Bilinçli ve ideolojik bir hata olarak Jön Türk hareketi

Koray Şerbetçi/ Tarihçi-yazar
6.04.2019

Jön Türklerin ellerindeki yegane fikir sermayesi Fransız İhtilali’nin sloganlarını Türkçeye aktarmak ve daima bunu dillendirmekti: Hürriyet, Müsavat, Adalet! Metotları ise ne inşa edeceklerinden çok Sultan II. Abdülhamid idaresinin aksayan taraflarını tespit edip sonra bunu bir dev aynasına yansıtıp felakett abloları çizmekten öte bir şey değildi.


Bilinçli ve ideolojik bir hata olarak Jön Türk hareketi

Millet ve devlet olarak tarihimizde büyük sıçrama noktalarımız olduğu gibi talihsiz kırılma noktalarına da sahibiz. Bu kırılmalara neden olan kişi ya da toplulukların hataları kimi zaman bilinçsizce kimi zamanda bilinçli bir tutumun eseridir. Örneğin Prut bataklıklarında sıkıştırdığı Çar Petro ve Rus ordusunu tüy gibi hafif bir anlaşmayla elinden kaçıran Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’nın tutumu askeri ve siyasi derinlik eksikliğinden kaynakla-nan bir bilinçsizlik halidir. 1711’deki bu öngörüsüzlük kar topunun çığa dönmesi gibi 1878 senesinde İstanbul Yeşilköye kadar inen Rus ordusuna dönüşmüş, bedeli devlet ve millet tarafından ağır bir biçimde ödenmiştir. Yine II. Mahmut döneminin enteresan tipi Halet Efendi’nin kişisel politik çıkarlarını devletin selametinin önüne geçirmesi sonucu Tepedelenli Ali Paşa’nın tasfiye edilmesi 1821 Rum isyanı ve Yunanlıların Osmanlı’dan koparak 1829 Yunanistan’ı kurmasıyla sonuçlanmıştır. Örneklediğimiz bu iki hata daha çok kişisel iken yakın dönemde yapılan bir hata ise bilinçli ve ideolojik bir kıvamdadır.

Jön Türkler diye adlandırdığımız bu grubun ideolojik bir körlükle yaptığı bu bilinçli hatanın bedeli de yine devlet ve millet tarafından büyük bir bedel ödenerek ödenmiştir. Peki nedir bu hata? Şimdi yakın tarihimize bir projektör çevirerek konuyu aydınlatalım:

1889 yılının 21 Mayıs günü. Tıbbiye Mektebi’nin hamam ve mutfağına ait odun yığınları üzerinde Ohrili İbrahim Temo, Diyarbakırlı İshak Su-kutî, Arapkirli Abdullah Cevdet ve Kafkasyalı Mehmet Reşid ve Bakülü Hüseyinzade Ali tarafından belki de o tarihte bir gençlik hevesi ve maceracı-lığının havai hamlesi gibi sayılacak bir oluşumun temelleri atıldı. Ama bu oluşum daha sonraki yıllarda ciddileşecek ve Türk milletinin 20. asır mace-rasında çok acı tecrübeleri yaşatacak bir politik yapıya dönüşecekti: İttihat ve Terakki.

Düzen ve ilerleme

Fransız düşünür Agust Comte’un kaskatı ve sığ pozitivist felsefesini bir iman gibi kabul eden Jön Türkler yine bu felsefenin “Düzen ve İlerleme” sloganıyla güya bilimsellik ve akıl yanlısı oldukları zannıyla dönemin okumuşlar kitlesinden bir hayli taraftar buldular. Aslında sadece bu değil tüm siyasi yaklaşımları Batılı düşünürlerden kaptıkları üç beş sloganı gevelemekten öteye geçmiyordu. Ellerindeki yegane fikir sermayesi ise Fransız İhtila-li’nin sloganlarını Türkçeye aktarmak ve daima bunu dillendirmekti: Hürriyet, Müsavat, Adalet! Metotları ise ne inşa edeceklerinden çok Sultan II. Abdülhamid idaresinin aksayan taraflarını tespit edip sonra bunu bir dev aynasına yansıtıp felaket tabloları çizmekten öte bir şey değildi. Tüm bu felaketleri çözecek sihirbaz değneği gibi basit bir politik çözümleri de vardı: Anayasa tekrar işletilsin ve meclis açılsın! Gerçi bu konuda dahi çok şey bilmediklerini yıllar sonra İttihatçıların beyin takımından Dr. Nazım’ın,  Şevket Süreyya Aydemir ile arasında geçen şu konuşma itiraf edecekti:

Şevket Süreyya: 1908’den önce Türkiye’nin geleceği için ne düşünürdünüz?

