Bilgi ekonomisine uygun yüksek öğretim sistemi?

Prof. Dr. Davut Kavranoğlu - Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı
1.06.2013

Merkezden bütün üniversitelerin ‘yönetilmesini’ amaçlayan tek tipçi YÖK kapatılmalıdır. Yerine yükseköğretimde standartları belirleyen, denetim ve performans değerlendirmesi yapan, yükseköğretimi ülkenin ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre teşvik mekanizmasıyla yönlendiren yeni bir kurum oluşturulmalıdır.


Bilgi ekonomisine uygun yüksek öğretim sistemi?

Üniversitelerin seviyeleri bir ülkenin bulunduğu medeniyet ve kalkınmışlık seviyesi ile çok yakından ilgilidir. Dünya çapında bir bilim iklimine sahip olmayan bir ülkenin, dünyanın önde gelen ve kalkınmış ülkelerinden birisi olması mümkün değildir.  

Dünyanın önde gelen ülkelerine baktığımızda, bu ülkelerin aynı zamanda dünyanın önde gelen üniversitelerine ve bilim insanlarına da sahip olduklarını görüyoruz. Güney Kore, Singapur, Çin gibi dünya sıralamalarında yükselmekte olan ülkelere baktığımızda da yine görüyoruz ki üniversiteleri dünyanın önde gelen üniversiteleri listesinde ön sıralara doğru yükselmeye başlamıştır. Bu bir rastlantı değildir. Günümüz dünyasında bunun bir istisnası da yoktur. Ne kadar bilim, o kadar teknoloji, bilgi toplumu ve o kadar kalkınma! Biz burada ‘bilim’ ile şüphesiz sadece fen bilimlerini değil, sosyal bilimlerin de dâhil olduğu bütün bilimleri kast ediyoruz.

Türkiye’nin girmiş olduğu iddialı kalkınma hedefleri olan ve kısaca 2023, 2053, 2071 hedefleri olarak adlandırılan hedefler ile yükseköğretim sisteminin nasıl bir ilişkisi vardır? Bu hedefler ile üniversiteler ne kadar yakından ilgilidir? Türkiye’nin arzulanan medeniyet ve refah seviyesine gelebilmesi için nasıl bir üniversite sistemi olması gerekir? Bunların hepsi can alıcı ve hayati öneme sahip sorulardır ve doğru bir şekilde cevap ve uygulama bulmaları büyük öneme sahiptir.

12 Eylül düzenlemeleri

12 Eylül darbe yönetimi YÖK düzenini bütün üniversiteleri Ankara’dan yönetebilmeyi ve kontrol altında tutmayı amaçlayan, bilimi öncelemekten ziyade üniversiteleri “liseden sonra gidilen bir mektep” olarak gören bir zihniyet ile kurmuştur. Bir düzeni en iyi o düzenin netice verdiği ürünler ile değerlendirebiliriz. Peki, bu sonuçlar nelerdir? 

Türkiye Mersin Akkuyu ve Sinop’ta iki tane nükleer enerji santrali kuruyor ve toplam 40 milyar dolarlık bir yatırım yapıyor, fakat Türkiye’de nükleer enerji konusunda bilgi, birikim ve teknolojiye sahip bir tane bile üniversitemiz yok. Türkiye ilaç için her yıl milyarca dolar harcama yapmaktadır fakat dünya çapında ilaç teknolojisinde öne çıkmış üniversitemiz yok. Dünya çapında özgün ekonomi modelleri ile öne çıkmış üniversitelerimiz yok... Dünya çapında sosyal bilimler konusunda referans üniversitelerimiz yok. Nobel ödülü almış bilim insanlarımız yok... Kısacası bilimde Türkiye olarak ve Türk üniversiteleri olarak dünya radarında görünmüyoruz. Bunun yanında ve bu duruma rağmen, dünyanın önde gelen üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde çok parlak Türk bilim insanlarımız vardır. Türkiye’de de her şeye rağmen büyük fedakârlıklarla parlak başarılar gösteren bilim insanlarımızın varlığını gözlemek bize gurur vermektedir. Üniversitelerimizin önünün açıldığında ne gibi güzel gelişmeler olacağını tahmin etmek çok da zor değil.

