Bir önceki yazımda PKK'nın silah bırakmasından rahatsız olanların asıl gayesinin bir Kürt ile eşitlenmeyi hazmedemediklerini arz etmiştim. Şimdi hazımsızlıkları ve pervasızlıkları daha da artacak çünkü Reis-i Cumhur, beyaz cumhuriyetin sarışın çocuklarını “bizi arkadan hançerleyen (!) Araplar” ile de eşitlemeyi planladığını söyledi.
Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
11 Temmuz Türkiye için bir milattır. Recep Tayyip Erdoğan, hayranı olduğu rol modeli olan atası Fatih Sultan Mehmet gibi bir çağı kapatıp yeni bir çağı açtı. Hem de itiraf etmeliyim ki ben de dahil neredeyse hiçkimsenin umudunun hiç kalmadığı bir anda yaptı bunu. Eski dönem kapandı yeni bir dönem başladı. İnsanlar genelde tarihsel dönemler için bir milat belirlerler ancak unutmamak lazımdır ki herhangi tekil bir olayın çok uzun ve derin bir arka planı vardır. İstanbul'un fethi bir çağın açılış tarihiyse de o fethi besleyen bin yıllık bir hazırlık süreci vardır. Bugün gerçekleşen tarihi dönüşümün de uzun yıllara sari bir hazırlık çalışmasının olduğu anlaşılıyor.
Dönemsel belirlenimleri eski ve yeni olarak ayırmak, belki de günlük politik polemiklerin en sık başvurduğu diskurlardan birisidir. Politik söylem için bu tarz bir ayrıştırma daha çok kendini rakibinden daha yenilikçi göstermek ve aynı zamanda toplumsal beklentileri yönetmek için kullanılır. Ancak bizim burada bahse konu ettiğimiz bu ayrım, yani eski ve yeni ayrımı, denilebilir ki ülke sosyolojisinin yıllarca beklediği bir rüyanın gerçekleşmesinin ilk adımı olarak görülebilir. Terörsüz bir Türkiye hayaline sahip olmayan bir tek makul vatandaş tanımıyorum. Hepimizin asırlık rüyasıydı bu.
Romantik emperyal bir rüyaya sahip olan Anadolu insanı, hayalini kurduğu kalkınmayı ve büyümeyi, bizzat kendilerinden olan bir liderin öncülüğünde azimle yürütmektedirler. Devletin maddi unsurlarının inşasında çok büyük adımlar atıldı ancak manevi/soyut unsurlarının inşasına giden yolda çok yüksek duvarlar vardı ve işte o gün, orada o konuşma ile duvarda/surda ilk gedik açıldı.
PKK ideolojisinin ve şiddetinin hangi köşede hangi sosyolojiyi nasıl ifsat ettiğini bizzat yaşayarak gören birisi olarak bu "terörün" bitmesinden duyduğum heyecanı tarif etmek için kelimeler kifayetsiz kalır benim için. Bu heyecanıma binaen belki de kimileri benim fazla iyimser olduğumu düşünebilir ama bölgeden ve dahi tüm o coğrafyadan elde edilen sosyolojik verilere bakıldığında bu vakitten sonra ne Tayyip bey söylediklerinin gerisine düşebilir ne de PKK ilan ettiği kendini fesih etmekten vaz geçebilir.
Bu aşamaya gelinmesi kolay olmadı elbette ve bundan sonra da işler o kadar kolay olmayacak biliyorum. Zira bundan yıllar önce millete dayatılan ulusalcı faşizm, hem Osmanlı milletler sistemini hem de ümmet fikrini sadece yok etmekle kalmadı aynı zamanda ona düşman bir sosyoloji de inşa etti. Dahası bunların elinde süreci zehirleyebilecek aparatlar da hala var maalesef ki İsrail bu sürecin en büyük düşmanı ve bunu da somut olarak gösterdi.
Gerçek demokrasinin teşrifi
Cumhuriyet, demokratik bir rejim olarak inşa ve ilan edildi ama demokrasinin kendisi ancak elli yıl sonra teşrif edebildi. Demokrasinin ilk meşalesini yakan başbakana öyle bir ders verdiler ki ondan sonra gelen her siyasi aktör o travmayla yaşadı. Cumhuriyeti "demokratikleştirmek" isteyen hiçbir fani dar ağacı ile tehdit edilmekten kurtulamadı.
Cumhuriyet demokratik olmayınca hiçbir öteki kendisini bu sistemin kurucu bir öznesi olarak göremedi. Hem farklılıkları dışladılar hem de niçin dışarda kaldıkları için onlara zulmettiler. İşte o gün orada o konuşma tam olarak bu derebeyliği ve sahtekarlığı bitirdi. Cumhurun tamamını içine alan bir sistemin inşası başlamış oldu.