Dr. Nazım: Biz 1293(1876) Mithat Paşa Kanun-u Esasi’sinin iadesini istiyorduk.

Şevket Süreyya: Bu Kanun-u Esasi’nin ana hatları nelerdi?

Dr.Nazım: Vallahi doğrusunu isterseniz ben bu Kanun-u Esasiyi görmedim. İçinde ne olduğunu da hiçbir zaman öğrenemedim. Ama bizim gençli-ğimizde Ahmet Rıza Bey’in onu gördüğüne ve okuduğuna inanırdık. (Aydemir, Suyu Arayan Adam, s.277)

İşte yeterki II. Abdülhamid gitsin, memlekete hürriyet gelsin sonrası kolay diyen dönemin ilerici, çağdaş aydın portresi!

Zaman içerisinde Jön Türk hareketinin bir fikir fantazyası olmaktan çıkıp devleti tehdit eder hale dönmesinde ve 1908-1909 sürecinde iktidarı ele geçirme başarısındaki en büyük dönüşümlerden birincisi,  Jön Türk tiplerinin mektepli kalem efendisi tipinden çıkıp eli silahlı başı külahlı Balkanlı komitacıya evrilmesidir. İkinci nokta ise Sultan Abdülhamid’i devirmek uğruna Batılı emperyalist devletlerle ve ayrılıkçı gruplarla işbirliğine gitmeleri-dir.

Buna en somut örnek Jön Türk- Ermeni komitaları işbirliğidir.

Sultan II. Abdülhamid idaresine karşı mücadele etmek için Avrupa’da yuvalanan tüm muhalif Jön Türk fraksiyonları, baş koydukları davalarını gerçekleştirmek için kirli bir yol seçmekten sakınmadılar. Bu süreçte varmak istedikleri hedef doğrultusunda yıkım konusunda hemfikir oldukları ayrılıkçı Ermeni komitalarıyla görüşerek destek istediler. Örneğin Mizancı Murat Bey 1986’da Hınçak komitası liderlerinden Nazarbeg ile buluşmuş, aynı dönemde Tunalı Hilmi Bey ise Taşnak yönetcileriyle birçok kez görüşme yapmıştı. Ama Avrupa’daki Jön Türk hareketinin doğal lideri bilinen Ahmet Rıza Bey ise daha netti. 1897’de Cenevre’deki Troşag Gazetesi’nin bürosunda Taşnak terör örgütü liderleriyle görüşmüş ve II. Abdülhamid’i devirmek için açıkça işbirliği önermişti.

Desteğin bedeli

1902 yılında Paris’te toplanan Jön Türk kongresi bu kişisel görüşmelerin ötesine geçildiğini gösteriyordu. Bu kongreye Jön Türklerin başka bir fraksiyonunun lideri sayılan Prens Sabahattin başkanlık etmişti. Kongrenin başkan yardımcılıklarına bir Ermeni ve bir Rum seçilmiş, bunların yanın-da Osmanlı’nın bütün tebaasından delegeler de kongreye katılmışlardı.

Bu kongrede Jön Türkler, II. Abdülhamid’i devirme konusunda ayrılıkçı Ermeni komitalarının kendilerine destek vermesi karşılığında  Ermenile-rin özerklik taleplerine sıcak baktıklarını ortaya koymuşlardı.  Ama gariptir ki Taşnakçılara Cenevre’de açıkça işbirliği öneren Ahmet Rıza bu kez buna karşı çıkmıştı. Ona göre Ermeni komitacılar II. Abdülhamid’i kendileriyle omuz omuza savaşarak yıkmalıydılar ama özerklik ya da bağımsızlık istememeliydiler. Meşruti yönetimde Türkler ve Ermeniler kardeş kardeş yaşayacaklardı zaten. Böyle düşünüyordu ama pozitivist aydın (!) Ahmet Rıza politikada her desteğin bir bedeli olduğu anlamayacak kadar pozitivistti.

1906 yılında Jön Türkler ayrılıkçı Taşnak komitası ile Doğu Anadolu’da özerklikte dahil olmak üzere her konuyu müzakere eden bir toplantı yaptılar. Burada Jön Türklerin sergilediği olumlu tutum üzerine Viyana’da toplanan Taşnak-Sütyun kongresinden bir karar çıktı. Ayrılıkçı Taşnakçılar Sultan II. Abdülhamid’i kastederek “kanlı padişahın rejimi ile mücadelelerinde Türk muhalif güçlerin her anlamda desteklenmesi” gerektiğini ilan ettiler.

