Bin yıllık Dehak zokası

Mehmet Ağar / Yazar
14.06.2020

ABD'deki olayları Türkiye'ye taşımak için var gücüyle çalışanlar, Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aleyhinde “Nefes Alamıyorum” sloganlarını atmak için talimat bekleyenler; Kürtleri de işin içine dahil ederek güya Gezi'de yarım kalmış hesaplarını tamamlamak istiyor.


Bin yıllık Dehak zokası

Nevruz, Mezopotamya, Orta Asya ve İrani kavimlerin önemsediği bir gün. Baharın başlangıcı kabul edilen, “yeni gün” anlamına gelen Nevruz üstüne birçok mit ve efsane oluşturulmuştur. Milliyetçi Kürtler, tarihsel süreç içerisinde bugünü bir tabiat olayı olarak baharın başlangıcından öteye geçirip siyasal bir anlam ve simgeye dönüştürdüler. Her fikir ve düşüncenin kendi hikayesini oluşturması gibi; Kürtler de Nevruz mitlerini ve kahramanlarını oluşturdular. Genel kabul gören efsaneye göre Demirci Kava denilen bir Kürt, zalim yönetici Dehak’ı öldürmüş ve insanlar bahara yani özgürlüğe kavuşmuştur.

İlginç bir şekilde kimi Kürtler bu mitin, Perslerin Kürtlere yedirdikleri bir zoka olduğunu iddia eder. Onlara göre hikayenin kahramanları; Firdevsi’nin meşhur Şehnamesi’nin bir ürünü ve yansımasıdır. Bu iddia sahiplerinin temel sorusu şudur: Fars milliyetçisi olan ve Şehname’sini de Farslılığa hizmet için yazan Firdevsi’nin zalim ve kötü olarak resmettiği bu Dehak, gerçekte kimdir? Soruyu soranların verdikleri cevap şu şekildedir: Dehak, hükümranlığı İran topraklarını da kapsayan bir Med imparatoru idi. Egemenliği altında doğal olarak Farslar yani persler de bulunuyordu. Kaderin garip bir cilvesi olarak Medler; tebası konumundaki Perslerin isyanı sonucu yıkıldı. Dehak; Perslerin yıktıkları Medlerin son hükümdarıydı.

Perslerin tuzağı

Dehak, gerçekte Kürtlerin bir kahramanıydı. Ancak Persler, ezilen ulusal gururlarının intikamını almak gayesiyle Şehname marifetiyle Kürtlere bir tuzak kurmuştur. En büyük Kürt kahramanlarından birisi Dehak canavarlaştırılmış ve bu Kürt kahraman, yine bir Kürt olan demirci Kava’nın eliyle öldürtülmüştür. Kardeşler hayal ve efsane sahnesinde birbirine düşman yapılmış ve birbirinin kanını döken hunharlara dönüştürülmüştür. Hayali bir yalan sonucu gerçek bir kardeş kavgası çıkarılmıştır.

Tarihsel bir perspektifle analiz edildiğinde ikinci iddia daha gerçekçi durmaktadır. Ortadoğu’nun kadim ve otokton halklarından olan Kürtlerin; başkalarının yalanları üzerinden kardeşine düşman olma mirası, maalesef bugün de sürüyor. Fıtraten cesur ve savaşkan olan, şan ve şeref mefhumlarını hayatlarının önüne koyan Kürtler, o gündür bugündür birçok fesatçının zokalarını yemekle ömür tüketiyor. Tabii burada şunu da unutmamak gerekiyor ki Kürtlerin bu oyunlara gelmesinde, kardeşine düşman olmasında, zaman zaman kardeşlerinin de çok büyük katkısı olmuştur. Örneğin Yavuz Sultan Selim zamanında, Bitlisli bir alim olan İdris-i Bitlisi’nin gayretleri sonucu kendi rızaları ile Osmanlı egemenliği altına giren Kürtlerin; Osmanlı’nın son döneminde devlet ile karşı karşıya gelmelerinde, elbette İttihat ve Terakki’nin yanlış uygulamaları görmezden gelinemez. Netice itibarıyla bir bölücü hareket olan, en büyük zararı ve terörü yine Kürtlere uygulayan PKK terör örgütünün taban noktasında zeminini oluşturan etkenlerden biri; insan hak ve özgürlüklerine aykırı, derin devlet teorilerinin de söz konusu olduğu gayr-ı hukuki ve gayr-i insani uygulamaların olduğu Türkiye kamuoyunun malumudur.

