Bilkuvve Türk-lük’e dönmek

Ercan Yıldırım / Yazar
27.10.2018

Bugün Türkiye’de Türk çok fakat Türk kimliğini kurup bugünlere getiren Türk-lük dillendiren neredeyse yok gibi! Türk-lükten bahis açıp bunu düşüncenin, siyasetin konusu haline getirdiğinizde direkt ya da dolaylı yine Türkler eliyle hain, idealist, İslamcı, öteki, düşman gösterilerek yahut sükuta bırakılarak etkisizleştiriliyorsunuz.


Bilkuvve Türk-lük’e dönmek

2013 yılında Anadolu’da İslam Ruhu kitabımı yayımladığım süreçte insana özgü mensubiyet bağları epey hırpalanıyordu; Tevfik Fikret’in “milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zemin” anlayışı ülke atmosferine ciddi biçimde yayılıyordu. Ben bir millete, Anadolu’nun İslamlaştırılmasından sonra İslam-ehli sünnet-gaza omurgasıyla kapitalizm ve Batı dışı İslami nizamı kuran Türk milletine dahil olduğumu, Anadolu’yu da yine İslami kimliğimizle vatan kıldığımızı bu kitapta sarahaten ikrar ettim, anlattım.

Türkiye öyle bir memleket ki tüm düşünce, siyasi, iktisadi yapımızı etnik, mezhep, gayrimüslim fay hatları belirliyor. Yine kimlikleri aniden harlayan, fay hatlarına enerjiyi yükleyen 200 yıldır denetimi üzerimizden eksik etmeyen bir kapitalist dünya sistemi var. Türkiye modernleşme döneminden itibaren hep aynı konularda makasa alınıyor, bir cendereden bir başkasına mahkum ediliyor. Batıyı 400 yıl kıta Avrupasına hapseden nizamı kurmamızı sağlayan ruhu yeniden ele geçirmemek için önümüze hep “gölgeleri” getirip asıl olanları örtünün altına iten bir zihniyetle başbaşayız. Gizlenenlerin içinde Türk kavramını en başa yazabiliriz; Türkiye’de ne kadar birey varsa herkesin kendine ait bir Türk tanımı var! Fakat Türk ile Türk-lük arasındaki makas o derece açık ki, Türklerden Türk-lük’e geçmeniz neredeyse imkansız!

 Bugün Türkiye’de Türk çok fakat Türk kimliğini kurup bugünlere getiren Türk-lük dillendiren neredeyse yok gibi! Türk-lükten bahis açıp bunu düşüncenin, siyasetin konusu haline getirdiğinizde otomatikman ya bir şekilde yine Türkler eliyle hain, idealist, İslamcı, öteki, düşman gösterilerek yahut sükuta bırakılarak etkisizleştiriliyorsunuz.

Bilfiil Türk bilkuvve Türk-lük’ün önünü kesiyor!

Türk kavramının ötesinde bunu besleyen diğer kelimelerde de bir teşevvüş zihin, kargaşa, fluluk var. Milliyetçilik, Türk-lük, ülkücülük birbirinin yerine kullanıldığı için fay hatları daha da hareketleniyor. Halbuki Ülkücülük milliyetçilik değil, milliyetçilik Türk-lük değildir! Türk-lük Anadolu’nun İslamlaşması sürecinde Anadolu’ya gelen farklı boy-soy-klan unsurlarının İslam vesilesiyle etnik iddialarından vazgeçip, millet haline gelmesinin, İslami kimliğiyle en başta yeni bir siyaset, gündelik hayat, iktisadi düzen, devlet felsefesi ile Batı-küfür dışı bir nizam ortaya koymasının adıdır. Bu nizamda aslolan bulunduğu klanın menfaatleri değil milletin-vatanın ikamesi, dünyaya değil Allah’a kulluk etmektir! Milliyetçilik değişen dünyada, kapitalizmin vazgeçilmez hale geldiği dünya sisteminde İmparatorluk temelindeki-feodal siyasi yapıların yeniden organize olup ulus devletlere dönüştüğü evrede milliyetlerin kök, değer arayışını ifade eder.