Ardından 1907’de Paris’te bir kongre daha toplandı. Bu kongre sonucunda işbirliği daha da berrak hale geldi.  Kongre bitiminde yayınlanan bil-diride  II. Abdülhamid’in devrilmesi, meşrutiyet sistemin yeniden kurulması yer alıyordu. Fakat istekler bu kadarla kalmıyordu. Zira kongre, bu hedefe varmak için şiddet de dahil olmak üzere her yola başvurulacağını ilan etti. II. Abdülhamid idaresine karşı silahlı direniş yapılacak, propaganda araç-ları kullanılacak, vergi ödenmemek gibi pasif direnişler sergilenecek eğer sonuç alınmazsa büyük çaplı bir isyana gidilecekti.

Kongreye Jön Türkler ve ayrılıkçı Ermeni örgütlerin yanı sıra, Marksist Makedonsko Odrinska örgütü, Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi’nin de katılması tabloyu tamamladı. Bu kongreden sonra Jön Türk-Ayrılıkçı Ermeni örgütlerin dayanışması resmiyet kazandı.

Abdülhamid nefreti

Fakat Jön Türklerin anlamadığı nokta Ermeni komitacıların tüm bu hamle ve işbirliğini bağımsız bir Ermenistan’a gidecek yolda bir atlama taşı olarak görmeleriydi. Jön Türklerin bu anlamayışlarının en büyük sebebi Sultan Abdülhamid’e karşı olan politik nefretleriydi.

Batılı devletlerin desteği ile süreç tamamlandı ve 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Ardından 1909’da karanlık bir el tarafından ateşlenen 31 Mart Olayı sonrasında II. Abdülhamid tahttan indirildi. Artık Tıbbiyenin odunluğunda kurulan hayal iktidar olmuştu.

Kurulan meşrutiyet yönetimiyle birlikte Ermeni komiteleri yasal bir niteliğe kavuştu ve açık faaliyete başladılar. Tarihin garip cilvesine bakın ki ayrılıkçı Ermeni komitalarının açıkça siyasi faaliyete başlama kararının altında imzaları bulunan İttihat ve Terakki önderleri şunlardı: Talat Bey, Bahattin Şakir ve Cemal Bey.

‘Sizi biz özgürleştirdik’

Meşrutiyetten sonra İttihatçıların açtığı politik zeminde dört Ermeni siyasi partisi faaliyet göstermekteydi: Taşnaksütyun, Hınçak Partisi, Ramga-var Partisi ve Veragazmyal Hınçak Partisi. Ayrılıkçı Ermeni partiler 1908 öncesi Jön Türklerle başlattıkları işbirliğini bu dönemde de sürdürdü-ler.  Meclis-i Mebusan seçimlerinde genellikle İttihat ve Terakki Partisiyle işbirliği yaptılar ve her dönemde rahatlıkla parlamentoda temsil edildiler.

Dahası bu partilerin en etkini olan Taşnak Partisi yöneticileri her yerde: “ Ülkeye anayasayı biz getirdik. Bu devrim Jön Türkler ve Taşnak-Sütyun arasında Paris’te yapılan anlaşmanın sonucudur.” diye seslerini yükseltmeye başladılar.

Evet müstebit denilen II. Abdülhamid gitmiş, Müslüman Türk milleti Jön Türklerin omuz vermesiyle yasallaşan Taşnakçıların sizi biz özgürleştir-dik afra tafrasına mahkum edilmişti.

Sonrası mı? İttihatçılar ve komitacıların arası bozuldu. Yaşananlar zaten malum.  Malum ama İttihat ve Terakki’nin siyasal emellerine ulaşmak için ayrılıkçı komitalarla yaptığı yanlış işbirliğinin faturası yine devlete ve millete çıktı. Gerçi İttihatçılar bu yaptıklarına sonradan pişman oldular ama ne fayda! Zira bu kanlı komitacıların nefret ve saldırganlığın hedefi yine kendileri oldu. O nedenle tarihçi İsmail Hami Danişmend’in dediği gibi Jön Türkler ve uzantısı İttihat ve Terakki komitası, politik körlüğünün eseri olan bu hareketiyle Sultan Abdülhamid’in şahsına değil aslında milletine ve tarihine hakaret etmişti.

@koray_serbetci