AK Parti ve Kürtler

Türkiye’nin son yirmi yılına damgasını vuran AK Parti hareketi ve iktidarı, Kürtler açısından da yeni milat oldu. Kürtler ezilmişlerdi, ancak AK Parti bunu ortadan kaldırdı. Kürtler horlanmıştı, AK Parti buna savaş açtı. Kürtler ötekileştirilmişti, AK Parti biz kardeşiz; aynı dağın yeli, aynı bağın gülüyüz dedi. Kürt demek yasak demekti; AK Parti, siyasi geleceğini tehlikeye atmak pahasına tüm ötelenmiş kesimler için, Kürtler için, özgürlük ve serbestlik getirdi. AK Parti adeta bir destan yazdı. Devrim niteliğinde kararlar ve değişiklikler sadece Kürtler için değildi elbette ama en çok onlar susamışlardı bunlara. AK Parti Kürtlerin hem Dehak’ı oldu hem Kava’sı oldu; Farsların zalim hükümdar diye resmettikleri Dehak değil, gerçekte Kürtlerin bir kahramanı olan Dehak…

Türkiye’de vesayet odaklarının kalelerini birer birer deviren AK Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında birçok engel ve badire çıkaran üst akıl, kahramanını yani Dehak’ını bulan Kürtlerin saadetini kendi hegemonyalarının bitmesi olarak gördüklerinden Kürtleri devlet ile çatıştırmanın yollarını aradılar. Hem PKK’nın hem de Türk solunun içinden bazı zevat modern Şehnameler uydurmanın peşine düştüler.

Gezi sürecini hatırlayalım: Kürt siyasi hareketinin temsilcisi iddiasında bazı zevat oralarda boy gösterdi. Bunların başında da Sırrı Süreyya Önder vardı. Çözüm Süreci’nin aktörlerinden ve Cezayir Restoranı’nın müdavimlerinden Sırrı Süreyya Önder. HDP eski milletvekillerinden Altan Tan, yazdığı bir yazıda bu konuya dikkatleri çekip bu restoranda özellikle “Kızıl Soros” olarak adlandırılan Osman Kavala ile görüşmeler yapıldığını yazmıştı. Demokrasi ve özgürlükler adına büyük bir heyecan uyandıran Çözüm Süreci devam ederken, Gezi provokasyonuna bizzat katılarak destek veren Sırrı Süreyya Önder’in, Kavala ile olan bağlantıları da göz önüne alındığında, bütün bir süreci ve emeği DHKP-C zihniyetinin hakim olduğu Türk solunun insafına terk etmek istediği sonucuna varmak çok zoraki olmasa gerek. Bereket versin ki Çözüm Süreci’nin bölge halkı üzerindeki başarısı sonucu Kürtler ağır davrandılar ve kendillerini peşkeş çekmek isteyenlere; “Haydi aslanım meydana gel” diyenlere prim vermedi. Ama Kürt solu bu vakarı ve basireti Hendek siyasetinde göstermedi. Villalarında ve haremlerinde hızlı solculuk yapan Türk solucanlarının pışpışlarına aldanıp hem ülkenin hem de kendilerinin geleceğini tehlikeye attılar.

Siyasi sömürü

Devletin egemenlik haklarına doğrudan saldıranlar kim olursa olsun cevaplarını devletten alırlar. Her yerde ve her zaman bu şekilde olmuştur. AK Parti’nin demokrasi ve özgürlük açılımları tabii ki devletin egemenliğinden taviz verme anlamına gelmedi hiçbir zaman. Çözüm süreci döneminde bazı şehir ve ilçelere PKK tarafından silah ve mühimmat depolanması hangi aklın ürünüdür, cevaplanması lazım gelen önemli bir sorudur.

