Bildiğiniz üzere dünyanın sonu geliyor!

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü
22.07.2025

The Life of Chuck/ Chuck 'ın Hayatı, eleştirmenlerden olumsuz yorumlar almasına rağmen, bu yılki önemli festivallerde konuşulacağını kanıtladı. Üstelik prestijli Toronto Film Festivali'nin seçkisinde izleyici ödülü alarak herkesi şaşırttı. Sıradan hayatlarımızın aslında ne kadar benzersiz olduğunu vurgulayan bu film, izleyicisine çok daha fazlasını vaad ediyor. Yaşamın anlamını sorgulatıyor, doğa ve evrenle bağımızı, sorumluluklarımızı parmak sallamadan anlatıyor.


Bildiğiniz üzere dünyanın sonu geliyor!

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü

Teksas'ta yaşanan sel trajedisinin ardından bir çok Amerikan haber kuruluşunun attığı başlık aynıydı.

"Kim Suçlu?"

Dünyanın başına gelen her felaketten sonra konuşulan, sorulan alışıldık sorgulamalar bunlar. Yanıt hepimizin bildiği gibi: İnsan.

Adem'den bu yana doğanın yükünü omuzlarında taşıyan insanlık, artık doğayı değil, kendi sonunu taşıyor. Küresel ısınma, yangınlar, seller, depremler, obruklar... Doğa suskunluğunu bozdu. Alarm veriyor. Ama biz hâlâ tüketiyoruz. Hâlâ hızlanıyoruz. Hâlâ anlamıyoruz.

Tam da bu karanlıkta, The Life of Chuck / Chuck'ın Hayatı'nı izledim. Amerika Birleşik Devletleri'nde geçtiğimiz Haziran ayında vizyona giren, bizde de Eylül ayında gösterime girmesi beklenen film hayatı kutluyor.

Stephen King'in 2020 tarihli kısa öyküsü If It Bleeds'ten yönetmen Mike Flanagan tarafından uyarlanan filmde, bir insanın ölümüyle dünya sona eriyor!

Bir adamın ölümüyle biten dünya

Film, üç bölümde, sondan başa doğru anlatılıyor. Başrolde Tom Hiddleston'un canlandırdığı Chuck, sıradan bir muhasebeci. Ne kahraman, ne kötü bir adam. Sıradan, benim senin gibi... Onun sonu, dünyanın da sonu oluyor.

Chuck'ın Hayatı'nı nadir ve güzel bir şey olarak tanımlayabilirim. Evliliği, işi ve ailesiyle mutlu ya da mutsuz olup olmadığı önemli olmayan Chuck, 39 yaşında beyin tümörü nedeniyle ölüyor. Bu sırada dünyada elektrikler kesiliyor, internet çöküyor, obruklar açılıyor, gökyüzü kararıyor. Kaliforniya yok oluyor. Bu felaketler o kadar doğal ve sakin anlatılıyor ki, insanlar kadere teslim olmuş gibi rahat davranıyor. Garip bir ruh hali.

Bu anlatım, metaforik olduğu kadar rahatsız edici de. Çünkü insanlığın doğayla kurduğu bağın ne kadar kırılgan olduğunu kanıtlıyor. Filmde bir günün uzunluğu değişiyor, zaman yavaşlıyor. Çok güçlü birmetafor değil mi?

Artık bir gün; 23 saat 56 dakika, bilmem kaç küsur saniye değil, 24 saat 2 saniye.

Yani zaman bozuluyor. Doğa ritmini kaybediyor. İnsan ortada kalakalıyor. Ama sakin seyrediyor yok oluşunu. Bu bana aslında yaşamın içinde o koşturmacanın verdiği meşkuliyetlerle farkında olmadığımız, ölümesessiz boyun eğişimizi anımsattı. Dışarıda fırtınalar kopuyor ama içerde bir yerlerde o teslimiyet var hep.

Chuck'ın Hayatı: Sıradanlığın içindeki kozmik değer

Yönetmen Flanagan, Stephen King'in original öyküsüne sadık kalmış. Daha önce King uyarlaması yaptığı için yazarı iyi tanıyor. Kitapta olduğu gibi Chuck, ilk olarak hiçbir şey satmayan anlamsız bir reklam panosunda görünüyor. Sadece bir masada oturmuş, dünyaya gülümseyen takım elbiseli Chuck'ın fotoğrafında bir elinde kupa, diğerinde kalem var. Reklam panosunda "39 Harika Yıl!" ve "Teşekkürler Chuck!" yazıyor. Yaşadığı 39 harika yıl için Chuck'a teşekkür edilen bir reklam.

