Bilim etiğine dikkat!

Prof. Dr. Cevdet Coşkun / Giresun Üni. Öğr. Üyeleri Derneği Bşk.
20.02.2016

Acaba daha fazla kazanmanın itici gücüyle daha fazla yayın yapmaya sevk edilen akademisyenlerimiz araştırma ve yayın etiği konularında ne kadar bilgili? Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bilimsel çalışmalardaki etik ihlaller büyük ölçüde bu konudaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Maalesef üniversitelerimizde Bilim Etiği dersleri zorunlu olarak okutulmamaktadır.


Bilim etiğine dikkat!

Üniversitelerimizde çalışan akademisyenler için ocak ayı, akademik teşvik ikramiyesi alabilmek için, harıl harıl puan hesaplamakla geçti. İlk kez hayata geçen bu uygulama ile akademisyenler maaşlarına ek olarak, unvanlarına ve akademik üretkenliklerine bağlı olarak değişik miktarlarda ikramiye alacaklar. Mükemmeli, iyinin düşmanı yapmamak gerek; dolayısıyla eksikliklerine rağmen ben bu uygulamayı destekliyorum. Zira geçen sene akademisyenlerin maaşlarında yapılan hissedilir miktardaki iyileşmeye rağmen, ücretler hala bilim ve teknoloji alanında dünya ile yarışabilmek adına yetersiz durumdadır.

Yıllar önce Amerika Birleşik Devletleri’nde doktora sonrası çalışmalar yaparken görmüştüm ki; aynı bölümde ve hatta aynı laboratuarda çalışan ve odaları yan yana olan iki profesörden biri diğerinin iki katı kadar kazanabiliyordu. Önce buna şaşırmıştım, ancak biraz düşününce bunun ne kadar da akıllıca bir ücretlendirme sistemi olduğunu anladım. Çalışanla çalışmayanı ayırmanın en iyi yolu belki de buydu. Ne de olsa marifet iltifata tâbidir. Bundan böyle bizim üniversitelerimizde de üreten ve üretmeyen arasında bir nebze de olsa maaş farkı sağlanmış olacağı için, akademisyenler daha fazla kazanmak için daha fazla çalışacaklar. Buraya kadar iyi...

İntihal, sahtecilik, çarpıtma...

Ancak ben olayın bir başka yönüne temas etmek istiyorum: Acaba daha fazla kazanmanın itici gücüyle daha fazla yayın yapmaya sevk edilen akademisyenlerimiz araştırma ve yayın etiği konularında ne kadar bilgili?  Yapılan çalışmalar göstermiştir ki (bile-isteye yapılan ihlallerin yanı sıra) bilimsel çalışmalardaki etik ihlaller büyük ölçüde bu konudaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Peki, üniversitelerimizde Bilim Etiği dersleri zorunlu olarak okutulmakta mıdır? Maalesef hayır! Birçok üniversitede bu adla okutulan bir ders bile yoktur. Olanların çoğunda ise seçmeli olarak okutulmaktadır. Dahası, bu konuda ders verecek yetişmiş hocalarımızın sayısı da oldukça azdır. İntihal, sahtecilik, çarpıtma, duplikasyon, dilimleme, uygun olmayan atıf ve hediye yazarlık vb. ihlaller birçok araştırmacı tarafından yeterince bilinmemektedir. Üzülerek belirtmeliyim ki birçok akademisyenimiz etik ve ahlak arasındaki farkı dahi tam olarak anlayabilmiş değildir.

Ahlak, kişinin mesleki ve kurumsal rolünden bağımsız olarak toplumun tümü için geçerli olan genel standartlar vazederken, etik, kişinin mesleki ve kurumsal rolüne bağlı olarak evrensel kurallar ortaya koyar. Bu bağlamda bilim etiği de hangi millete veya dine mensup olursa olsun tüm bilim insanları için evrensel kurallar ortaya koyar. Bu sebeple, bence üniversitelerimizde lisans ve yüksek lisans düzeylerinde bu evrensel kuralların öğretildiği Bilim Etiği ya da Araştırma ve Yayın Etiği adı altında zorunlu dersler konulmalı, bu konularda düzenlenen eğitim seminerleri ve konferanslar yaygınlaştırılmalı ve araştırmacıların konuya ilgisi en üst düzeye çekilmelidir. Aksi halde bilimsel üretimi artıralım derken âleme rezil olabiliriz. Zira on yıl kadar önce ODTÜ’de patlak veren olayın bilim alanında ülkemize bakışı ne kadar olumsuz etkilediğini hala unutabilmiş değiliz.