Kürt solu kendini Türk soluna o kadar kaptırdı ki -ya da kaptırıldı- Türkiye tarihinde en büyük şehir çatışmaları yaşandı. 7 Haziran seçimlerinden çok zaman geçmemişti ki hendek terörü sonucunda 793’i asker ve polis olmak üzere bin 107 ailenin ocağına ateş düştü. Türk solunun gazlamalarına kanan Kürt solu, aslında Türk solunun kendilerini silahlı dağ kadroları nedeniyle bir maşa olarak kullandıklarını hiç anlamadı. Netice de Kürt solu çukurlara gömülürken; Kürtlerin kadim medeniyet şehirleri Sur, Cizre ve Nusaybin kazılan hendek ve bu nedenle yaşanan çatışmalarda yerle bir oldu. Onları pışpışlayan Türk Solu ise soluğu yurt dışında aldı. Daha demokratik ve özgür diyarlarda çukurlara gömülen bedenlerin siyasi sömürüsünü daha iyi yapmak için elbette. Amerikan battaniyesine sarılarak poz veren Can Dündar, bunlardan sadece bir örnektir. Bugün DHKP-C, PKK ve FETÖ tuzağına düşürdükleri insanların acıları, hastalıkları ve ölü bedenleri üzerinden demokrasi ve özgürlük edebiyatı yapanlar ne gariptir ki bedel ödemekten çok uzaktalar.

Gizli ittifak alenileşti

Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığında Türk solunun hakim kılınması ve Kürt solunun da onun emrine verilmesi yeni bir proje değil; eskiden gizli yapılmak istenen ittifak, özellikle son beş yılda alenileşmiş durumda. HDP Genel Başkanı sıfatıyla Selahaddin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” tekerlemesi; CHP ve HDP’nin 7 Haziran genel seçim sonrası “Beraber iyi salladık” flörtü, hapiste olduğu ve HDP’nin genel başkanı olmadığı halde; Öcalan’ın rağmına CHP’ye desteği; Kürt solunun Türk soluna peşkeş çekildiğinin ve onun emrine verildiğinin çok açık birer göstergesidir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde vitrin olarak öne konulan Ekrem İmamoğlu’nu değil; esas ittifak unsurlarından olan Canan Kaftancıoğlu’na idi destekleri. O kadar eleştiri aldığı halde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Canan Kaftancıoğlu’nu niye ısrarla tuttuğu da böylece anlaşılmış oluyor.

Kürt solunun aklı başında olanlar, “Neden hep sokağa biz sürülüyoruz ve neden Türk solu üzerimizde bu kadar hakim” diye düşündüler ve tepki gösterdiler. Mesela Taha Akyol’un o dönemde Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı satırlar buna işaret ediyor: “Çok dikkat çekici bir husus da HDP’nin “marjinal sol”la bütünleşmesi...” Aynı yazıda Akyol, HDP içinde bir grubu kastederek “Radikal solun partideki temsilcisi Figen Yüksekdağ’ın ismi verilerek tepki gösterilmiş mesela.” diye yazmıştı. HDP yönetiminde bu eleştirilere dikkat edilmediği ve Kürt solu yönü daha ağır basan isimlerin tasfiye edildiği gerçeğini somut örnekler üzerinden okumak mümkün. Altan Tan’ın yaşadıkları, Koster lakaplı Hasip Kaplan’a HDP genel merkezi tarafından kibarca yazılan cevabi mesajlar; sadece iki tane örnek.

Türk solu tarafından aldatılan, kullanıldıktan sonra bir köşeye atılan, yeri geldiğinde feodal düzenin artıkları ithamına maruz bırakılan Kürtler, gerçeği bir türlü görmek istemediler. Kendilerini hasbi olarak, pazarlıksız seven, birlikten beraberlikten yana olan kardeşlerinden uzaklaştırıldılar. Kendilerine çok olumlu yaklaşan ve siyasal anlamda imkanlar sunan AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı adeta bir kötülük objesi olarak zihinlerine zerk ettiler. AK Parti birçok badireyi aştı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan nice tuzağı bozdu. Uluslararası üst akıl bile yeri geldi dersini aldı. Herkes cevabını aldı ve dersini aldı. HDP’nin kuyruğuna takılmış; Kürt solu adına hareket ettiğini sanan ama gerçekte Türk solunun gemisine binmiş Kürtlerden başka…

Niye mi?

ABD’deki olayları Türkiye’ye taşımak için var gücüyle çalışanlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aleyhinde “Nefes Alamıyorum” sloganlarını atmak için talimat bekleyenler; Kürtleri’ de işin içine dahil ederek güya Gezi’de yarım kalmış hesaplarını tamamlamak istiyorlar. Kürtlere modern Şehnameler yazan fesatçılar; Kürtleri kendi kahramanlarını, kendi hamilerini, yazının başında anlatılan kendi gerçek Dehak’ını ve Kava’sını, öldürmesi için sokağa çağırıyorlar. Ne acıdır ki bu zokayı yemek için bazı Kürtler de dünden razı.

[email protected]