Ülkücülük ise 27 Mayıs’tan sonra milliyetçiliğin ötesinde Amerikan dünya sistemine, Soğuk Savaş’a göre organize olan ulus devlet reflekslerinin, tehdit algısının siyasi temsilinden ibaret. Haliyle Türk-lük yahut milliyetçilik ile kendine kökler arasa da seküler statükonun tarafında yer aldı.

Milliyetçiliğin gelişimi

Milliyetçilik döneminde İmparatorluktan ulus devlete geçerken devletin temel niteliklerinin neler olduğu hususunda epey tartışmalar, entelektüel arayışlar yaşandı. Milliyetçilik, İslamcılık ve Osmanlıcılıkla birlikte aynı kulvarda bulunmuştu. Toprak kayıpları, tebanın bağımsızlığını ilan etmesi beraberinde vatan-toprak, millet, ulus, devlet kavramlarının yeniden tanımlanmasını getirdi... Bu aşamada kök arayışına girerken özellikle Fransız ve Alman milliyetçiliklerinden sentezler yapıldı. Aslolan köken arayışıydı, tebadan yurttaşa, milletten ulusa-halka geçilirken aidiyet bağları neye göre oluşturulacaktı... Fransız milliyetçiliğinde olduğu gibi dil, kültür, vatandaşlık bağı ile Alman milliyetçiliğinin ırk merkezli yaklaşımları hem çatıştı hem sentez oluşturdu.

Cumhuriyet en büyük “kültür savaşı”nı vererek Türk kimliğinin içindeki İslam’ı ayırmak için yeni teoriler aradı, buldu da! Türk-lük İslam’dan ibaretti fakat pozitivizmin, antropolojinin imkanlarıyla “insan gerçekliği” üzerinde ameliyatlar yaptı Kemalistler. Sonuç... İslam bağını ortadan kaldırmak için tarihin, toprağın, zamanın derinlerine kadar inildi.

Kemalistler eğitim sistemlerinde Turan’dan kalkar ama Turancılık yapmayı yasaklardı. Türklerin kökeni olarak Orta Asya’yı işaret ettiler, Güneş-Dil Teorisiyle “tek ırk” tezini köken olarak benimsediler. Dünyaya Türkler Orta Asya’dan yayılmıştı, Anadolu’ya gelenler Sümer, Hitit adını almıştı. İslamsız Türk için mekanda ve zamanda kırılma yapan Kemalistler antropolojiyi de devreye aldı ırkı kimi zaman kültür-dil-değer biçiminde kimi zaman “kafa tası” şeklinde değerlendirdiler.

Zeki Velidi Togan Orta Asya’daki gölün kuruması olayının insanlık öncesine dayandığı şeklindeki, epistemolojik yanlışı dile getirdiği için sürüldü, hocalarına destek olan Nihal Atsız ve Pertev Naili Boratav da istifa etti. Irkı antropolojinin konusu yapıp milletin ve Türkün temeline yerleştiren Kemalistler milliyetçiliğin Osmanlı’daki kurucularından Mahmut Celaleddin Paşa, Moiz Kohen gibi pek çok ismi referans almaktan da geri durmadı tabii!

Anadoluculuk

Kemalist uygulamaların mimarlarından sayılan İsmet İnönü Turancılık davası esnasında ırk temelli Türk anlayışının karşısında kültürden, değerden, eşit vatanperverlikten, müşterek vatandan bahisler açtı. Milliyetçiliğin ülkücülüğe evrilme sürecinde Kemalist uygulamalar yanında Tek Parti dönemindeki tartışmaların büyük etkisi oldu. Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi figürlerin yanında özellikle 1939’da Nurettin Topçu’nun Hareket Dergisi’nin temsil ettiği Anadoluculuk yaklaşımı milliyetçiliğe yeni yorumlar getirdi. Atsız, Reha Oğuz gibi isimler kendi aralarında tartışmalar yaşasa da Türk kimliğinin ırk olduğunu, burada İslam’ın yeri bulunmadığını belirtirken, başka gruplar İslam’ı kültürel boyutuyla ele aldı, aslolan etnik kimliktir İslam sadece “çimento”dur söylemi ağırlık kazandı.