Türkiye’nin son yıllarda göstermiş olduğu özgüven ve istikrarlı yönetim altında Türkiye dünya devletler ailesi içerisinde, tarihine, kimliğine uygun, layık olduğu saygın konumu tekrar elde etme kararlılığında davranmaktadır. Bu vizyon ve kararlılığın hedefine ulaşması için Türkiye’nin bir an önce bu vizyonu taşıyacak ve ona ulaşılmasını mümkün hale getirecek geçişi sağlaması elzemdir. Bu dönüşüme kısaca Türkiye’nin var olan geleneksel ekonomik ve sosyal yapısından bilgi ekonomisine geçiş diyoruz. Bilgi ekonomisine geçiş için bir bütün olarak devlet yapısının bilgi ekonomisinin gereklerine göre değerlendirilmesi ve aksayan kurumlar ve kuruluşların esaslı bir şekilde gözden geçirilip yeniden yapılandırılması ve bazı yeni kurumlar ve yöntemler ortaya konulması gerekmektedir. Bu geçişin en önemli adımlarının başında yükseköğretim sisteminin bilgi ekonomisine geçişin gereklerine göre esaslı olarak değiştirilmesi yatmaktadır. Bu yazıda gelişmiş ülkelerin tecrübelerinden de faydalanarak tespit ettiğimiz ana prensipleri belirteceğiz.

Var olan YÖK düzeninin merkezden bütün üniversiteleri yönetmeyi amaçlayan, tek tipçi bir ortamda üniversitelerin gelişmesi ve rekabetçi bir nitelik kazanması mümkün değildir. “Bilim için bilim” ve “üniversite için üniversite” yaklaşımları, gelişmiş ülkelerde 25-30 sene önce bütünüyle terk edilmiş yaklaşımlardır. 

YÖK kapatılmalıdır 

Oluşturulacak yeni yükseköğretim ‘iklimi’ tek tipçi ve üniversiteleri merkezden yönetmeye çalışmak yerine üretken ve zengin üniversiteler oluşmasına zemin hazırlamalıdır. Bu üniversiteler bulundukları bölgenin ihtiyaçlarını veya öncelikli alanlarını öne çıkartarak zaman içinde oluşan, oturan bir kimliğe sahip olabilmeli ve dünya üniversiteler ailesi içerisinde kendisine bir yer edinmesinin önü sonuna kadar açılmalıdır.  Bu sonuca varmak için hareket noktası olarak alınmasının doğru olduğunu düşündüğüm prensipleri kısaca belirtmek isterim:

1- Merkezden bütün üniversitelerin ‘yönetilmesini’ amaçlayan ve tek tipçi bir yapı olan Yükseköğretim Kurumu (YÖK) kapatılmalıdır. Bunun yerine yükseköğretimde standartları belirleyen, denetim ve performans değerlendirmesi yapan, istatistikler tutan, yükseköğretim kurumlarını ülkenin ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre teşvik mekanizmasıyla yönlendiren yeni bir kurum oluşturulmalıdır. 

2- Üniversiteler en geniş manada akademik, idari ve mali özerklik sahibi olmalıdır. Bu şekilde her bir üniversitenin zaman içinde kendine özgü kimliği, kişiliği ve kültürünün oluşması sağlanmalıdır. Üniversiteler, bu özerkliğin sorumsuzluk ve keyfiliğe dönüşmesine fırsat vermeyen etkin bir denetim ve evrensel kalite standartlarına uymaya zorlayan müdahale mekanizmasına da açık olmalıdır. Dünyanın en özerk üniversite sistemlerinde olduğu gibi, üniversitelerin gerçek sahibi olan, vergileri ile üniversiteleri besleyen halkın iradesini temsil eden siyasi iradenin en yetkin konumda olması ve gerektiğinde bu otoriteyi halk adına kullanması esastır. Dünyadaki yüksek teknoloji öncüsü ülkelerinde görülen modern anlayışta üniversiteler eğitim sisteminin liseden sonraki halkası olmaktan ziyade, kültürün, medeniyetin, bilgi ekonomisinin lokomotifi ve bilim, teknoloji eko-siteminin ana unsurları olarak ele alınmaktadırlar. Bu kapsamda üniversiteler Milli Eğitim Bakanlıklarına değil, oluşturulan üniversitelerden sorumlu bakanlıklara bağlanmaktadırlar. O yüzden bizdeki yükseköğretim sistemi, hâlihazırda şeklen bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığına değil, yeni yükseköğretimden sorumlu bir bakanlığa veya Başbakanlığa bağlanmalıdır.  

Dünya hızla değişmektedir ve bu dinamik ortama uyum sağlayabilmek için yükseköğretim sisteminin esnek ve değişime açık olması gerekir. Yoksa bugün konulan kurallar kısa bir süre sonra ayak bağı olur ve verimi düşürür. O yüzden, yeni kanun kısa, öz ve esnek olmalı ve değişik uygulamalara fırsat vermelidir. Bu kapsamda kanun sadece çerçeveyi belirlemeli, üniversitelerin önünü açan hususları garanti altına almalı, detaylar yönetmeliklerle düzenlenmeli ve ihtiyaca göre geçen yıllar içinde veya ilgili üniversitenin kendi ihtiyaçlarına göre üniversitenin kendisi tarafından belirlenebilmelidir.

