Bir başka Belgrad

Mustafa İsen / Yazar
14.02.2020

Belgrad'ıma 26 yıl sonra bu kez Sayın Cumhurbaşkanına eşlik ederek ve Genel Sekreter olarak döndüm. Karlofça Anlaşması sonrası bu şehirde inşa edilen ve katılan beş ülke için beş kapısı olan ama Türk kapısı çivilenip hiç açılmayan kilisedeki adı geçen kapı, bu gezi şerefine açılmış oldu.


Bir başka Belgrad

Mustafa İsen / Yazar

Otobüsün camından çevreyi seyrederken gözüm uğradığımız benzinliğin iyi düzenlenmiş tarhlarındaki pembe Kızanlık güllerine takılıyor. Hayallere dalıyorum, çıktığım yolculuğu, geride bıraktığım ailemi, önümdeki geleceği düşünüyorum. İlk defa yurt dışına çıkıyorum, o yılların kapalı Türkiye’sinin bizi de kuşatan kendine güvensiz, biraz ezik, endişeli hali bütünüyle üzerimde. Silkinip kendime gelirken otobüs de Sofya’ya doğru yola devam ediyor.

1980’li yılların başı. Doktora tezimi bitirince yeni arayışların içine girdim; mümkünse yurt dışına gitmek, biraz dünyayı tanımak, yabancı dilimi geliştirmek gibi. Türk edebiyatı doktorası yapmıştım ve bunun bana açacağı bazı kapılar vardı; dünyadaki çeşitli Türkoloji merkezlerine Türkiye, öğretim üyesi desteği veriyor ve zaman zaman bunlarla ilgili duyurular Fakülteye geliyordu. Böyle bir ilana başvurdum. Bir süre sonra da Ankara’ya sınava çağrıldım. Sonrasında da 1981 yılı Mart’ında, Belgrad’a yolculuk.

Yol kenarı gülleri

İlk defa yurt dışına çıkış, doktora yapmış birisi olarak kafamda bazı bilgiler var, üstelik aile Balkan kökenli, Balkanlara karşı bir özel sempatim de var ama bu bilgilerin ne kadar eksik olduğunu daha Edirne’den çıkar çıkmaz fark ediyorum. Güzel bir yolculuk oldu benim için. Belgrad Büyükelçiliğinde çalışan bir teknik ateşe ile birlikte yolculuk yaptık. O zamanlar Aksaray’dan otobüsler kalkıyordu, Belgrad’a. Bindiğimiz otobüste arkadaşımın bilgileriyle yolculuk devam ediyor. Balkanları ilk defa görüyorum, her yer o yılların Türkiye’sine göre daha güzel ve daha bakımlı. Mesela, Bulgaristan’dan geçerken ilk dikkatimi çeken şey, özellikle yol kenarlarındaki ve benzin istasyonlarındaki güller. O yıllarda bizim yol kenarlarımızda böyle estetik düzenlemeler yoktu. Bazı şaşırdığım şeyler de oldu, mesela, benzinliklerde sırtlarında tulumlarla çalışan kadınlar. Çünkü Türkiye’de kadınlar o gibi görevlerde çalışmazdı, o yıllarda. Şimdi de çok çalışmıyor.

Her şeyi merak ederek ve her şeyi sorarak Belgrad’a ulaştık. Arkadaşım indiğimiz yere yakın bir alana aracını park etmiş, beni valizlerin yanında bırakarak aracını almaya gitti. Tam bu arada yanıma bir hamal yaklaştı ve eşyaları taşımak istiyor. Ben ısrarlı taleplerine aldırmaz davranıyorum. Ama başımdan ayrılmıyor. Ben nerede olduğumu unutarak arkadaşımı bekliyorum dedim, Türkçe olarak. Birden yüzü aydınlandı ve “Aaa sen Türk müsün” diye mukabele etti. Böylece Belgrat bana nerede olduğumu hatırlatırcasına hoş geldin demiş oldu. Yine yol arkadaşımın delaletiyle bir eve pansiyoner olarak yerleştirildim. Büyükelçilikte çalışan bir hanımın evi. Belgrat’ta evinde boş odası olan hemen herkes bunu isteyene pansiyon olarak kiralar. Ama benim alışmadığım bir tablo. Ev sahibesi, benim yaşımda evli oğlu ve gelini ile birlikte aynı evi paylaşıyorlardı. İki odalı küçük bir apartman dairesi, salonu kendisi, odalardan birini ben, diğerini ailesi ile birlikte oğlu kullanıyor. Bunun dışında tuvalet, banyo, mutfak gibi birimler ortak. Bizim hiç alışmadığımız bir durum. Tabii kısa bir süre sonra oradan çıktım, daha uygun bir eve taşındım.