Osmanlı dönemi milliyetçileri için İslam Türk ruhunun asli unsurudur... Anadolucular da Cumhuriyet döneminde bu görüşü benimser. Milliyetçilik Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de bir kök bulma, devleti vatan-yurttaş bağlamında tanımlama olarak gelişti; tabii bu arada Kemalizm Batıcılık ile, laik uygulamalarıyla, iktisadi programıyla Türkiye’yi tarihi kimliğinden, Türk-lükten uzaklaştırdı. Çünkü milliyetçilik bir program içermez, iktisadi görüşü de yoktur, cari dünya sistemine bir sözü olmadığı da en azından tecrübe edildi.

Ülkücülüğün gelişimi

27 Mayıs sonrasında Osmanlı’dan tevarüs eden düşünce akımları, ideolojiler, gruplar yeniden tanımlandı, Amerikan dünya sistemi uyarınca yeniden dizayn edildi. İslamcılıktan, milliyetçilikten, sosyalizmden pek çok yeni akım, grup, yaklaşım çıktı. Milliyetçilik zaten Türk-lük ile bağlarını Turancılık davası esnasında kopartmıştı. Ülkücülük ile birlikte milliyetçilik de yavaş yavaş çekildi; 1960’lı yıllarda sosyalistler dahi 3. Yolcu, Türkiye merkezli düşüncenin, kalkınmanın peşindeydi. Sosyalizm, İslamcılık ve milliyetçilik 1967-1969 arasında büyük kırılmalar yaşadı, dönüşümler geçirdi.  Milliyetçiliğin ülkücülüğe geçişi Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin Milliyetçi Hareket Partisi’ne evrilmesiyle oldu. Alparslan Türkeş 1967’de CKMP “başbuğ”luğuna geldikten sonra 1969’da MHP doğdu. 67’deki kongrede Ülkücülüğün doktrini, manifestosu, 6 Ok’un geliştirilmiş, güncellenmiş versiyonu 9 Işık kamuoyuna sunuldu.

Ülkücü hareket artık Türk-lük ve milliyetçiliğin ötesinde ulus devlet olarak Türkiye’nin cari sorunlarındaki refleksi, sözcüsü gibi işlev görmeye başladı. Zaman zaman fikri tartışmalar yaşansa da artık devlet, millet, vatan gibi konularda ulus devletin belirlediği ölçüler genel ortalamayı oluşturdu. Ezan, bayrak, şehadet kavramları yeni doktrinin metafizik boyutlarını simgesel mahiyette karşıladı.

Millet kavramı Kemalizmin tek köken anlayışına göre kurulurken vatan kavramı hep belirsizliğini korudu; kesin bir vatan tarifi yapılamadı, dönemine göre, dünya sisteminin konjonktürü icabı sadece Anadolu, zaman zaman Turan vatan olarak öne çıkartıldı fakat ulus devletin çekincesi gereği hiçbir zaman Misak-ı Milli bir ülkü halini almadı! Seküler milliyetçilik ve İslamsız Türklük ile laik kodlar arasında ülkücülük konjonktüre göre hep bir yönelim sergilese de belirgin bir program oluşturmadı.

27 Mayıs sonrasında milliyetçilik için İlhan Darendelioğlu “reaksiyoner” tanımlamasında bulunur; tam manasıyla ülkücülüğü ifade eden bir kelime... Ülkücülüğün bir iktisadi programı yoktur, İslam’ın hayatı organize eden, siyasetten ekonomiye kadar tek belirleyici olan vasfını kabul etmez, Atsız, Türkkan, Anadolucuların getirdiği tezleri dönemine göre öne çıkartır. Ülkücülüğün ideolojisi ulus devletin tehdit gördüğü konularda tepki vermek, tabanını organize etmekten ibaret. Bunun dışında bir iktisadi, toplumsal, siyasi dönüşüm, gelişme, terakki programına sahip olmadığı görülüyor.