İdeolojik bir kitle olarak bu ülkedeki varlıkları ve kazanımları sadece cuntacılık ve entrika üzerinden gerçekleşen ulusalcıların ötekiyi sistemin meşru bir aktörü olarak kabul etmeleri ise kolay olmayacaktır. Bütün rakiplerini ve muhataplarını şeytanlaştırmaları, onların hayatına kast etmiş canavar olarak görmeleri kolay tedavi edilebilir bir hastalık değildir.
Zira bu ülke sosyolojisinin ve tarihinin doğal bir parçası ve tecrübesi olan farklılıkların birlikte, barış ve kardeşlik içinde yaşatılmasını sağlayan bir sistemin tesis edilmesinde zorlanmamızın asıl nedeni de budur zaten. Dahası bunlar din kardeşliğini zehirlediler ve sisteme dahil olmanın biricik yolu olan demokrasiyi de rafa kaldırdılar. Böylece bu coğrafyadaki kadim olan birlikte yaşama kültürü yok edildi.
Gordion düğümü
Esasında inşa edilen "yeni bir sistem" değildi. Eskiyi, kadim olanı ve dahi var olanı yok etmekti. Ki bugün de en çok övünülen konular, hangi tarihsel ve kültürel mirasın nasıl yok edildiğidir. Genç cumhuriyetin ilk eldeki kurucu ilkeleri inşa edici kanunlar değil, mevcut olan kurumların lağvedilmesi düzenlemeleridir. Lağvedilenlerin yerine inşa edilen tüm yapıların ve değerlerin de değiştirilmemesi için her bir yapının kalbine bir Gordion Düğümü yerleştirildi.
Düğüm ya kesilecekti ya da çözülecekti. Erdoğan, Büyük İskender gibi aceleci davranmadı düğümü kesmek yerine çözmeyi denemeye devam etti ve sonunda da başardı. Bu cumhuriyeti kurmakla övünen ve bize cennet bir ülke bahşettiğini söyleyip nankörlük etmemize sinirlenen kurucu elitlerin bu coğrafyanın kabine saatli birer bomba gibi yerleştirdikleri Gordion düğümlerini saymamı ister misiniz?
Kürt meselesi, Alevi meselesi, gayri müslimler meselesi, Kıbrıs meselesi, Ermeni meselesi, Oniki adalar meselesi, laisizm, darbecilik, cuntacılık, faşizm, Batılılaşma, öteki düşmanlığı vs vs.
Esasında çok uzatmaya hacet yok, inşa edilen ulusalcı faşist sistem, hayatlarında karşılaştıkları andan bu yana, tarihin hiçbir döneminde birbirinin "ötekisi" olmayan iki kardeş kavmi birbirinin rakibi, ötekisi ve düşmanı ilan etti. Türklerle Kürtleri birbirine karşı kışkırtan bir sistemin ülkeye huzur getirmesi beklenebilir mi? Nitekim öyle de oldu zaten. Bir türlü memleket gün yüzü görmedi. Ülke tarihinin neredeyse tamamı bu kavgayla geçti.
İşte yukarda bahsettiğim çağ açıp çağ kapatan konuşma bu kavganın artık bittiğini, zehirlenen kardeşliğin hukuk temelinde yeniden inşa edileceğinin manifestosuydu.
Sahiden de çok acılar çektik. Çok gözyaşları döktük. Çok hırpalandık ve örselendik. "Öteki"ye karşı olan tutumu "adem-şeytan" metaforu üzerinden inşa eden ulusalcılık, bu ülkenin sosyolojisine giydirilmiş bir deli gömleğiydi. Kendisi ile muhatabı arasında hep ontolojik ve özsel bir mukayese yapan bu tutum, şeytani bir kötülüktür. Bu kötücül ruhu bugün burada Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi dehası ile bertaraf ediyoruz.
Bazen sosyal bilim çevrelerinde ulusalcı ve sol ideoloji sahibi olanların muhafazakar mütedeyyin aktörlerle olan diyaloglarında veya sohbetlerinde onlara tepeden bakan, küçük gören ve aşağılayan tavırlarına eminim siz de şahit olmuşsunuz. Siyaset biliminin teorisyeni, felsefi düşüncenin şahları, siyasetin duayen aktörleri ve dahi sanatın inşa edici özneleri, insanlık tarihinin dehlizlerini aydınlatan dâhilerolarak kendilerini gören bunlara, bu ülkede, Kasımpaşalı bir mahalle çocuğu, bir balıkçının oğlu ve üstelik bir de İmam Hatip Lisesi mezunu onlara tam 25 yıldır siyaset ve sosyoloji deresi veriyor hem de uygulamalı ve pratik olarak. Üstelik hiç teoriye de girmeye tenezzül etmeden.
Dünyada ilk devletin Pers diyarında kurulduğu ve Anadolu topraklarında kurumsallaştığı söylenir. Böyle değilse bile biliyoruz ki Anadolu, dünyadaki ilk sistematik krallıkların, imparatorlukların, beyliklerin, emirliklerin ve site devletlerinin kurulduğu en kadim topraklardır.
