk çevrimiçi liderler toplantısını yapması adeta ABD'nin Çin'e karşı net diplomatik mesajları olarak okundu. Nitekim Çin de bu adımları hasmane bulduğunu açık bir şekilde dile getirdi.
Buna karşılık Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye ile beraber Bahreyn ve Umman'ı kapsayan geniş Ortadoğu turuna çıkması birçok yönüyle dikkat çekti. Kuşkusuz Çinli diplomatın Türkiye'yi ziyaret etmiş olması ABD-Çin rekabetinde Ankara'nın Pekin'in yanında ve/veya Washington'ın karşısında olduğu şeklinde yorumlanamaz. Ancak Çin'in sadece kendi bölgesindeki komşu ülkelerle değil, son yıllarda Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle de yakın temaslar kurması küresel rekabet filmi içinde önemli bir sekans anlamı taşıyor.
İnsan hakları kartı
Diğer yandan Biden yönetiminin ilk günden itibaren başta Çin ve Rusya olmak üzere dış politika yapım süreçlerinde insan hakları ve demokrasinin önemine vurgu yapması dikkat çekiyor. Trump döneminden miras aldığı "Çin'in Sincan'da Uygur Türklerine uyguladığı insan hakları ihlalleri soykırımdır" politikasını aynen muhafaza eden Biden yönetimi, her fırsatta Sincan'ın ve "soykırım" uygulamalarının altını çiziyor. Benzer şekilde Hong Kong ve Tavyan'daki son duruma ilişkin endişelerini de sürekli dile getiren Washington, Myanmar'daki askeri darbe konusunda da Çin'den tutarlı bir adım bekliyor. İki aylık süre içinde özellikle Sincan bağlamında çok sayıda Çinli yetkiliye yaptırım kararı alan Biden yönetimi, benzer konu başlıkları dolayısıyla bu tür yaptırımlarına devam edeceğini vurguluyor. İddiaları reddeden ve ABD'nin insan hakları yaklaşımını samimiyetsiz bulan Pekin ise Washington'ı siyasi davranmakla suçluyor.
İş birliği imkanları
Ancak tüm bu olumsuz gibi gözüken tablonun bir yanına, ABD ile Çin'i aynı masada buluşturabilecek iklim değişikliği, Kovid-19'la mücadele ve ikili ticaret gibi bazı konu başlıklarını da not etmek gerekiyor. Nitekim Biden da Blinken da Çin'i "karşılaşılması gereken bir düşman" olarak değil, "küresel ölçekte sıkı rekabet edilmesi gereken bir rakip" olarak gördüklerini beyan ediyor. Hatta Blinken, bir konuşmasında, "Çin'le işbirliği yapmak isteyen müttefiklerimizi 'ya onlar, ya biz' gibi bir ikilime sokmayacağız" ifadesini kullanmış; Pekin'le ortaklıklar yapılmasına tamamen karşı olmadıkları mesajını vermişti.
Tüm bu gerçekler ışında açık ve net olan konu şu ki; ABD yönetimini veya yönetimlerini Çin'le rekabette zorlu geçecek uzun yıllar bekliyor. Bazı alanlarda işbirliği ve ortaklık yapsalar da bu iki ülke küresel rekabette birbirlerine üstünlük sağlayabilmek için ekonomik, teknolojik, diplomatik ve hatta belki de günün birinde askeri araçları kullanmaktan geri durmayacak. Bu zorlu rekabette özellikle teknolojik üstünlüğü elinde tutan gücün diğer alanlara da hakim olması daha olası gözüküyor. Şu an üstünlüğü elinde tutan ABD'nin bunu koruyabilmesi için bugüne kadar olduğundan daha güçlü adımlar atması ve atılımlar yapması gerekiyor. Yoksa 2030'lardan itibaren başka hikayelerin okunduğu farklı bir uluslararası düzene hep beraber merhaba diyebiliriz.