Türkiye kurulduktan sonra “pan hareketleri”ne tehdit gözüyle bakmıştı. Turancılık, İttihad-ı İslam, Hilafet, enternasyonalist sosyalizmin bu topraklarda yerleşmesine statüko izin vermedi. Ülkücülük bunu biraz daha öteye götürerek fay hatlarımızı oluşturan dinamiklere yani Kürtçülük, mezhep, komünizm hareketlerine, siyasi İslam’a, İslamcılığa refleks geliştirmeye dayanan bir doktrin geliştirdi.

70’lerde uzatmalı 60’ların mirası antikomünizme sağ-sol karşıtlığı ile devam edildi. Tabii antikomünist tavır, siyasi İslam’ın devreye girmesi İslami sloganları da doğurdu. Laik bakış açısı Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman ve Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın, Çağrımız İslam’da dirilişedir sloganlarıyla revize edilse de komünist ile İslamcı arasında fark görmeyen tutum, bir nebze olsun 12 Eylül sonrasında tavsadı. Devlet için öne atılan ülkücüler devletin ötekileştirici yüzüne şahit olunca daha İslami, dini bir yönelime girdi, sorgulama geçirdi. Bu birikim Büyük Birlik Partisi ile ülkücülükten kopartıldı, böylece MHP yeni bir dönemin kapılarını açtı. Seyyid Ahmet Arvasi’nin Türk’ü İslam ile mukayyet gören anlayışı da siyasal manada geriye çekildi.

Yeni dönem

“Devletin Partisi CHP” neoliberal dalgadan etkilenmiş, bünyesine Kürtçüleri, Alevileri daha çok alarak, fay hatlarını siyasileştirerek “çelik çekirdeği” yumuşatmıştı. Ülkücülük BBP ile İslami ağırlığı tasfiye ettikten sonra ulus devletin neoliberal tezlere cevabını yeni doktrin haline getirdi. Artık “merkeze” gelmek isteyen Kürtçülük, İslamcılık ve mezhep unsurlarını, küresel sermaye ile güçlenen sosyalizmi tutma, ulus devletin sözcüsü olma misyonunu CHP’nin yerine ülkücüler üstlendi. Ülkücülük her zaman kapsayıcı değil dışlayıcı olmuştu. Kemalizmin çerçevesini çizdiği Türk tarifi 90’larda daha da belirginleşti, BBP sonrasında  Ülkücülük seküler-laik bakımdan daha katılaştı. Ulus devlet reflekslerine eleştiri getiren herkesi geçmişte olduğu gibi dışladı.

Ülkücülük 70’li yıllarda milliyetçi dönem ile bağlarını kurabilirdi; “Kahrolsun kahpe düzen yaşasın devlet-i ebed müddet”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyen ülkücülük sistem karşıtı tutumunu terk etti... 1990’lı yıllardan sonra ulus devlet reflekslerine ses verirken sisteme eleştiri getirenleri dışladı haliyle millet ile, tarih ile, milliyetçilik ile, İslam ile en önemlisi Malazgirt sonrası Türk-lük ile bağlarını zayıflattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Tek andımız İstiklal Marşı” vurgusu modern dönemde Malazgirt sonrası ile irtibat kuracak referansı da işaret eder. Türk gelişen, oluşan bir kavramdır, kimliktir; milliyetçilik, ülkücülük bu “oluş”ta pay sahibiydi. Türk’ten Türk-lük’e geçmek de mümkün! 1071 sonrasında Büyük Müesses Nizamı, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasının kurduğu İslami düzeni tekrar inşa edebilmek için cari Türk yorumlarından sıyrılarak bilkuvve bulunan Türk-lük’e yeniden dönmek gerekir.

@Ercnyldrm1