Tuna ve Sava’nın birleştiği yer

Bu arada yavaş yavaş Belgrad’ı tanımaya, bir yandan da derslere girmeye başladım. Benim için alışılanın dışında farklı ama eğlenceli ve öğreticiydi, dersler.

Önce Belgrat’tan başlayayım; Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktada kurulmuş Belgrad, tarihin her döneminde ve her farklı yönetimde özel coğrafi konumu dolayısı ile hep önemli bir merkez olmuş, bu önemini hayatın her alanında sergilemiştir. Nitekim Türk yönetiminde olduğu dönemde de aynı olumlu tabloyu görürüz. Kuzey ve Orta Avrupa’yı Karadeniz ve Ege denizine bağlayan yollar üzerinde bulunduğundan önemli bir yerleşim merkezi olan Belgrat, fetihten itibaren Osmanlı yönetimi açısından da serhad şehri olarak çok önemli bir siyasi, idari, askeri ve ticari merkez olmuştur. Şehrin bu konumu elde etmesinde Tuna üzerinde bulunan donanma üssünün, yani tam adıyla İnce Donanma’nın da büyük katkısı vardır.

Belgrad Osmanlılar tarafından birkaç defa kuşatıldıysa da ancak Kanûnî’nin Macaristan’a yaptığı sefer sonunda fethedildi (1521) ve sancak merkezi oldu. Şehrin tamiri ve yeniden inşası için büyük bir çaba sarf edilerek Belgrat cami, mescid, medrese, köprü, çeşme, konak ve imaretlerle süslendi. Ayrıca kalesi tahkim edilip askerî bir garnizon haline getirildi. Budin’in alınışına kadar Osmanlıların Avrupa içlerine doğru yapacakları fetihler için önemli bir askerî üs oldu. 1536’da şehirde dört cami etrafında kurulmuş dört Müslüman mahallesi vardı; XVI. yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman mahalle sayısı 16 ulaştı ve şehir İslâmî hüviyet kazandı, ayrıca ticarî bir antrepo haline geldi. XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın başlarında önemli bir gelişme dönemi geçiren Belgrat, Evliya Çelebi’ye göre 98 bin nüfusa sahipti. O dönemde büyük bir karargâha dönüşen şehirde askerî maksatlarla inşa edilmiş zahire ambarları, tophane, baruthane gibi binalar bulunuyor ve Tuna’daki donanma kumandanı da burada oturuyordu. 217 cami, 13 mescid, 17 tekke, 9 dârülhadis, 8 medrese ve yedi hamamın yer aldığı Belgrat’daki altı kervansaray, 21 han ve 3 bin 700 dükkândan oluşan Sûk-ı Sultânî adlı çarşı ile diğer çarşılar ise buradaki ticarî hayatın canlılığını göstermektedir.

Viyana bozgunundan sonra burada da hava bozuldu. 1878 Berlin Antlaşması’yla resmen kurulan bağımsız Sırbistan’ın başşehri oldu.

Fırtınalı hayatı sonra da devam etti. 1945’te Tito’nun önderliğinde Yugoslavya Halk Cumhuriyeti’nin kurulması şehrin yakın dönem tarihindeki önemli olaylardır.

Yugoslavya, bünyesinde çeşitli uluslardan, ırklardan ve dinlerden gelen değişik unsurların oluşturduğu bir karmaşık ülke görüntüsü sergiliyordu. Ülke, altı cumhuriyetten (Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya, Sırbistan, Slovenya) ve Sırbistan Federe Cumhuriyeti bünyesinde mütalaa edilen, ancak bir çok alanda federe cumhuriyetler düzeyinde haklara ve temsil imkanlarına sahip iki özerk bölgeden (Kosova, Voyvodina) meydana gelmekteydi. Ulus, ülke dışında başka devleti olmayan, halklar ise bunun tersi durumlar için kullanılıyordu. Mesela Macarlar, Arnavutlar ve Türkler halklar kapsamında idiler.