Televizyonlarda, reklam panolarında Chuck'ın reklamı dönüyor. Film bize, Chuck ile ilgili bilmek istediğimiz tek şeyi, yani dünyanın sonu gelirken yüzünün neden her yerde olduğunu ise asla söylemiyor.

İnsanın evrenle bağı: Mikrodan makroya

Stephen King denince aklımıza genellikle korku türü eserler gelir. Onun eserlerinden sayısız uyarlama yapıldı ve her biri dikkat çekti. Ancak Chuck'ın Hayatı, korkudan çok felsefeye yaslanan nadir işlerden biri; bireyin evrendeki yerini derinlemesine sorguluyor.

Yaşam, belki de sadece birkaç çocukluk anısı, mezuniyet balosunda çalan bir şarkı ya da bir dansta gülümseyip yakalanan o kısıtlı andan ibarettir. Sıradan gibi görünse de her hayatın sonu yıkıcıdır. Çünkü her insan, kendi içinde kocaman bir mikro evrendir. Ve bu evrenler birer birer söndüğünde, büyük evren de kararıp yok olur. Ne kadar çarpıcı, değil mi?

Filmin ilk perdesinde bir sınıfta Walt Whitman şiiri okunuyor. O dizeler arasında aklımda fırtınalar koparan şu cümle yer alıyor:

"Ben çoklukları barındırıyorum."

King'in felaket anlayışı: Doğaüstü değil, insan kaynaklı

Stephen King'in dünyasında felaketler, sıradan rastlantılar ya da doğaüstü varlıkların işi değildir. Onun kaleminde felaket, insanın kendi bilinçsizliği, bencilliği ve kontrolsüz tutkularının kaçınılmaz sonucudur.

Örneğin, The Stand kitabında küresel bir salgının yıkıcı etkileri sadece biyolojik bir felaket olarak ele alınmaz. Kaynağı, insanın bilim karşısındaki açgözlülüğü ve ihmalkârlığıdır. Salgının dünyaya yayılması, insanlığın kendi yarattığı bir krize dönüşür. King burada, doğa ve bilim dengesiyle oynayan insanın kendi eliyle şekillendirdiği yok oluşu gözler önüne serer.

Under the Dome'da doğaüstü bir görünmez kubbealtında kapana kısılan küçük bir kasabanın hikâyesini anlatır. Ancak bu tutsaklık, aslında insanın kendi içinde yarattığı kaos ve ahlaki çöküşün sembolüdür. Kubbe, sadece fiziksel bir engel değil, toplumun kendi kendine ördüğü duvarların metaforudur. King, doğaya verilen zararın toplumsal yapıyı nasıl esir aldığını ustaca gösterir.

Cell romanı ise teknoloji çağının karanlık yansımasıdır. Teknolojinin kontrolsüz kullanımı, iletişimin yozlaşması ve bunun yol açtığı sonuçlar, küresel çapta bir kaosa dönüşür. Cep telefonlarının tetiklediği bu küresel yıkım, insanın kendi elleriyle ördüğü tutsaklık zinciridir. King burada, teknolojinin felaketlere açılan kapı olabileceğini göstererek modern dünyanın korkularını yansıtır.

Ve The Life of Chuck... Bu eserde Stephen King daha derin bir felsefe yapar. İronilerle süslediği felaket anlatılarının sonunda asıl sorumlu olarak insanın kendisini, yani kendi ölümünü gösterir.

Evet...

Belki de en büyük felaket, kendimizin yok oluşudur.

Ve asıl kurtuluş, farkında olduğumuz her küçük anı hakkını vererek yaşamaktır.

Kendime Notlar

�� Chuck'ın Hayatı, sıradan bir adamın hikâyesi.

�� Kıyamet bir gün de değil; her gün binlerce kıyamet kopar.

�� Zaman bozulursa; insan ritmini kaybeder, doğa intikamını alır.

�� Anlam, hayatın sıradan anlarında gizlidir.