Yasal boşluk doldurulmalı

Ağırlaştırılan doçentlik başvuru kriterlerinin ardından akademik teşvik yönetmeliğinin de hayata geçmesiyle, önümüzdeki yıllarda bu tür ihlallerin artması muhtemel gibi görünüyor. Eğitim sistemimizdeki eksiklikler, denetim mekanizmalarının iyi çalışmaması ve yaptırımların yetersiz kalması, akademik yükselmelerde yayınların niteliğinden çok niceliğin dikkate alınması gibi sorunlar nedeniyle üniversitelerimizde bu tür ihlallerin ortaya çıkmasına  elverişli bir ortam vardır. Gerçekte ciddi etik ihlallere bugün dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile rastlamak mümkündür. Bizim gibi az okuyan toplumlarda ise okuyucu denetimi yetersiz kaldığı için bu tür olumsuzluklara daha sık rastlanmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte özellikle YÖK, ÜAK, TÜBA ve TÜBİTAK gibi kurumlarımıza ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Bu kurumların yöneticileri, üniversitelerdeki araştırmacıların nitelikli bilimsel araştırma yapabilmesi için uygun bilimsel ortamı sağlamakla mükelleftir. Bir tür koruyucu hekimlik!

Peki, bu tür olumsuzlukların önüne geçmek için neler yapılmalıdır? Öncelikle suç ve cezada kanunilik temel ilkesinden hareketle, bu alandaki yasal boşluk süratle doldurulmalıdır. Bu konuda gösterilecek müsamahadan ve merhametten maraz doğacağı unutulmamalı ve caydırıcı cezalar öngörülmelidir. Yasa, yönetmelik ve yönergelerle belirlenen hukuki çerçeve içinde suç ve suçlular iyi tayin edilmeli, çalışma barışını ve kişi hukukunu korumak için soruşturmalar gizlilik içinde yürütülmelidir.

Yine bütün üniversitelerimizde var olan etik kurullar daha etkin çalıştırılmalıdır. Üzülerek belirtmeliyim ki, bugün üniversitelerimizdeki etik kurulların sadece adı vardır. Etkin olanların da ciddi anlamda yaptırım güçleri yoktur. Bir akademisyen tüm akademik hayatı boyunca sadece doçentlik başvuru aşamasında bu zaviyeden bir incelemeden geçmektedir. Sadece yüzeysel anlamda yapılan bu tahkikat bu tür suçların önünü almak için yeterli değildir. Rektörlerin ve dekanların sicil amirleri olarak bu konuda daha kararlı ve şeffaf olmaları gerekirken aksine bugün bazı üniversitelerimizde çok büyük yetkilerle donatılmış rektörlerimizin suça değil de suçluya bakarak muamelede ve mukabelede bulunduklarını da üzülerek görmekteyiz.

Rapor etme hassasiyeti

Batı dünyasının karanlık bir dönem yaşadığı ortaçağlarda bir altın çağ yaşayan İslam dünyası, evrensel insani birikime yaptığı birçok katkının yanı sıra bilim etiği alanında da önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle İslam dünyası dışında başka hiçbir medeniyette bir benzerine rastlanmayan hadis ilmi ve hadis toplama tecrübesi, Müslümanların bir şey duyduklarında ve öğrendiklerinde bunu kimden duyduklarını da belirtme/rapor etme hassasiyetini kazanmalarına yol açmıştır. Oysaki bu dönemde Batı dünyasının Judeo-Hıristiyan kültüründe birçok Müslüman alime ait eserin Batılı bilim adamları tarafından sahiplenildiği ve kendilerine ait bilimsel üretimlermiş gibi gösterildiği bugün bilim tarihi çalışmalarında ortaya konmuştur.

Bugün bizler yeniden, bilimsel emeğin mal bulmuş mağribi gibi talan edildiği çağlarda dünyaya referans gösterme geleneğini hediye eden İslam medeniyetinin mirasçıları olarak “bir kişinin fikrini çalmakla malını çalmak arasında bir fark olmadığını” idrak edebilen yeni bir nesil yetiştirmek zorundayız.