Bunca yönetim biçimlerine ve medeniyetlere yataklık eden bu kutsal toprakları bir avuç maceracının ve cuntacının romantik faşist fikirleriyle inşa ettiği bir ideoloji ile idare edebileceklerini hesaplayanlar yanıldılar. Ama bu topraklara çok büyük acılar yaşattılar.
Bu acıları artık dindirmenin vakti geldi. Yüreklerimizi delen acıların haddi hesabı yoktu zira. Zaten bu yanlışlığı da ancak o acıları bizzat yüreğinde yaşayanlar bitirebilirdi. Nitekim Cumhurbaşkanının konuşmasında asıl muhatap olan oradaki siyasi aktörler olmasına rağmen en çok duygulanan eşi oldu ve gözyaşlarını tutamadı. Emine Erdoğan'ın göz yaşları, ülkedeki tüm mazlum çocukların anneleri adına dökülüyordu zira. Eğer Erdoğan ailesinin hanesinde ve yetiştikleri sosyal atmosferde, düşünce dünyalarında vatandaşlarının yaşadıkları acıları derinden hisseden bir duygu olmasaydı o göz yaşları samimiyetle dökülmezdi.
Son derece içli ve samimi bir hüznün ve sevincin gözyaşlarına boğulan eşini teselli eden Cumhurbaşkanı, o gün orada yaptığı konuşma ile bir devri kapattığının elbette farkındaydı.
Yeni bir Türkiye derken siyaseti ile anayasası ile ve sosyolojisi ile ve yeni kızıl elmasıyla yepyeni bir inşadan bahsediyordu.
Terörsüz Türkiye projesi, durup dururken bir anda akla gelen ve politik bir kariyer için düşünülen bir hedef değildir. Bir ülkenin ve bir milletin geleceğinin inşasına dair olan bir projedir. Büyük bir derdin açtığı yaraların uykusuz bıraktığı geceler ve gündüzler boyunca zihinleri zehirli bir kıymık gibi kemiren bir acının neticesinde inşa edilmiştir.
Bu sürecin tesis edilmesinde elbette katkıda bulunan birçok kurum ve kişiden bahsedilebilir ama benim için en öncelikli takdir Kürtlerindir. Bunca provakatif söylemlere ve eylemlere, bunca operasyon ve baskılara rağmen sağduyularını asla yitirmediler. Kürtlerin İslam Kardeşliğine olan inançları ve bağlılıkları özellikle son zamanlarda bir hayli zayıflatıldı ama onlar hepimizi şaşırtacak bir dirayetle duruşlarını muhafaza etmeye devam ettiler. Kolay değil, bir tarafta ulusalcı faşistler diğer yanda her türlü geleneksel ve dini değere savaş açmış nasyonal sosyalist (faşist) bir örgüt. Bu ikisine direnebilmek sahiden her türlü takdirin üzerindedir.
Bir önceki yazımda PKK'nın silah bırakmasından rahatsız olanların asıl gayesinin bir Kürt ile eşitlenmeyi hazmedemediklerini arz etmiştim. Şimdi hazımsızlıkları ve pervasızlıkları daha da artacak çünkü Reis-i Cumhur, beyaz cumhuriyetin sarışın çocuklarını "bizi arkadan hançerleyen (!) Araplar" ile de eşitlemeyi planladığını söyledi.
Ulusalcı ideolojiye en büyük yenilgiyi yaşatanlar esasında onun rakipleri olmadı. Keşke öyle olsaydı. Ama öyle olmadı ve bundan da şahsen son derece mustaribim. Ulusalcılara en büyük yenilgiyi ve hezimeti yaşatan bizzat kendi iddiaları oldu. Onların yenilgisinin asıl nedeni temel iddialarından vurulmalarıdır. Anti emperyalizm, bağımsızlık, millilik, demokrasi ve hukuk gibi ifadeleri ne kadar çok gündeme getirdiler ise o kadar itibar kaybettiler ve zayıfladılar ve mukadder son kaçınılmaz oldu. Üstelik kendilerinden çok daha ilkel olan bir ideolojiye ve sisteme yenildiler.
Kürtlerin bütün değerleriyle çatışan, onları topyekun birer kurşun asker olarak gören ve temel ideolojisi ile asıl amacı hakkında asla net bir fikir beyanında bulunmayan ve pek çok yabancı istihbarata eklemlenmeyi bir marifet olarak gören bir örgüt ile dahi rekabet edemeyen bir ideoloji ile bu ülke yönetilemezdi ve yönetilemedi de.
Bütün cumhuru kuşatan ve onların kültürünü sahiplenen yeni bir dönem başlıyor... Bunun sevincinin de zorluğunun da Erdoğan ailesine göz yaşı döktürmesi onların muvaffakiyetlerinin açık göstergesidir.