Üniversitelerimizin siyasi iradenin belirleyeceği stratejik hedeflere ulaşılmasında aktif rol almaları için gerekli şartlar oluşturulmalı ve üniversiteler bilim, teknoloji ve yenilikçilikte ön açan kurumlar konumuna çıkarılmalıdır. Ülkemizin bilim ile ihtiyaçlarına üniversitelerin cevap verebilmesi için fonlama yolu ile üniversiteler bu ihtiyaçlara cevap vermeye davet edilmelidir.

Beyin gücünün en değerli kaynak olduğu bilgi çağında, bilim ve teknolojide lider ülkelerde olduğu gibi, ülkemizdeki üniversiteler de dünyanın her tarafından ve her milletten bilim insanlarını çekebilecek nitelik ve şartları sağlayacak bir cazibe merkezi durumuna getirilmelidir. Bu kapsamda, üniversitelerimiz sadece bizim orta öğretim sistemimizden öğrenci alacak şekilde değil; evrensel standartlara uygun olarak dünyanın her tarafından en iyi öğrencileri çekebilecek şekilde düzenlenmelidir.

Yeni kanun bilim insanı olmayı özendirmeli ve kuvvetle teşvik edici unsurları içermelidir. Üniversitelerin en iyi mezunlarının geleceğin bilim insanları olmaya teşvik edecek evrensel standartlara uygun bir ücret sistemi ve statü oluşturulmalıdır. 

Üniversitelerde performansa dayalı bir ücret sistemine geçilmeli ve bilim insanları gösterdikleri üstün gayret ve beceri sayesinde ülkeye kazandırdıkları başarı ve getirilerden bireysel olarak da faydalanabilmelidirler. Bu kapsamda üniversite öğretim üyeleri devlet memuru sisteminin bir parçası değil; başarıyı ödüllendiren evrensel standartlara uygun bir statüde çalışabilmelidir. 

Üniversitelerimiz reel sektör ve topluma doğrudan faydalı olan ve yönlendirici etki eden bir konuma çıkarılmalıdır. Bu kapsamda üniversitelerde üretilen bilginin ticarileştirilmesinin önü çok geniş bir şekilde açılmalı, üniversiteler ile reel sektörün birlikte çalışması teşvik edilmelidir.  

Üniversitelerimizden mezun olan öğrenciler dünyanın en gelişmiş ülkelerindeki üniversitelerden mezun öğrencilerin bilgi, beceri ve yetkinliklerine sahip olmalıdır. Eğitim girdi odaklı değil çıktı ve kazanım odaklı olmalı, mezunların kendi alanlarında cazip işlere girme oranları üniversite performansı için önemli bir ölçüt olmalıdır.

Her bir üniversite kendi mütevelli heyeti tarafından yönetilmelidir. Öğretim üyesi, dekan ve rektör atamalarında en ehliyetli adayların belirlenmesi için istişari nitelikte objektif bir arama komisyonu ön çalışması esas olmalı, ancak işe atama ve görevden alma konusunda nihai karar verme yetki ve sorumluluğu atayan makamda olmalıdır.

Üniversiteler, merkezi bir kurumun onayıyla öğrenci kabul kriterlerini kendileri belirleyebilmelidir. 

Yüksek okullar ve iş dünyası

Mesleki eğitim hâlihazırda üniversiteler altında ikincil bir konumda bulunmakta ve asıl önemsenen konunun akademik çalışmalar olduğu üniversitelerin altında layık olduğu önem ve önceliği görememektedir. İki yıllık ön lisans eğitimi veren ve mesleki beceri kazandırmayı amaçlayan Meslek Yüksek Okulları (MYO) üniversitelerden ayrılmalı ve bir ildeki tüm MYO’lar o ilde kurulacak ve yönetim kurulunda yerel ve iş dünyasının paydaşlarının da yer alacağı bir Meslek Akademisi bünyesinde yeniden yapılandırılmalıdır.

Özet olarak kısaca belirttiğimiz bu esasları referans alan bir yükseköğretim kanununun hayata geçirilmesi halinde, üniversitelerin çok daha etkin, verimli, esnek, dinamik, şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya kavuşacak ve ülkemizin gelişmesininönünü açan bir ortamın oluşmasına önemli katkı sağlayacaktır. Ülkemizde Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sahip olduğu ve ortaya koyduğu liderlik bizim sahip olduğumuz en büyük kalkınma ve gelişme şansıdır. Bunun yanında Milli Eğitim Bakanımız Sayın Prof. Dr. Nabi Avcı’nın sahip olduğu entelektüel birikim ve bilim adamı kimliği Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu eğitim reformu ve ihtiyaç duyulan yeni yükseköğretim sistemine geçiş için çok büyük bir şanstır. Ümit ederim ki ülkemiz bu şansı kullanabilir.

[email protected]