Sırpçadaki 7 bin kelimemiz

İşte hem bu çoklu yapı hem de Osmanlı Devleti ile birkaç yüzyıllık birlikte yaşanan tarihi arka plan Türkçenin burada ayrıntılı olarak ele alınıp değerlendirilmesini gerektiriyordu. Bu yüzden Belgrat Türkoloji bölümü Balkanların en eski bölümüdür. Yani bölüm kendi tarihlerinin araştırılması için kurulmuştur. Örneğin Sırpçada yaklaşık 7 bin civarında Türkçeden geçmiş kelime yer alır. Çünkü 1389 Kosova Savaşından itibaren Osmanlı Devleti bu coğrafyaya sosyal yapı, devlet düzeni, üretim ve eğitim konusunda yeni bir düzen getirmiş, yeni politikalar uygulamıştı. Dolayısıyla Balkan milletlerinin maddî ve manevî hayatında Türkçe yeni kurumlarla ve bunları karşılayan yeni kavramlarla derin izler bırakmıştır. Bölümde öğrencilere ders vermek yanında öğretim kadrosu ile de sağlıklı ilişkilerim oldu ve onlarla da müşterek çalışmalar gerçekleştirdim. Bir yabancı dili sonradan öğrenen biri bu işi ne kadar iyi bilirse bilsin, bazen o dili ana dili olarak öğrenmiş bir çocuk karşısında bile çaresiz kalabilir. Bu yüzden hocalar zaman zaman müşküllerini benimle tartışırlar ve ona göre nihai kararı verirlerdi.

Kısacası burada olduğum iki buçuk yıl içinde sadece Türk dili dersleriyle yetinmeyerek iki ülke arasında kültürel ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunan bir kültür diplomatı gibi görev yaptım. Küçük evimizi de eşimin kıt imkanlarla sağladığı olağanüstü ortam sayesinde bu işlere katkı sağlayan bir mekana dönüştürdük. Bu arada her fırsatı değerlendirerek gezmeye çalıştık. Ailece gidilebilecek yerlere birlikte gittik. Bunlar da bizde kalan hoş anılar oldu.

Hayatımızdaki üç yıllık Belgrat yaşanmışlığının çok önemli bir yeri var; bir kere, kendi ülkemize ve olaylara dışarıdan bakma fırsatı elde ettik. İnsan hayatında öğrenmenin en önemli yollarından birinin mukayese olduğunu düşünüyorum. Karşılaştığım her şeyi bundan böyle mukayese ederek değerlendirmeye, bu karşılaştırmalarla kendi hayatıma da bir yön çizmeye çalıştım.

250 camiden biri kaldı

Yaklaşık üç asır Osmanlı idaresinde kalan Belgrat’ta sayısı yüzleri bulan Türk mimari eserlerinden bugüne çok az şey ulaşmış, Evliya Çelebi’nin haber verdiği ve daha sonraları sayısı muhakkak artmış bulunan 250’ye yakın camiden ise bugün sadece Bayraklı Camii ayakta kalmıştır.

Benim orada bulunduğum 1981-83 yılları şehrin iyi zamanları idi. Özellikle seksenli yılların başlarında şehir, iktisadi olarak kendini toparlamış, siyaseten de izlediği bağımsız politikalar ile yeni bir yönetim anlayışı oluşturmuş, bağlantısız ülkelerle kurduğu diplomatik ilişkilerle dünyada da saygın bir konum elde etmişti. Ama sonraki yıllarda Yugoslavya dağıldı, bu manzara karşısında kendini adeta dağılan büyük ülkenin sahibi gibi gören Sırbistan ve Sırplar durumu hazmedemedi ve işi şovenist bir yöntemle çözmeye çalıştı, sonrasında Bosna’da, Kosova’da ağır dramlar yaşandı. Neticede NATO müdahalesi başka şehirler gibi Belgrad’ı da vurdu.

Sevgili Belgrad’ıma 26 yıl sonra bu kez Sayın Cumhurbaşkanına eşlik ederek ve Genel Sekreter olarak döndüm. Ama şehir benim bıraktığım konumda değildi. Yaklaşık bu 30 ve alınan darbeler onu yormuş ve yıpratmıştı. Bu gezide hükümet kurmasına yardımcı olduğumuz Cumhurbaşkanı Tadiç tarafından büyük alaka ile karşılandık, Belgrat dışında başta Novi Sad olmak üzere başka şehirlere de gittik. Hatta burada çok önemli bir şey oldu ve Karlofça Anlaşması sonrası bu şehirde inşa edilen ve katılan beş ülke için beş kapısı olan ama Türk kapısı çivilenip hiç açılmayan kilisedeki adı geçen kapı da gezi şerefine açılmış oldu. Bu geziyi takip eden dönemlerde birkaç kez daha ziyaretlerim oldu. Her defasında biraz daha toparlandığına tanık oldum. Son yıllarda özellikle vatandaşlarımızın yoğun ziyaretleri beni memnun ediyor. Eminim gelecek günlerde daha iyi olacak benim Beyaz şehrim ve Orta Avrupa’nın Kilidi rolünü hep sürdürecek. 

mustafaisen@yahoo.com